Demokratik Haklar Platformu (DHP) 31 Mart 2024’te yapılacak olan yerel yönetimler seçimlerine dair tutumunu ortaya koyan bir açıklama yayımladı.
Sürece müdahaleci olunacağına vurgu yapılan açıklamada, “gücümüzü tarihsel birikimimizden, siyasal meşruluğumuzdan, verdiğimiz emekten, ve ödediğimiz bedellerden alıyoruz” denildi.
“Yerel yönetimler politikamız nasıl olmalıdır?” başlığıyla yayınlanan açıklamanın tamamında şu ifadelere yer verildi.
“50 yıllık devrimci sosyalist mücadele tarihimiz, ağır bedellerin yanında siyasal deneyim ve örgütsel birikim alanında da bizlere muazzam bir birikim bırakmıştır. Yengi ve yenilgilerimizin içinden harmanlanarak geldiğimiz bugünlerde ciddi siyasal bir tıkanıklığın yaratılmasında kendimizi bağımsız görmediğimiz gibi sorumlu da görüyoruz.
Kapitalist sömürü ve baskıya karşı demokratik hak alma mücadelesinde sosyalist bir geleceği savunuyoruz. Bu anlayışla devrimci dönüşümü öngörmeyen, ufku sistem içi aşırılıkkarın törpülenmesiyle sınırlı bir radikal demokrasi gücü olarak kendini rutin tekrarla niceliğe hapseden bir reformizmi reddediyoruz.
Reformlar için mücadeleyi küçümsemeden ancak onu toplumsal sorunların kapitalist bataklığını kurutacak devrimci sosyalist bir niteliksel kopuşla bağı içınde görmeyen bir “hak alma”, yönelimi devrimci değil, reformistir. Başta ezilen sınıflar olmak üzere, ezilen ulus ve milliyetler, ezilen cins, talan edilen doğa başta olmak üzere tüm sorunların kaynağı kapitalist sistemin kendisiyle birlikte ürettiği sorunlardır.
Kapitalist sömürü düzeni toplumsal ve politik bir devrimle yıkılıp, tüm üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti gerçekleşmeden bu sonuçları üreten mülkiyet ilişkileri yeni yıkımlar getirmeye devam edecektir.
Gücümüzü tarihsel birikimimizden, siyasal meşruluğumuzdan, verdiğimiz emekten, ve ödediğimiz bedellerden alıyoruz. Kitlelere “bir bilen” olan, onlara tepeden bakan, elitist kibir sahibi, egemen sınıflardan küçük burjuva sosyalistlere bulaşan bir yaklaşımı kesin olarak ret ederek, kitlelerden kitlelere ilkesini esas almaktayız. Kitleleri kendi partisel, grupsal, kliksel çıkarlarına dolgu malzemesi gören politik özneler, onlar üzerine ne kadar çok övgülü sözler ve yeminler ederse etsinler, içi boş demogojiden başka bir şey değildir. Pratikte kendi kaptan köşkünde rota belirleyen, halka yabancı, kendisine sevdalı üstenci yönetim tarzını mahkûm ediyoruz. Devrim kitlelerin eseridir ve tarihin bu altın gerçeği bugün de eskimeyen kendi gercek değerini korumaktadır.
YEREL YÖNETİMLERE BAKIŞ AÇIMIZ
Yerel yönetimlerin toplumsal mücadele acısından önemi, sınırları, kitlelerle köprü kurma niteligi, gelecek devrimci toplumsal pratik açısından yapılacaklara dair mikro düzeyde kitlelere vereceği güven duygusu vs. üzerinden taşıdığı önemi görüyor, biliyor ve kabul ediyoruz.
Yerel yönetimler, kapitalist mülkiyet ilişkileri içinde, mevcut faşist düzen içinde; ne olduğundan büyük bir misyon yüklenilerek, olmayan roller verilecek “iktidar” alanlarıdır, ne de bu böyledir diye, egemen burjuva siyaset aklının sağlı, “sol” lu yerel yönetimleri rant haline getirip, kitleleri esas almayan, toplumsal zenginliği ve yaşam alanlarını talan ettiği gerçeğine gözlerimizi kapatacağımız önemsiz bir alandır.
Yerel halkçı yönetim pratiği üzerinden, burjuva rantçı belediyeciliği salt sözlü teşhirle sınırlamadan, onun alternatifini verili koşulların tüm sınırlarını zorlayarak ortaya koyacak pratik bir görevimizin, ortaklaşacağımız tüm devrimci güçerle omuzlamamız gerektiğinin de bilincindeyiz.
Yerel yönetimler, burjuva rantçı siyasetin kitlelere her bir suç üzerinden teşhir edileceği, eş zamanlı olarak devrimci halkçı belediyeciliğin propaganda edilip, kitlelerin imtihanından geçilerek devrimci halkçı siyasetin onay alacağı özgün yönetim alanlarıdır. Burada rantçı, yağmacı ve talancı burjuva siyasetiyle kapışmaktan kaçmak, salt maksimal hedefler üzerinden somut andaki minimal görevleri atlamak, ciddi iddia sahibi devrimci politik özneler açısından kabul edilemeyecek bir sorumsuzluktur.
Bu bağlamda sorumluluğumuzun altını çiziyor, yerel yönetimleri ve kitlelere siyasetimizi verili koşulların sınırları içinde götüreceğimiz/ götürmemiz gereken alanlar olarak görüyoruz.
Temel sorun yol, su, elektrik değil, kitlelere kendi yaşam alanları üzerinde söz ve yetki veren devrimci halkçı siyasete katılım göstermesini sağlamaktır. Bunu ıskalayan bır anlayış bu anlamda bilinen “belediyecilik”te de başarılı olabilir; ancak devrimci halkçı perspektifin görevleri sıralamasında sınıfta kalacaktır.
Kitlelerin yerelden kendi sorunlarına aktif katılım, onay ve karar vereceği aşağıdan yukarıya aktif katılımlarını esas alıyoruz. Bu noktada halkçı devrimci yerel yönetimler pratiğini kendimizle başlatma kibir ve küstahlığına da düşmüyoruz. Bizler henüz yolun başındayız. 1980 faşist darbe öncesi Fatsa deneyiminden, Amed deneyimine, HDP ve öncellerı deneyimlerinden, DHF’nin Mazgirt, Hozat, Ovacık, SMF’nin Dersim deneyimine uzanan bir süreci görüyor, olumlu ve olumsuz yönleri uzerinden yapılacak bir muhasebeyi gelecek açısından önemsiyoruz. Bu deneylerin olumsuz dersleri de dahil tüm yanlarından ders çıkarmayı esas alıyoruz.
Bugüne kadar “demokratik, halkçı” idda sahibi tüm yerel yönetimler pratiği, halkın siyasete özne olarak katılımıyla ete kemiğe büründüğü, bunun ısrarla hayata geçirildiği “halkçı-devrimci” bir inşa ile tamamlanmamış, başlangıçta ki bu yönlü güçlü irade ve istek giderek alışıla gelen siyaset kodlarının gücü karşısında ezilerek unutulmuş/unutturulmuştur.
Halkın bu durumda siyasal iradeleşme ve yerel yönetimlerin öznesi olma rolü elinden alınınca bu boşluk, parti ve örgütlerin bağlı kadro ve aktivistleriyle doldurulmuştur. Sonuç kitlelerin rolünün kendi kadrolarına verilmesiyle sonuçlanmıştır. İttifaklar siyaseti programsal bir çerçevede devrimci yerel yönetimler ilkeleri üzerinden değil, tüm iyi niyet yemin ve izahatlarına rağmen, kapalı kapı ardı “pazarlıklarla”, “bir sizden iki bizden” anlayışıyla yapılmıştır. Yerel Yönetim deneyi ve pratigi olan hiçbir politik kurum, bir sonraki yerel yönetim seçimlerinde kaybettiği geçmiş pratiklerinin muhasebesini yaparak, çıkarttığı dersleri kitlelerle paylaşarak, bu temelde halka hesap vermemiştir.
Halka hesap vermeyen bir siyasal anlayışı kabul etmiyoruz.
Burda da ilkeler değil, partisel ve grupsal çıkar ve kaygılar belirleyici olmuştur. Kürt Hareketi ağırlıklı yerel yönetimlerde halka hizmet “belediyecilik” görevleri, politik mücadelenin baskısının bir yere kadar anlaşılır mazeretleri üzerinden politik ihtiyaçlara göre ele alınıp, aksatılan, tavsatılan diğer yan dert edilip, üzerinde çalışılmamış, kitlelerin politik sahiplenmesiyle sandığa tahvil edilen anlayışla yetinilmiş, halka hizmet “belediyecilik” görevleri ömemsenmemiştir.
Yerel yönetimler de “söz”, “yetki”, “karar” halka ait olmayacaksa, devrimci politik öznelerde bu gerçeği temel refserans noktası olarak görmeyecekse, halka yabancı böylesi bir siyasetin onun devrimci demokratik yanlarını budayacağı muhakkaktır. Son genel seçimlerde verilen “öz-eleştirı” bu baglam icinde halka yabancılaşmanın siyaseti “merkezlere” sıkıştırmanın bir diyeti olarak adeta kabul edilmiştir.
“Ne yaparsak yapalım, ne eylersek eyleyelim politik paradigma ve haklı mücadelemiz üzerinden halk bizi takip eder” hazırcı/ konformist anlayış sandığa çarparak “aklın başa alınması” yönünde güçlü sinyal vermiştir. Genel seçimlerde bu doğru arayış içine giren “seçmen aklının”, doğrudan kentsel hizmet bekleyen yerel seçimlerde daha baskın bir isteğe dönüşeceği muhakkaktır. Bizler bu anlamda “halkla partilerin çıkarları karşı karşıya geldiğinde, tavrımızı halktan yana koyma” iradesini sunan sosyalist aklın izindeyiz.
Diğer yandan SMF, Dersim Yerel Yönetim deneyi de bu bakımdan bir çok acıdan olumlulukların önüne geçen olumsuzluklarıyla dersler çıkarılması gereken bir yerde, dikkat merkezimizde durmaktadır.
“Kitlelerden kitlelere” siyasetini ilk çıkışından beri kendine destur eden bir geleneğe yaslandığını iddia eden bir “politik özne”nin, yerel yönetimler pratiğinde kitlelerle birlikte söz ve yetki ortaklaşmasını bir gerçeğe donüştürememesinin, bunun yerine kaba popülist, burjuva basın ve sosyal medya gazıyla kendini ferahlatan deyim yerindeyse “cafcaflı” adımlarla kendini rahatlatması asla kabul edilemez.
Popülist söylem ve “eylemler”le “kitlelerden kitlere” siyasetinin üstünden atlayarak, son tahlilde dar grupsal ihtiyaçlar zemininde yerel yönetimler pratiğinde patinaj yapan bu pratiğin kendisi, nelerin yapılmaması gerektiğini öğreten yanıyla “iyi” bir yerde durmaktadır(!)
İlkeler bir devrimci parti ve örgütün niceliksel çoğunluğu tarafından doğrulanmaz. Öyle olsa AKP/CHP belediyelerine verilen çoğunluk oyları karşısında ağzımızı açıp tek bir eleştiri ya da teşhir yapamayız. İlkeleri sınıf mücadelesi tarihinin defalarca denenen, halkın çıkarları acısından doğrulanan geçmis toplam pratiği belirler. Bu bağlamda devrimci yerel yönetimlere endeksli ittifaklar siyaseti, grupsal ve günübirlik çıkarlar tarafından değil, deneyimlerin güne sunulmuş tarihsel ilkeler belirler. Örneğin, kendi toplumsal tarihsel özgünlüğü açısından gerek inançsal, gerek etnisite, gerek devrimci politik çoğulcu özellikleriyle apayrı bir yerde duran Dersim’de, nicel çoğunluğa dayanarak, kendini dayatan “bunlar kırmızı çizgimiz” diyerek, ön alan bir dayatma kabul edilebilir mi? Böyle devrimci ittifak siyaseti halka giderken, daha ilk adımında demokratik çoğulcu özelliğıni koruyabilir mi? Dersim özgülünde burjuva partilerine karşı, devrimci halkçı yönetim anlayışı ekseninde bir araya gelen ittifak güçlerinin “eş başkanlar”ının kim olacağına bir ön seçimle kendi ortak tabanının karar vermesi yerine, “hayır benden olacak” dayatması kabul edilebilinir mi?
Edilemez! Bir bardak su da fırtına koparanların, yedikleri “manşet” çabası ilkelerin yok sayıldığı politik dalgalar içinde ki suskunluğunu pragmatist beklentilerin dışında nereye koyabiliriz.
Dersim, Türkiye Kuzey-Kürdistan siyasal coğrafyasında kendine özgü farklılıklarıyla devrimci halkçı yerel yönetim perspektıfinin en erken somutlaşacağı bir yerde durmaktadır. Bu özgünlüğü gerek kitlelerle yerel yönetime dair söz, yetki ve kararları ortaklaştırıp en geniş devrimci ittifak dizilimi içinde birlikteliğin, devrimci halkçı yerel yönetimi bir model olarak sunacak grupsal kaygılardan uzak demokratik ve devrimci bir zemini sağlama yerine, grupsal açık gizli bir rekabetle enerji ve moral kaybına yol açan dayatmacı anlayışların, pragnatizmden malul saiklerle kabul edilmesi, sosyalist duyarlılığı diri olan hiç bir güç açısından kabul edilemeceğı açıktır.
Yerel yönetim perspektifimizin somut da dikkat merkezine koyduğu birincil alan Dersim’dir. Bunun neden böyle olduğunu devrimci kamuoyunun rahatlıkla anlayacağını düşünüyoruz. Bu bağlamda Dersimin tarihsel etnik inançsal ve politik dokusu üzerinde belirli bir tahlil yapmayı gerekli görüyoruz.
ETNİK, KÜLTÜREL DOKU VE DERSİM ÖZGÜNLÜĞÜ
Kültür ve kimliği belirleyen etmen, arkasında yatan değerler, birbirleriyle duruma göre değişen siyasal ilişkiler ve onları günümüzde yaşandığı şekliyle tahlilden geçer. Bu yüzden bu kavramları tarihî tecrübelerin ışığında inceleyerek somut durumun somut tahlili yapılabilir. Avrupa egemenlerinin ve burjuvazisinin yayılma faaliyetleri neticesinde, modern sömürgeciliğin ortaya çıkmasıyla birlikte ırkçı ve ulusçu ideolojiler sıradan bir hal almıştır. Fakat “ırk” kavramının diğerlerine karşı toptancı bir bakışla bakmaya olan gereksinimi, kendisini sadece ırkçı özne ve kurumlarda göstermez. Bunun yanında biyolojik ve kültürel “ırkçılık” vasıtasıyla göçmen gruplara etnikleştirici damgalar da vurulur. Örneğin Almanya ve Avusturya’da göç toplumu içinde ırkçılık, özellikle Türkiyeli kökenli göçmenlere karşı düşmanca tavırda kendisini gösterir. Bu göçmen grup, biyolojik ve kültürel tek tipleştirme faaliyetleri vasıtasıyla “Avrupa dışı etnik grup” olarak resmedilmiş ve toplumca dışlanmıştır. Böylece Türkiyeli göçmenler “kültürel yabancı halk” olmalarından ziyade bir de İslam’a aidiyetleri sebebiyle, kat’i suretle dışlanmışlardır ve entegrasyon meselesi kuşaklar boyu sürmüştür ve hâlen sorun durumundadır.
Türkiye’de ise tam tersi bir durum söz konusudur. Özellikle İslam coğrafyasında dışardan göçten gelenler kucaklanırken sistem tarafından, iç göç kaynaklı Kürtler ve Özellikle Dersimliler yabancı muamelesi görmektedirler. Alevi inancı kaynaklıda bin bir farklı saldırılara muhatap olmaktalar. Göçmen toplumlar içerisinde karşıt ulusal kimliklerin var olması, özellikle sosyo-politik güç dengesi bağlamında kendisini ihtiyaç olarak göstermektedir. Göçmenler arası rekabet her haliyle mevcut sömürü düzenine gereklidir. Söz konusu çeşitlilik, belli politik ve etnik kökenlere sahip farklı gruplardan gelen insan toplulukları, cinsiyetleri, yaşları ve eğitim seviyelerini ihtiva eder. Etnik topluluk içerisindeki sosyal farklılıkların ve göçmenlerin yanlarında getirdikleri farklı hikâyelerin bugün bile ne denli güçlü bir gerçeklik olduğunu gösterir. Bu nüfus, bölgesel köken ve sosyal sınıfa göre ciddi şekilde birbirinden ayrılmış olarak ikamet etmektedir. Taşra kökenli ve eğitim altyapıları itibariyle kenara itilmiş aileler, geleneksel olarak proleter olan şehrin iç mahallelerinde konuşlanırken; eğitim ve kültür görmüş orta sınıf, zamanla soylu ve kaliteli mahallelere yerleşmiştir. Yapısal mağduriyet devam ederken, sosyal farklılaşma, tıpkı politik ve dini sahalardaki ayrışma gibi sürekli artmaktadır. Bağımsız küçük işletmeler sayesinde bir orta sınıfın oluşması, usta işçilerin, memurların ve üniversiteye gidenlerin sayılarındaki artış, eğitimli ve küçük burjuvazide sosyal bir hareketliliğin başladığının göstermiştir Dersimli göçmenlerde. Bu ayrışmalar özellikle nesiller arasında belirginleşmektedir. “Geleneksel Dersimli” ile “yeni kuşak modern Dersimli” arasındaki sosyal kökene dayalı diğer farklılıklar, yerleşimin zamanla ilerlemesiyle değerleri değişmektedir. Bu farklılaşma süreci boyunca kültürel ortaklık varlıkları giderek belirsizleşir ve neticede ortak aidiyet yeni biçimlere bürünür. Avrupa’da doğan çocuklar için, tarihsel olarak aktarılan Dersim sembolleri/adetleri bu yeni neslin Avrupa’daki gündelik hayatında herhangi bir rol oynamaz. Bunun yerine yeni keşfedilen adetler ve yeni kültürel tarzlar daha fazla anlam kazanır. Türkiye’nin şehir ve Metropollerinde de yine aynı gelişme ve farklı aidiyetler gelişir. Bu noktada farklılık içeren boyutlarından hiçbirini reddetmeyen; bilakis onları kendi varlığının özü olarak kabul eden bir kültür kavramına atıfta bulunmak zaruridir Dersimde. Buna göre kültür, saf olmayanı, belirsiz ve tezat olanı üreten bir karışım kültürüdür. Özellikle izin dönemleri ve sonrası yüz binlerce insanın Dersime gelişi ve girdiği ilişkiler sonrası yeni kültürler otantik kültüre eklenmektedir on yıllardır. 1960-1980’ler arası binlerce Dersim’li ekonomik sebeplerden kaynaklı işçi olarak göçmüştür. 1980-2005 yılları arası işçi göçü yanı sıra hatırı sayılı bir göç politik nedenlerledir. 2005- bugüne değin ekonomik ve baskılar nedeni göçler Dersimin nüfusunun sırf 25 de birinin yaşadığını göstermektedir. Halen otoriter baskı, asimilasyon ve geleceksizlik saldırıları Dersimi göçe zorlamaktadır. Ciddi bir gençlik kesimi Kanada ve Avrupa’nın çeşitli devletlerine kaçmakta. Feodal tarz üretim duraklarken ve küçük doğal üretime dönüşürken, sanayinin gelişmemesi politikasızlığıda ciddi bir sorun olmaktadır. Toplumun kaygılı kesimleri bu noktada “Komünist Başkan” diye tercih kullanmıştı son Belediye seçimlerinde. Bu noktada da sanayi, turizm, kamu ve sosyal hizmetler için yeşil ışık yakmıştı. 50 yıllık bir geleneğin tüm bilgi ve birikimi bir kişi üzerinde sınanacaktı. Bu gelenek bölünüp parçalanmasına rağmen bu fırsatı Dersim halkı sundu. Halkçı ve Sosyalist Belediyecilik noktasında çok önemli katkıları olan bizlerde bu noktada sorumluyuz.
Bizlerin katkıları döneminde perspektifler kurumsaldı ve yürütmenin kendisi de kurumsaldı. Belediye başkanları kişisel olarak popülistleştirilemezdi. Ayrılık sonrası özellikle tasfiyeci kesimin kişileri bilerek öne çıkardığı ve kurumsallığı ötelediğini görmekteyiz. Kişinin ön plana çıktığı bu süreçte peki neler yaşandı? Komünist başkan merkez belediyeyi kazanana kadar toplu taşıma bir felaketti ve maalesef hâlen ciddi bir çözüm görünmemekte. Kayyum süresinde çöplerin aksak toplandığı durum vardı ve bu hâlâ devam etmekte. Çevre ve yeşil alan temizlik ve sulama eskiden rutindi ve hâlen aynı şekilde devam etmektedir. Belediye işçileri sosyal, siyasal ve yetenekleri bakımından eskiden özel kurslarla geliştirilmiyordu ve hâlende geliştirilmiyorlar. Liyakat eskiden de özel bir durum değildi ve şimdilerde daha da kötü pozisyondadır.
Halk, yönetime eskiden çok dahil olamıyordu. “Söz, yetki, karar halka’ sloganına rağmen ve Halk Meclisleri deyimine rağmen, bir kaç Belediye meclisi ve halk toplantılarıyla göstermelik katılım formülü ortaya koyarak, yine halkı yönetime katamadılar. Demokrasi sorunu böyle bir yönetimin merkezinde olması gerekirken, gereksiz ve kıymeti kendinden menkul bazı “örgütsel yeteneksizlerin” müdahaleleri kendini pratik süreçte hissettirdi. Kendi sosyal adalet ve demokrasisini pratiğe geçiremeyen bu anlayış, Dersim merkez Belediye çalışmasında iflas etmiş durumdadır. Bu yüzden öncelikle sosyalist demokrasi sorununun bir taktik değil, başlıca değer olduğunu ve bunu yukarıdan aşağıya tüm kadrolarıyla benimsediğini göstermesi gerekiyordu, fakat bunun tam tersi yapıldı.
Dersim’deki sosyal eşitsizliğin en önemli sorun olduğu tespitinden hareket edip ve şu soruyu sorma cesaretini göstermediler.
Temsili demokrasi mi, doğrudan demokrasi mi? Halkın “Sosyalist Belediye”ye katılımının artması, otonom nitelikte yeni demokratik kurumların oluşmasına fırsat sağlayacaktı ve bu da kendi içine sıkışmış ve kısırlaşmış sistemin duvarlarını yıkacak bir çözüm gücü olacaktı.
Aktif ve doğrudan katılım göz ardı edilerek, önceli belediye yönetimlerine benzeyerek, esasen siyasal yakınlık tutumu ile örgütsel çıkar gözetildi. Farklı kesimlere sırf pragmatist ve makyavelistçe yaklaşılarak, işin esasına salt ekonomik yaklaşım oturtuldu. Mahalle dernekleri, kent meclisleri, çevresel, kadın ya da kültürel problemler ile sağlık, eğitim, barınma ihtiyaçları temelinde bir idare-sivil toplum ilişkisi ortaya çıkartılmadı.
Bunun için coğrafi, sosyal kriterlere göre kent meclisleri halinde bölge ve mahallelere bölünmüş cok yönlü sorunları, zengin örgütlemelerle çözme yöntemine girme yerine, bilindik klasik küçük burjuva çıkarcı anlayışların kötü bir kopyası gibi davranıldı.
Mahalle sakinlerinin yaratıcılığını, belediye bütçelerinin önceliklerini tartışabilecekleri bir dizi küçük mahalle toplantıları ve akademik önerilerin her alanda toplantılarıyla bile ortaya koyabilecekken, tam tersine kolaya kaçarak bir takım siyasal çevre toplantılarıyla yetinilindi. Özellikle çöp toplama, şehir planlama düzenlemeleri, halk sağlığı ve diğerleri gibi konular ciddiyetle ele alınmadı. Daha sonra her bölge, bütçe için bir öncelik sıralaması oluşturmak için mahalle gruplarından gelen tüm önerileri toplamadığı için, yerel halktan kopuk ve sırf medyada iyi görünme seviyesiyle yetinilindi. Mahalle, gençlik, kadın, işçi, emekli, engelli vb meclislerin konu başlıklarına göre temsilcileri seçilmesi ve hizmetlerdeki eksiklikler açıkça ortaya konulması gözlemlenmediği gibi, sorunlar da artarak büyüdü. Katı atık projesi ve yönetimi de iyi ve toparlayıcı yönetilmeyerek, küçük burjuvazinin savunduğu veya karşı çıktığı bir politikaya dönüştü. Kürsü ve açık mikrofon bir çok alana ve köye koyarak halkın derdini dinlemek ve derdine çözümler üretmek esas olmalıyken, HDP, ESP, EMEP vb çıkarcı ve kitle kuyrukçusu küçük burjuva temsilci siyasetlerin “partizan”ı olundu.
Kent nüfusunun yüzde 10’nu aşmayan bu tartışmada çabası, bu süreç tek yönlü biçimde sadece belediye yönetiminin ve küçük burjuva partilerin anlayışının geliştirilmesiyle sınırlı kaldı.
Sosyalist belediyeciliği “hizmet belediyeciliğinden” ayıran en önemli faktör de tek yönlü ilişkiyi değiştirmesi; halkı “hizmet” alan edilgen konumdan “hizmetleri belirleyen ve doğrudan denetleyen” bir düzeye yükseltmesi olmalıdır. Kapitalizmin ve burjuvazinin sosyalliği, halka hizmet götürmekle sınırlı olduğu için kentsel koşulları iyileştirse bile toplumsal gelişmeyi pek etkilemez; çünkü,sosyal gelişme ile toplumsal sorumluluk arasında doğrudan bir bağ bulunuyor. Bu noktada aslında son 20 yıllık geleneğin tartışmaları referansdır. Yine popülistleşen “Komünist başkan”ın, iki de bir “Dersim” ı Cumhuriyet’in Tunc/eli yapan Atatürk’ün önünde defaatla fotoğraf vermesi de başka bir sorun teşkil etmektedir. Atatürk anmalarına katılması protokol düzeyindedir belediyenin. Başkanın katılması gerekmemektedir, temsili katılım yeterlidir. Ama Belediye Başkanı ve bağlı bulunduğu kurum kimseyle kötü olmamak için, işbirliği veya ittifak yaptığı herkesle tatlı geçinmektedir, yeter ki çıkarı olsun. İlke ve prensipler bu anlayış için talidir. Dersim’de yoksullar ve zenginler arasında yoksullar ve yardıma muhtaçlar arasında “sosyalist belediye” pozitif ayırımcılık yapmak zorundadır. Ancak bununla beraber kent, rant üreten bir alan olduğundan sermaye ile yoksulların doğrudan karşı karşıya geldiği bir sahne durumundadır ve pozitif ayrımcılık yok hükmündedir. Halen konut ve barınma sorunu var ve inşaat kooperatifi dillendirilmesine rağmen, gerçekleşmemiştir. Tüm satın alınacak giysi ve gıda maddeleri komşu illerden kat kat pahalıyken, kooperatif halk marketler oluşturarak bir oluşuma gidememiştir. Lokanta fiyatları komşu illerden kat kat pahalıyken, ne kooperatif halk lokantaları ve ne de Belediye halk lokantaları açılıp, pahalılığa neşter vurulmamıştır. Ayrıca halkın ciddi bir kısmı yurt dışı akraba destek ekonomisiyle geçiniyor. Bu desteklerin kurumsal düzeye getirilmesi ve balık yedirme değil de balık tutma perspektifi hiç tartışılmadı/tartışılmadı. Bazı kişilerin girişimiyle kadın kooperatif veya birliği düzeyinde cılız girişimler görüldü. Tüm bu ve daha eksik bıraktığımız eleştirileri ortaya koyarken, kendi öz eleştirimizi de veriyoruz, bunun üzerinden de atlamıyoruz.
“HATA VE SUÇLARI”NA DA SAHİP ÇIKAN/ÇIKACAK OLAN, BİR SİYASAL GELENEĞİN DEVAMCISIYIZ.
Yukarda kaba başlıkla sıraladığımız sorunlarla birlikte esasta siyasal anlayışımızın tarihsel ve siyasal dokularıyla oynanıldı. Sorunun en temel sıkıntısı da buradan başlıyor. Hareketimizin kitleler ve karşı kamp üzerindeki saygınlığı ciddi şekilde zedelendi.
Süreci başlatan bizlerken, tarihin bir kesitinde tasfiyeye uğrasak da atıl kaldığımız ve ciddi eleştiri sunmadığımızdan dolayıda hatalıyız.
Belediye kazanıldıktan sonra örgütlerimizi geliştirmekten ziyade, tasfiyeye gidilmesi İçimizdeki küçük burjuvazinin bilinçli siyasetiydi ve bu noktaları önceden görüp pozisyon almadığımızdan dolayı da hatalıyız. Geleneğin bu tasfiyeci ve revizyonist kesim tarafından kitlelerimizin gözünden düşürülmesi hepimizin hatası, fakat bizim ise suçumuzdur. Siyasal anlayışımızın kitleler üzerindeki saygınlığı, ince ve kurmaz bir tarzda hedef alındı. Hep birlikte bu süreci tartışıp eleştiri ve özeleştiri şeklinde yeni perspektifler oluşturmak istiyoruz. Katılım konusunda aktif, eleştiriler konusunda acımasız fakat yapıcı olmayı hedef almalıyız.Bizler bu noktada açığız ve tartışmaları komünist, devrimci, demokratik formasyona uygun ele alacağız. Bu noktada Dersim yerel yönetim anlayışının ülkedeki güç dengelerini de gözetmesi, sorumluluğunu kentle sınırlı görmemesi önem kazanmaktadır. Şimdiki bu yönetimin en iyi artılarından birisi budur. Komünizmi ve sosyalist belediyeciliği Dersim harici heryerde pozitif olarak siyasete taşıdı.
SÜRECE MÜDAHALECİ OLACAĞIZ
Bu dönem Dersim’de yerel yönetim ve seçimlerde aktif olacağız. Kimi yerlerde adayımız, kimi yerlerde ortak ve kimi yerlerde destekleyeceğimiz adaylar şeklinde bir siyaset işleteceğiz. Ezilenleri esas alan bir siyaset gözeteceğiz. Elbette geleneğin tüm yapı ve emektarları ilk etapta birlikte siyasetimizi kapsamakta ve tüm devrimci demokratik kesimlerle ortaklaşacağız. İlke ve prensiplerimize aykırı hiç bir kesimle ve siyasetle işbirliği yapmayacağız. Dersimin ileri ve ön görülü her kesimiyle dersim ve devrim için güçlü ilişkiler geliştirip destekleyeceğiz. Muhtarlardan köy derneklerine, meslek örgütlerinden esnafa, öğrencilerden sendikalara, rea haq inanç önderlerinden toplum liderlerine doğrudan katılımı artıran özgün araçlar üretilmesini teşvik etmek ve bunları yaygınlaştırmak siyasi görevimizdir. Kentte demokratik katılım sağlanmadan sosyalist kültür zeminini de sağlamak mümkün değildir.
SİYASAL ANLAYIŞIMIZ VE HEDEFİMİZ
Kitlelerin doğrudan ve aktif katılımı sağlamadan ilerici bir kent bilinci yaratmak olanaksızdır. Hemşeriler kenti, kendilerine ait bir mekan olarak görmedikçe de şehri bir rant kaynağı olarak gören anlayışın sona erdirilmesi mümkün değildir. Trafiğin düzenlenmesinden ahlaki kabullere kadar şehrin herkes için yaşanabilir bir yer olabilmesinin yolu, demokratik katılımın artırılmasından geçiyor. Yine ülke geneline örnek olması kentte yaşayanların refah ve hoşnutluğundan geçmeli.Tüm yapılmayan ve eleştirilerimize tabi olan noktalar gelecekteki perspektiflerimizdir.
Ayrıca tarım-sanayi çelişkisi doğru ele alınarak istihdam sisteme rağmen yaratmalıyız. Yerel halk belediye çalışmalarımızda esas olacaktır. Kişi değil, kurumsal kimlik esas olacaktır. Hesap veren ve hesap soranla işbirliği ve çözümler üreten bir anlayışla birlikte olacağız. Mücadele içinde süzülerek bugüne kadar gelen mücadele emektarlarının bilgi ve birikimi başta olmak üzere tüm yeteneklere görev vermeyi esas alacağız. Örgütümüz ve halk arasında çelişki çıkınca kadrolarımız halkın derdini esas olarak görüp ezilenler lehinde çözümler geliştirmeyi esas alacağız. Dar grupçu yaklaşımları red ederek ilerici olan tüm ilişkilerle bütünleşmeyi esas alacağız.Yaşanabilir bir kent ve sosyalist ilişkiler inşası için mücadele edeceğiz.
Aralık 2023
Demokratik Haklar Platformu (DHP)
Yerel Yönetimler Komisyonu”
Yorumlar kapalı.