Avrupa Gündemi’nde bu hafta ABD’de ocak ayında başlayacak ikinci Trump döneminin kıtaya olası yansımaları var. Öte yandan erken seçime hazırlanan Almanya’da ekonominin militarizasyonu tartışılıyor.
Donald Trump’ın ikinci defa ABD başkanlığına seçilmesinin etkileri Avrupa gündemini de sarmış durumda. Bu yeni döneme gazete köşelerinden de “Avrupa’nın hazırlıklı olması” çağrıları yapılıyor. Trump’ın ekibine dahil olan sermayedar Elon Musk’ın sahibi olduğu X platformundan ayrıldığını açıklayan İngiliz The Guardian gazetesi de bu koroya katıldı.
Fransa’da Politis’ten seçtiğimiz makalede de herkes Trump’a odaklanmışken Biden’ın başkanlığının da Avrupa’ya “o kadar iyi gelmediği”ni hatırlatıyor ve “Trump’ın tarzı şiddet yanlısıdır ancak tüm selefleri gibi o da Amerikan hegemonyasını savunacaktır. Bu durum karşısında Avrupa zayıflıklarının, özellikle de siyasi zayıflıklarının ve uzun vadeli plan yapmadaki yetersizliğinin farkına varabilir” yorumu yapılıyor.
Almanya’da ise erken seçim gündemde. Şubat ayında yapılacak seçimlerle yeni bir hükümet yönetimi devralacak. Ancak açık olan şu ki militarizasyon, sosyal hakların kısıtlanması ve genelde yabancı düşmanlığı, özelde mülteci düşmanlığı politikasında değişen bir şey olmayacak, hatta bu yönde gidişat daha da hızlanacak.
Avrupa Trump’ın Amerika’sına karşı direnç oluşturmalı ve ondan kaçmak isteyenlere kucak açmalı
Alexander HURST
The Guardian
Trump’ın ikinci zaferiyle ilgili öfke ve üzüntü dolu bir ağıt yazma isteğime direniyorum. Trump yönetiminin pek çok açıdan Avrupa’nın altını oymak ve hatta yok etmek için harekete geçebileceği bir dünyada Avrupa’nın çevresini, insanlarını ve ekonomisini korumak için neler yapabileceğini düşünmek daha faydalı olacaktır.
AB’nin yeni Trump döneminde örnek teşkil edecek ilk cesur adımı, 200 milyar avro değerindeki dondurulmuş Rus merkez bankası varlıklarına el koymak ve bunları önleyici bir tazminat biçimi olarak Ukrayna’ya aktarmak olmalıdır. Avrupa Parlamentosu Araştırma Servisi ve dışarıdan uzmanlar bunun uluslararası hukuka tam uygun olarak yapılabileceği yollar önermişlerdir. Ancak bu tek başına AB’nin ortak savunma ve yeşil altyapı harcamalarını arttırmak için daha fazla borçlanma ihtiyacını ortadan kaldırmayacaktır.
Toplanan paranın bir kısmı, Avrupalı astronotların Elon Musk ve SpaceX’e (veya diğer ABD merkezli şirketlere) başvurmak zorunda kalmadan yörüngeye ve ötesine bağımsız erişimini garanti edebilecek mürettebatlı bir araç geliştirmesi için Avrupa Uzay Ajansına tahsis edilmelidir. Diğer harcamalar, Avrupa ekonomisinin toparlanmasına ve rekabetçi kalmasına yardımcı olacak şekilde araştırmaları artırmak için kullanılabilir.
Ancak AB’nin ekonomisini (Ve bununla birlikte vatandaşlarının refahını, iyimserliğini ve demokrasiye olan inancını) korumak için atabileceği asıl adım, bir uzay gemisi inşa etmekten daha az seksi olan şeylerle ilgilidir; örneğin daha fazla Avrupalı teknoloji startup’ının borç para almasını sağlayabilecek sermaye piyasaları birliğini tamamlamak gibi. AB, on yılın büyük bir bölümünü ABD ve Çin’e kıyasla Avrupa’nın önemli teknoloji şirketlerinin yokluğu nedeniyle ellerini ovuşturarak geçirdi. Bunun en büyük nedenlerinden biri, özel ve kamu emeklilik fonlarının yatırımlarının büyük bir kısmını Avrupa’daki emeklilik fonlarına kıyasla risk sermayesine ayırması nedeniyle ABD’de fon bulmanın daha kolay olması.
İtalya’nın Eski Başbakanı Enrico Letta’nın geçtiğimiz günlerde Fransız radyosunda söylediği gibi, Avrupalı tasarruf sahipleri her yıl ABD borsalarına yaklaşık 300 milyar avro gönderiyor, çünkü bankalarının faaliyetleri burada yoğunlaşıyor. Bu para ABD’li şirketlerin değerlerinin artmasına yardımcı olarak Avrupalı şirketleri satın almalarını finanse edebilmelerine yol açabilir.
ABD merkezli bir Fransız yatırımcıya göre, Avrupa halihazırda teknoloji startuplarının kurucularını ülkesinde tutmak yerine ABD’ye ihraç ediyor ve bu da ABD’deki Fransız teknolojisinin Fransa’daki Fransız teknolojisinden çok daha değerli olmasına yol açıyor. Örneğin, her ikisi de ABD’deki Fransız girişimciler tarafından kurulan Snowflake ve Datadog, Fransa’nın en büyük tek boynuzlu atlarından ya da son zamanlardaki en büyük borsa flotasyonundan kat kat daha değerlidir. Kıtanın kurucuları, onların girişimlerini ve onları finanse eden sermayeyi ihraç ettiği bir durum kesinlikle mantıklı değil.
Bu önemli çünkü Stanford’lu Akademisyen ve Yazar Mariejte Schaake’nin FT’de belirttiği gibi, demokratik değerleri somutlaştırmak için Avrupa teknolojisine ihtiyacımız var. Bu bağlamda AB, sosyal medyadaki dezenformasyonu düzenleme girişiminin doğru bir strateji olduğu konusunda kendini haklı hissetmelidir. Seçmenler, dünya görüşlerini daraltmak ve onları dezenformasyonla doldurmak için silahlandırılmış algoritmalara maruz kaldıklarında demokrasi savunulamaz hale gelir. Musk’ın elinde X, seçim mühendisliği için olağanüstü tehlikeli bir araçtır. Avrupa halihazırda X’e küresel gelirinin yüzde 6’sı kadar ceza kesmenin (ve potansiyel olarak Tesla ve SpaceX’i de hesaplamaya dahil etmenin) eşiğindeydi. Trump’ın seçilmesine yardımcı olmak için en az 130 milyon dolar harcayan Musk, yatırımının geri dönüşünü şimdiden görmeye başladı; başkan yardımcısı JD Vance, AB’nin kendisine karşı harekete geçmesi halinde ABD’nin NATO’dan çekilebileceğini öne sürdü. İster yaptırım, ister yeni bir tür düzenleyici kurum ya da gelecekte X’in yasaklanması yoluyla olsun, bu AB’nin geri adım atabileceği bir mücadele değil çünkü Avrupa demokrasisinin varlığı tehlikede.
AB beklenmedik bir şey de yapabilir. Trump, on binlerce devlet memuru, üniversite, profesör ve öğrenci gibi düşmanlarına karşı intikam ve öç alma arzusunu gizlemedi. Gazetecilere, protestoculara, yargıçlara, göçmenlere ve siyasi muhaliflere karşı şiddeti hayal etti ve teşvik etti ve adalet bakanlığını ve hatta orduyu bu kişilerin üzerine gönderme sözü verdi. Tekrar etmekte fayda var: İkinci bir Trump yönetimi, Mike Milley ve Mike Esper’in ırkçılık karşıtı protestocuları “sadece vurun” emirlerini görmezden geldiği ilk yönetimin korkuluklarına sahip olmayacaktır.
Yurt dışındaki Amerikalı muhalifler de bir gün hedef alınabilir. AB, ABD’nin siyasi nedenlerle ya da sivil itaatsizlik nedeniyle hedef alınan ABD vatandaşlarını iade etme ya da taciz etme girişimlerine -Trump’ın göreve geldiği ilk dönemde bazı Amerikalıların az sayıda yaptığı ve kökleri Vietnam savaşına karşı muhalefete dayanan vergi direnişine katılmak gibi- uymama ilkesini ilan etmelidir.
Nihayet Avrupa’nın elinde transatlantik beyin göçünü tersine çevirme fırsatı var. Bu sefer gerçekten farklı ve Amerikalılar bunun farkında: “Avrupa’ya taşınmak” ya da tek tek Avrupa ülkeleri için yapılan aramalar her zamankinden çok daha farklı bir boyutta. Avrupa’nın Trumpmerica’dan kaçmak isteyen yüksek eğitimli Amerikalılar için (Fonlarının kesileceğinden emin olan iklim bilimciler gibi) özel vizelerden oluşan kırmızı bir halı sermesi ve yolu kolaylaştırması için eşsiz bir şans var. Ya da belki de artık ABD’de bulunamayacak öğrenciler ve personel için uydu kampüsler kurmaya çalışabilecek ABD üniversiteleriyle ortaklık kurabilir.
Avrupa’nın kolektif eylem sorunlarını çözmedeki tüm başarısızlıklarının altında aynı olgu yatmaktadır: Bazen bir kıta gibi düşünmekte ve hareket etmekte, ancak çoğu zaman aslında bir grup küçük, parçalanmış ulus gibi davranmaktadır. 2003 yılında Alman Filozof Jürgen Habermas, Avrupa’nın ABD’ye karşı Avrupa kimliğini inşa ederek bu eğilimi aşabileceğini öne sürdü. Yirmi yıl sonra, istemeden de olsa dileğine kavuşabilir.
Çeviren: Sarya Tunç
Avrupa Trump’ın yeniden seçilmesine nasıl tepki veriyor?
Jérôme GLEIZES
Politis
Kamala Harris’in ABD seçimlerindeki yenilgisi tüm dünyayı ve belki de Macaristan gibi en muhafazakar devletler hariç tüm Avrupa ülkelerini şaşkına çevirmiş gibi görünüyor. Ancak bu yanlış bir şafak olabilir. Joe Biden’ın başkanlığı Avrupa’ya Avrupalı liderlerin düşündüğü kadar iyi gelmedi.
Avrupa yirmi yılı aşkın bir süredir Amerika Birleşik Devletleri’nin ve dünyanın geri kalanının gerisinde kalıyor. ABD ile Avro Bölgesi arasında 2000 yılında 10 bin avro civarında olan kişi başına düşen gelir farkı 2012 yılından bu yana giderek açılıyor. ABD’nin GSYH’si 2019 yılına kıyasla yüzde 12.5 daha yüksekken, Almanya’nınki durgunlaştı, Fransa’nınki ise yüzde 3.8 oranında arttı.
Avrupa, özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerine ABD’den çok daha az yatırım yaptı ve hepsinden önemlisi, kamu ve özel araştırma harcamaları önemli ölçüde daha düşük. Subprime krizi (2008) ve ardından 2022 enerji şoku, neoliberal bir mantığa saplanmış olan Avrupa Birliği’ni (AB) felce uğrattı ve başta iklim krizi olmak üzere yapısal krizlere yanıt verebilmek için gerekli olan yapısal sanayi politikasını uygulamakta başarısız oldu.
Daha çok Avrupa Bütçe Paktı olarak bilinen İstikrar, Koordinasyon ve Yönetişim Antlaşması (TSCG) Ocak 2013’te yürürlüğe girerek AB’yi kemer sıkma mantığına kilitledi. Borç ve bütçe açığını azaltma hedefleri yapısal politikaların önüne geçerek Avrupa’yı geriye götürdü.
Kovid krizi, Avrupa’nın tüketim için dünyanın geri kalanına olan bağımlılığının altını çizdi. 2020 krizi ve sanayi yatırımlarının eksikliği birleşince Avrupa çok zor bir durumda kaldı. Avrupa’da yatırım var ama inşaat alanında. Çok az üretkenlik yaratır ve ultra zenginleri kayıran son derece spekülatiftir.
Buna karşılık ABD, dünyanın rezerv para birimi olan dolar ile kredi odaklı büyümeye ve parasal hegemonyaya dayanmaktadır.
ABD’nin kamu borcu otuz yılda 10 kattan fazla artarak bugün 35 trilyon doların üzerine çıkmıştır. Başkanlık kampanyası sırasında Trump, doları terk edecek ülkeleri tehdit etti. Son yıllarda BRICS düzenli olarak rakip bir para birimi çıkarma tehdidinde bulunuyor. ABD Merkez Bankası faiz oranlarını düşürürken, Avrupa Merkez Bankası yüksek tuttu.
Trump’ın tarzı şiddet yanlısıdır ancak tüm selefleri gibi o da Amerikan hegemonyasını savunacaktır. Bu durum karşısında Avrupa zayıflıklarının, özellikle de siyasi zayıflıklarının ve uzun vadeli plan yapmadaki yetersizliğinin farkına varabilir. Ülkeler arasındaki eşitsizlikleri azaltmak ve İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ın diktatörlükten kurtulmasına yardımcı olmak için kaynaklarını bir araya getirebilmişken, liberal dogma şimdi onu varoluşsal bir krize sürüklüyor. Belki Trump bir uyandırma çağrısı yapar ya da popülizmi Avrupa’da yeni takipçiler bulabilir.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Alman ekonomisinin militarizasyonu
Arbeit Zukunft*
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, Almanya’nın hızla militarizasyonunun başlangıç noktasıydı ve buna medya ve siyasetten gelen büyük bir destek eşlik ediyordu. Federal hükümet, sözde “Savunma kabiliyetini güçlendirmek” için inanılmaz derecede yüksek özel fonlarla başlayarak, kısa süre sonra Almanya’nın “savaş kabiliyetini” açıkça yaymaya başladı. Televizyon ana haber bülteni, Alman sivil sığınaklarının durumu hakkında haber yayımlarken, aynı zamanda Alman silah endüstrisinin yöneticileri, satışlar ve hisse senedi endeksleri bir gecede katlanarak arttığı için şampanya mantarlarını patlattı. Ancak “savaş mücadelesini” tamamlamanın yolu parlamentodaki, yazı işleri bürolarındaki ve idari makamlardaki savaş çığırtkanlarının boş sözleriyle bitmiyor. “Savunma” Bakanı Pistorius, gelecekte zorunlu anketler yardımıyla uygulanacak olan zorunlu askerlik hizmetinin yeniden uygulamaya konmasına yönelik konseptler üzerinde açıkça çalışıyor. Ancak Almanya’nın “savaş kabiliyetini” yakalamak isteyen hiç kimse, birkaç bin gencin ilave olarak istihdam edilmesiyle yetinemez. Ve böylece son birkaç ayda şu giderek daha açık hale geldi: Federal hükümetin ekonomi politikası aynı zamanda planlanan yeniden silahlanmaya ve Almanya’nın genel savaş hazırlığına da net bir şekilde odaklanıyor. “Her düzeyde seferberlik!” sinyali veriliyor.
Alman federal hükümetinin devasa yeniden silahlanma çabalarının ön saflarında, 2022’den itibaren 100 milyar avroluk inanılmaz derecede yüksek özel fon yer alıyor. Alman ordusu Bundeswehr’e yapılan bu büyük mali enjeksiyon, Scholz’un ‘dönüm noktasının’ başlangıcını işaret ediyordu ve işçilere yeni bir gelişmenin açıkça sinyalini vermeyi amaçlıyordu. Artık yeni dönem başlamalı. Bu yeni dönem, SPD Başkanı Lars Klingbeil’in 2022 ortalarında ifade ettiği gibi, dünyada “yeni Alman liderliği” zamanlarıydı. Özel fonu, Alman federal bütçesindeki yıllık askeri bütçedeki korkunç artış yakından takip ediyor. Bu arada, Ukrayna’ya kesintisiz silah teslimatı, Alman ordusuna cephaneliklerdeki eski teçhizattan kurtulma ve ek büyük miktardaki parayı Alman askeri teçhizatının kapsamlı bir modernizasyonunu gerçekleştirmek için kullanma fırsatı sunuyor. “Yeni liderlik rolü” için yeni bir güç oluşturuyor bu. Aynı zamanda Batılı silah sistem ve teçhizatının kullanılmasının silahlanma stratejisi açısından da avantajları bulunmakta. ABD ve Almanya’daki silah üreticileri halihazırda savaş ekipmanlarını maksimum gerçekçi koşullar altında test etmekten pasif olarak yararlanıyor. Örneğin, Amerikan Abrams “M1E3” ana muharebe tankının son versiyonu, Ukrayna’da mühimmat, silah sistemi, yapı, ağırlık, tahrik, elektronik yardım ve iletişim sistemleri ile kamuflaj alanlarında kazanılan deneyimlere dayanarak bazı derin optimizasyonlara tabi tutulacak. Sağlanan mali kaynakların yardımıyla ve aynı zamanda Ukrayna savaşından elde edilen askeri-stratejik bulguların da yardımıyla gerçekleştirilen kitlesel yeniden silahlanma, Alman tekelci sermayesinin üretim kapasitelerinin güvenli bir şekilde kullanılmasını sağlamasına ve çeşitli yerlerde kârları güvence altına almasına yardımcı oluyor. Ve bu sadece Diehl, Rheinmetall, Kraus-Maffei Wegmann ve diğerleri gibi silah üreticilerini etkilemiyor. Özellikle mikroçip ve yarı iletken endüstrileri son yıllarda dünya çapında “savunma” politikası çabalarının odak noktası haline geldi. Ukrayna’da iki yılı aşkın bir süredir devam eden savaş, bu modern endüstrinin bir ülkenin askeri egemenliği açısından ne kadar temel bir konumda olduğunu gösterdi.
Savaşın başlamasının hemen ardından Batılı devletler Rusya’ya karşı geniş kapsamlı yaptırımlar uyguladı ve öncelikle Rusya’nın büyük ölçüde bağımlı olduğu uluslararası çip ve yarı iletken tedarik zincirlerini hedef aldı. En son silah ve iletişim teknolojilerini üretmeye devam etmek ve dolayısıyla savaşı sürdürmek için mikroçipler ve yarı iletkenler günümüzde vazgeçilmez. Kısa bir süre sonra, Rusya’nın Batı ülkelerine uygulanan çip ambargosunu aşmaya çalıştığı iddia edilen Çin bulaşık makinelerinin dikkate değer miktarda satın alındığına dair haberler geldi. İster asker nakillerinde, muharebe tanklarında, savaş uçaklarında ve insansız hava araçlarında “basit” piyade teçhizatı, elektronik hedef desteği, iletişim ve konumlandırma sistemleri olsun, ister son teknoloji ürünü güdümlü füzelerde yerleşik elektronikler olsun: mikroçipler, modern sistemler için temel öneme sahiptir. savaş ve bu nedenle federal hükümet bu alana kapsamlı mali enjeksiyonlar sağlamaya hazır. Çip üreticisi Intel’e Magdeburg’da bir üretim tesisi kurması için daha önce 10 milyar avro söz verilmişti. Intel yakın zamanda fabrikanın inşaatını durdurdu ve federal hükümetin tutumu hâlâ ortada. Şimdilik Şansölye Scholz’un mayıs 2024’ün sonunda hedefini formüle etmesi sebepsiz değil: “Almanya, Avrupa’da yarı iletken endüstrisinin merkezi olmak istiyor.”
Silahlanma stratejisi açısından önemini daha fazla tartışmaya gerek olmayan çelik sektörü, son aylarda milyarlarca dolarlık sübvansiyon almanın da mutluluğunu yaşadı. 7 milyarı aşan sayısıyla dört büyük çelik şirketine üretim tesislerini modernleştirme konusunda “destek vermek” isteniyor. Federal hükümet son yıllarda binlerce çelik işçisini ThyssenKrupp Steel, AcelorMittal, Stahl-Holding-Saar ve Salzgitter AG’ye yönelik bu sübvansiyon önlemlerine başarıyla dahil etmeyi başarırken, aynı çelik şirketleri şimdi binlerce işçiyi işten çıkarma tehdidinde bulunuyor. Tanklar için çeliğe ihtiyaç var, gemiler için çeliğe ihtiyaç var. Şirketlere verilen bu milyarlarca dolarlık hediyenin amacı ne? Kesinlikle iş güvencesi sağlamak değil.
Ve federal hükümetin gemi inşasında da “savaşa hazır” rotası devam ediyor. Birkaç hafta önce Şansölye Scholz, “sivil gemi inşası” kisvesi altında, devasa yolcu gemileri üretimiyle tanınan Meyer Grubunu 400 milyon avronun yardımıyla “kurtarmayı” kabul etti. “Binlerce işten tasarruf” kisvesi altında gizlenen şeyin aslında şimdi dağılan trafik lambası koalisyonunun bir sonraki büyük “savaş benzeri” darbesi olduğu ortaya çıktı. Çünkü Papenburg Tersanesinin meşhur imajının arkasında uzun süredir Turku (Finlandiya) ve Rostock’taki diğer tersanelerle birlikte bir grup var. Ve Rostock’taki “Neptun Werft” halihazırda Alman donanması için iki adet “deniz yakıt ikmal sınıfı 707” (tanker) üretiyor. Bu “kurtarma” ile devlet, yalnızca devam eden savaş gemisi üretimini güvence altına almakla kalmıyor, aynı zamanda Papenburg’daki ABD’nin en büyük uçak gemileri boyutunda gemiler üretebilecek kadar büyük tersane üzerindeki nüfuzunu da güvence altına alıyor.
Artık eski ya da yeni federal hükümetin hızla militarizasyonundan kurtulabilecek hiçbir düzey veya alan kalmadı. “Sivil” ekonomi politikası bile Alman emperyalizminin savaş dansıyla giderek daha açık bir şekilde uyumlu hale geliyor. Bunun bedelini işçi sınıfı ödüyor. İster sosyal güvenliğin, eğitimin ve sağlığın küstahça yağmalanması şeklinde, ister ABD’nin orta menzilli füzelerinin konuşlandırılmasıyla nihayet Alman topraklarına ulaşan artan savaş tehdidi şeklinde olsun… Federal hükümet işçi sınıfını bir “dış tehdit”ten korumuyor. İşçi sınıfı pahasına Alman tekellerinin ve Alman emperyalizminin çıkarlarını koruyor.
* Almanya Komünist İşçi Partisi İnşa Örgütü yayın organı
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 17.11.24