MKP MK-SB nin posta yoluyla ulaştırdığı 2 Temmuz bildirisini teknik nedenlerle gecikmeli olarak yayına vermek zorunda kaldık. Gecikme için özür diliyoruz. Devrimci Demokrasi
***
TC tarihi zulüm, işkence, asimilasyon ve katliamlar tarihidir derken, bunu salt kendi cenahımızda yaşadığımız olgulardan ele almıyoruz.
Osmanlı’nın katliamcı-fetihçi tarihini kendisine rehber edinen Türk hakim sınıfları tek dil, tek din, tek devlet, tek bayrak milliyetçi faşist ulus devlet yaratma içerisine girerken, bu sayılanların dışında kalan yada kabul etmeyen her kesimi düşman kategorisine koydu. Anadolu’da işgale karşı halk direnişleri sürerken, İstanbul’da işgal devletleriyle yapılan kağıt üzerindeki anlaşmalara karşı koyan ve bağımsız yeni bir devlet inşasını savunan Çerkez Ethem ve arkadaşları bu düşman kafilesinin ilk cezalandırılanları oldu. M. Kemal ve diğer teslimiyetçi hakim eller Çerkes Ethem’in imha edilmesine karar verirken Ethem ise çareyi -geçiş hakkı isteyerek.- Yunan güçlerine teslim olmakta buldu.
İttihat ve Terakki Partisi, Paramaz (Madteos Sarkisyan) ve 19 yoldaşını Haziran 1915’te tüm histerisi ile katletti. Ekim devrimi ve Sovyetler birliğinin kuruluşuyla beraber karşı-devrim cephesinden hamleler, işbirlikçi Türk hakim sınıflarının elde tutulup, istendiğinde kullanılacak maşa haline gelmesinin avantajlarına açık hale geldi. “Yakın tehlike” olarak görülen sosyalist Rusya ve orada filizlenmeye başlayan Türkiye Komünist Partisi, komünist Mustafa Suphi ve yoldaşları Türkiye’ye ye “davet” edilerek Karadeniz’de M. Kemal’in tetikçisi Topal Osman tarafından katlettirildi.
Dersim, Koçgiri, Zilan vd. birçok katliam, 6-7 Eylül İstanbul’da yaşayan azınlık milliyetlere karşı yapılan sürgün, mallarına el koyma, katletme gibi yaşatılan her bir olayın nedeni TC devletinin uluslaşma adı altında bu toprakların asıl sahipleri olan azınlık milliyetlere uyguladığı sistematik bir politikasıdır.
Türk devlet yapısının başından itibaren emperyalist güçlerle olan yarı-sömürge iktisadi ilişkileri, her dönem “tamamlanacak” denilen ulus devlet anlayışının getirisi olarak, işçi sınıfına, emekçi köylülüğe, öğrenci gençliğe, kadın özgürlük mücadelesine saldırı, işkence ve katliamlar olarak aşikar oldu. Hak alma mücadeleleri devlet bekaasına yönelen yıkıcı güçler olarak katli vacip görüldü ve gerekenler yapıldı.
On yılda bir gelenek haline gelen faşist askeri darbeler, toplumsal ilerleyişin önünü kesmek, var olan devlet yapısını korumak adına, sanatçısından, aydınına, bilim insanından, işçi önderlerine kadar her kesimden insana katliamlar, sürgün ve tutsaklık olarak ezildi ve her dönem emperyalizme hizmette kusur edilmedi.
Tek dil, tek din, tek bayrak, tek devlet faşist anlayışı, laik-demokratik denilen diktatörlüğün farklı inanç, farklı dillerdeki yaşam alanlarına müsamaha göstermeyen, kitleleri bu ayrılıklar üzerinden düşmanlaştıran, yeri ve zamanı geldiğinde uşaklıkta sınır tanımayan, Emperyalist güçlerin ve beraberinde kendi bekaası adına birbirleriyle savaştırma gayesi başından beri süre gelen politik bir algı-anlayıştır. Ermeni soy kırımı, Pontos Rumlarının zorla islam dini ve Türkleştirmeler, Alevilerin inanç merkezlerinin sürekli terörize edilmesi gibi birçok faktör faşist diktatörlüğün ayakta kalma adına yaptığı insanlık suçlarının bir kaçıdır.
Alevi inancına mensup halkın inanç merkezlerine devletin yaklaşımı inanç merkezlerinin yok sayılması, bu inanca mensup olanların asimile edilerek Türk-İslam anlayışıyla harmanlanması vb. gibi devlet politikası her dönem baki olmuştur. Alevi-Kızılbaş inancının, kendi içinde barındırdığı felsefi anlayış, zor karşısında boyun eğmeme, doğaya, kadına ve dışındaki farklı inançlara karşı kardeşlik anlayışıyla yaklaşımı hakim sınıflar tarafından tehlike görülerek, her zaman namlunun ucuna yerleştirilmiştir.
Toplumsal muhalefetin, devrimci mücadele dalgasının yükseldiği dönemlerde, faşist diktatörlüğün envanterinde olan “düşman güçlerine” karşı, beslemesi çetelerin eliyle “kışkırtma” adı altında kitlesel katliamlara girişmiştir. Maraş’ta Çorum’da girişilen Alevi katliamına 93’te Sivas katliamı eklendi. Devletin organize ettiği, dönemin başbakanı eli kanlı Tansu Çiller ve yardımcısı Erdal İnönü’nün bizzat bu katliam saldırısının haberdarı olmaları ertesinde yaşanan gelişmelerle açıkça ortalığa serildi.
Sivas katliamını bir-kaç “şeriat yanlısı” grubun işi olduğu üzerine faşist diktatörlüğün yaptığı propaganda, geçmişinde işlediği ve her suçtan sonra bir “günah keçisi” bulma siyasetinin parçasıdır. Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katleden Topal Osman’ı “devleti tanımayan çete” olarak tarifleyip, işleri bittiğinde ise kenara atan devlet, her suçundan bu şekilde aklanmaya çalışmıştır. Sivas katliamına girişen güruhun da bizzat devletin beslemesi, canlı-canlı insan yakan gerici-faşist güçler olduğu aşikardır. Güncelliğinde, Rojava Kürdistan’da IŞİD eliyle işlenen insanlık suçları da bizzat TC ve uşaklıkta sınır tanımadı emperyalist güçler adına refakat savaşı sürdürüyor olmalarından kaynaklıdır. Faşist diktatörlük Kuzey Kürdistan kentlerinde bodrumlarda canlı-canlı insanları yakarken, Sivas’ta yaşanan katliamın pratiğindeki rahatlığıyla davranmıştır. Ki, faşist Kemalist diktatörlüğün asıl niteliği işlediği bu insanlık suçlarından daha rahat anlaşılacaktır.
Sivas katliamı ve diğer tüm katliamların hesabı faşist diktatörlükten sorulacaktır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, komünist devrimcilere, Kürt ulusuna, yok sayılan azınlık milliyet ve farklı inançlara, işçi sınıfına, emekçi köylülüğe, sokak ortasında katledilen kadınlara, geleceği çalınan gençlere karşı gerçekleştirdiği tüm katliamların hesabını iktidar perspektifli örgütlü kitleler mutlaka soracaktır.
Katliamların hesabını sorduk, soracağız!
Kahrolsun faşist diktatörlük!
Yaşasın Parti inşaa sürecimiz!
Yaşasın Halk Savaşı!
MKP MK-SB
Yorumlar kapalı.