Hovsep Hayreni/Azad Sağnıç
Manuel Demir’in 34’ncü ölüm yıldönümünde onun hapislik arkadaşı ve babasının hücre arkadaşı olarak her ikisine tanıklık eden Azad Sağnıç’ın yazısını paylaşıyor, Azad’ın yüreğine sağlık diyerek sevgili Manuel’i ve cefakar babası Hacı Amca’yı özlemle anıyorum. (İkili resimde babası ile Manuel yan yana. Toplu resim Sultanahmet Tutukevinde 1982 yada 1983; Manuel resmin orta bölümünde arkadan ikinci sıraya yakın siyah beyaz kareli gömlekli).
“Manuel Demir ile unutulmayan ilk karşılaşmaBabası Hacı Demir’le Gayrettepe işkence merkezinin hücrelerinde yolumuz kesişmişti. (Hacı, lakabı mıydı İslamlaştırılmış ismi miydi bilmiyorum.)*Muş Devlet Su İşlerinin (DSİ) işkence merkezine dönüştürüldüğü yerleşkede, 90 günlük işkence ve sorgulamanın ardında, ağabeyim, kardeşim ve 26 yoldaşımla birlikte Gayrettepe işkence merkezine götürülüp hücrelere dağıtılmıştık. Bazen yalnızlık en büyük işkence olabiliyor. Orada en dipteki hücreye doğru götürüldüğümde bile, hiçbir yoldaşımın benimle aynı hücreye konulmamasının bende yarattığı yoksunluk duygusu daha çok canımı acıtıyordu.Hücrenin sınırlı mekânına giydirilen karanlığa doğru beni ilk ittiklerinde, içimdeki kaygı nerdeyse kükremişti. Fakat kısa bir an sonra gözlerim karanlığa alışınca, hücrenin dip köşesinde yaşlıca bir amcanın oturduğunu fark ettim. Daracık hücrede yalnız olmamanın verdiği buruk bir sevinç yaşasam bile, üzerimdeki ilk kaygının izleri sürmekteydi. Birkaç saat sonra hücrenin mazgalı tiz bir sesle sert şeklide açıldı. Bu arada nöbetçi polis akşam yemeği için para istiyordu. Köşede sessizce oturan amca yerinden kalkarak polise bir miktar para verdi. İçeri alınmanın hırsıyla yüzüme bakan polise aç olmadığımı söyledim. Oysa açtım, hem de çok açtım. Fakat benimkisi hırstan da ziyade, üzerimde paranın olmamasındaydı.
Polis, “Sen bilirsin…” deyip mazgalı kapatıp gitti.Tekrardan köşeme çekildim ve sessizliğin içindeki düşüncelere daldım. Bir süre sonra kendi halindeki amcanın yemeği gelmiş, karanlıkta el yordamıyla gelen yemekleri paketten çıkarmaya çalışıyordu. Bana dönüp “Haydi gel birlikte yiyelim” dedi. Aç olmadığımı söyledim, teklifi için teşekkür ettim, sadece biraz uyumak istediğimi söyledim. Daha adını ve kim olduğunu bile bilmediğim amca ısrarcıydı. Yemem için ısrarından vazgeçmedi. Ve benimle ekmeğini paylaşarak, ilk iletişimimizi sağlamıştı. Ekmekten bir parça koparıp içine beyaz peynir koyup yemeğe başladım. Gecenin ilerleyen saatinde yarı baygın birini hücremize getirdiler. Hatırladığım kadarıyla Dev Yolcu Ali Rıza Kurul idi. Yoğun işkence gördüğü her halinden belliydi. Biraz kendisiyle ilgilendikten sonra gecenin karalığında derinlerden gelen inilti sesleriyle uykuya daldım. Hücrede üç kişiydik üçümüzde birbirimize karşı mesafeliydik. Güven sorunu yaşıyorduk. Tüm bunlara rağmen yemeklerini benimle paylaşmaktan da bir çekince görmüyorlardı. Bu güvensizlik Rizgarî’nin Adana gurubu getirilinceye kadar devam etti. Adana gurubu geldiğinde benim kaldığım hücreye Sadık Sitil, Bülent Marangoz getirildi. Rızgari davasında içeriye alındığım anlaşılınca hücredeki günler daha bir çekilir oldu. Hacı Demir’le sohbet koyulaştı. Vakit ilerledikçe, benimle birlikte babam, ağabeyim ve kardeşimin de gözaltında olduğunu söylemiştim. O’da bana oğlunun Sultanahmet cezaevinde tutuklu olduğunu belirtmişti.
Gayrettepe hücrelerinden sonra Harbiye hücrelerine, oradan askeri disiplin evine ve daha sonra Selimiye kışlasına götürüldüm. Selimiye kışlasında birkaç gün kaldıktan sonra İstanbul’a getirilişimin üzerinden 50 gün geçti ve Sultanahmet cezaevine konuldum. İşte bu cezaevinde Manuel ile tanıştım. Başlarda cezaevi koşulları normaldi, fakat daha sonrasında tek tip elbise dayatmaya başladılar. Giderek cezaevi cehenneme dönüştü. İşte o cehennem de fırsat buldukça Manuel’le sohbet ediyorduk. Zaman sancılı ve yavaş geçse de, bir süre sonra, bir yılbaşı gecesi Manuel ve birçok yoldaşımı cezaevin de bırakarak tahliye oldum. Sevinç ve buruk her halde bu olsa gerek; görecede özgürlüğüne kavuşmak ve sevdiklerinden ayrılmak.Benim için derin bir anlama sahip olan Manuel, hayatimin her aşamasında hep yer aldı. Peki, benim dört duvar arasında bırakıp ayrıldığım Manuel kimdi?1963 yılında Kayserinin Bünyan İlçesine bağlı Giği köyünde yaşama merhaba diyen Manuel Türkiye’de Ermeni anne babadan dünyaya gelmenin bedelini yirmi beş yılık onurlu yaşamı işkenceler, gözaltılar ve tutuklanmalarla geçirmişti. Manuel’in devrimci bilinci biat kültürünü toptan ret ederken elbette biliyordu yaşamı doğal mecrasında akarken son bulmayacağını. Ermeni köyü olan Giği’nin belleğinde 1915 ermeni soykırımı daha dün gibi capcanlı duruyorken, köylerine yapılan baskılar, köy halkının belleğini harekete geçirmiş, geçmişin karanlık ortamına geri döndürmüştü. Onlar ihtimalleri göz önünde bulundurarak köyden göç etmişlerdi. Adı konmamış Tehcirin sonucunda Manuel’in ailesi de İstanbul’a yerleşmeyi tercih etmişti. Ana dilini Ermeni okullarında öğrenen Manuel, 1981 yılında Özel Ermeni Haç Lisesini bitirir. Aynı yılın kasımında gözaltına alındı. Yoğun işkencelerden başı dik onurlu bir şekilde cezaevine girdi. Seksen beş yılında ceza evinden çıkan Manuel hiç zaman kaybetmeden profesyonel yaşama geçti ve örgütte değişik görevler üstlenir.88 kışında Türkiye’yi sarsacak olan eylemi, Manuel ve yoldaşı Baba ERDOĞAN ile birlikte 8 TİKKO militanının İzmit iline bağlı Kandıra ilçesindeki 197. Piyade Alayını basarak devrimci direniş tarihe not düşmüştüler. Piyade Alayı baskını sonucu sürek avı başlatan kolluk kuvvetleri Manuel’i Sefaköy de bir evde kurulan karakolda ele geçirir. Tarih 24 Ocak 1988 saat 14 otuzu gösteriyordu.Kurulan tuzağa düşen Manuel hemen orada cellâtları tarafından işkenceli sorguya alındı. Tabi işkenceciler davaya inanmış bu Ermeni gencine nedamet getiremeyeceğini anladığında, boş bir araziye götürüp kurşuna dizerek infaz etmişlerdi. Acı bir sondu, fakat gurur dolu bir geçmişti Manuel’in ki. ”
Azad Sağnıç
*Yazarın ihtimal olarak görüş belirttiği Hacı ismi Manuel’in babasının gerçek ismiydi, aile hiç bir zaman İslamlaşmış değildi, Hacı eskiden lakap yada isim olarak Ermeniler arasında da kullanılıyordu. Anadolu’da Ermeni olarak yaşamanın güçlüğü nedeniyle aileler çocuklarına Türkçe ve Ermenicede ortak olan bir isim vermeyi tercih edebiliyor, ayrıca Ermenice bir ismin yanında çokları Türkçe bir isim de taşıyordu. Manuel’e de önceki erkek kardeşleri yaşamadığı için bu yaşasın diye Yaşar adını vermişler. Onu ömrünün baharında yitirmek bu yüzden anne-babasına daha da ağır gelmiştir. Hovsep Hayreni