Ülke sahtında toplumsal mücadele ve politik iktidarın alınması yolunda engel olan ve her türlü mücadele hattında yansımasını gördüğümüz revizyonizm ve dogmatizme karşı temel görevlerimizi unutmayalım, buna uygun harekete geçmekten imtina etmeyelim!
Bartın/Amasra’dan Kürdistan Zap ve Metina kırsallarında karşılaştığımız, kimyasal gazla katliamlara karşı sessizlik düşmanın gücünden değil ülkemiz sahtında oportünizmin ve revizyonizmin alabildiğine güçlü olmasından kaynaklanmaktadır!
‘’Devrim yapmak için, devrimci bir partinin olması gerekir. Devrimci bir parti olmadan; Marksist-Leninist devrimci teori temelinde ve Marksist Leninist devrimci tarzda inşa edilmiş bir parti olmadan emperyalizmi ve uşaklarını alt etmek üzere işçi sınıfına ve geniş halk kitlelerine önderlik etmek olanaksızdır’’ (Mao)
Ezilen sınıfların kurtuluşu, her devrimin temel sorunu olan siyasi iktidar sorunuyla alakalıdır. Kapitalist-emperyalist çağda bu sorunu çözmek; işçi sınıfı, köylülük ve tüm ezilen sınıfların kurtuluşunu sağlamak ancak ve ancak komünist parti ile mümkündür. Bu olmazsa olmaz zorunlu araç olmaksızın ezilen-sömürülen kitlelerin devrim ihtiyacını açığa çıkarmak ve bu ihtiyacı ortak bir amaç hâline getirmek, önderlik etmek mümkün değildir. Dolayısıyla devrimin zorunluluğuna inanan ve onu gerçekten isteyen herkes, bu aracı da istemek ve yaratmak zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Marksizmin işçi sınıfı ve tüm ezilen sınıflara, halk kitlelerine kurtuluşun yolunu göstermesi, devrimci iktidar yolunda ellerinde bir silaha dönüşmesiyle, burjuvazi bu silahı etkisizleştirmek, mekanizmasını çıkarıp atarak ateşlenmeyen zararsız bir silah hâline getirmek için işçi sınıfı içerisinde suratlarına Marksizm maskesi geçirmiş uşaklarına görev verir. Burjuvazinin uşağı olan bu oportünistlerin marksizmle ilişkilenmesini Lenin; ‘’ (Marksist) öğretinin devrimci yanı, devrimci ruhu unutuluyor, bir kenara itiliyor, çarpıtılıyor. Burjuvazi için kabul edilebilir olan ya da öyle görünen şeyler ön plana çıkarılıyor ve övülüyor. Şaka bir yana, bugün bütün sosyal şovenler marksisttirler’’ tespitiyle açıklıyor. Bu aynı zamanda şu demek oluyor; tabelasında ‘’Komünist’’ yazan her parti gerçekten komünist değildir, olamaz. Dolayısıyla yukarıda ‘’Tüm ezilen sınıfların kurtuluşunu sağlamak ancak ve ancak komünist parti ile mümkündür’’, diyerek belirttiğimiz Komünist parti ile suratlarına geçirdikleri komünizm maskesi arkasına gizlenmeye çalışan tüm reformist, parlamentarist, revizyonist, küçük burjuva oportünist sözde ‘’Komünist parti’’leri arasında hiçbir benzerlik ve ortak yan yoktur. Gerçek komünist partisi uluslararası komünist hareketin parçasıdır. Uluslararası komünist hareketin parçası olmak ise uluslararası proletaryanın ideolojisi Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyi savunup kabul etmek ve programlaştırmakla mümkündür. Engels, programla ilgili olarak ‘’… Herkesin gözü önünde çekiken bir bayrak gibidir ve herkes partiyi buna göre değerlendirir’’ derken tam da bu gerçeği iddia ediyordu.
Bir zamanlar komünist ve devrimci olan kişiler, gruplar nasıl ki bir süre sonra şu veya bu nedenlerle örgütlü mücadelenin dışına çıkarak bu niteliklerini kaybediyorlarsa, aynı şekilde Maoist/Komünist nitelikte olan bir parti de bu niteliğini içsel olgular sebebiyle sonuna kadar koruyamayabilir; öportünistleşebilir, revizyonistleşebilir. Bu durumda MLM teoriyi temel alan komünistlerin orada kalmaya devam etmelerinin bir anlamı kalmayacağı gibi, inatla orada kalmaları proletaryanın sınıf savaşımı açısından son derece zararlıdır.
Türkiye/Kuzey Kürdistan’ın ilk komünist partisi Mustafa Suphi önderliğinde 1920’de kurulan TKP’dir. Ancak Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının faşist diktatörlükçe Karadeniz’de hunharca katledilmesiyle TKP’nin önderliği reformistlerin ve revizyonistlerin eline geçti. TKP komünist niteliğini yitirdi. İkinci komünist parti ise Mustafa Suphi ve 14 Yoldaşının komünist mirasını devralan, onu proletarya ideolojisinin ulaştığı yeni aşamayla temsil eden Maoist Partimizdir. İbrahim Kaypakkaya önderliğinde 24 Nisan 1972’de büyük proleter kültür devriminin ürünü olarak kurulan Maoist parti, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katliamıyla sonuçlanan Mustafa Suphi TKP’sinin hatalarını de geride bıraktı. Ancak bu hataları M. Suphi’nin/TKP’nin parçası olduğu uluslararası komünist hareketten, komünternden ayrı olarak değerlendirmek, ele almak doğru olmayacaktır. Ancak komünistler komüntern ve Mustafa Suphi’nin hatalarını ortaya koyup eleştirirken, ‘’Bir partinin kendi hatalarına karşı takındığı tavır, o partinin proletarya davasına bağlılığının ölçüsüdür’’ (İbrahim Kaypakkaya) temel anlayışından hareket ederler.
‘’Mustafa Suphi ve bağlı olduğu komüntern Türkiye’deki devrimin niteliğini doğru şekilde demokratik devrim olarak tespit etmiş, ama emperyalizm ve proleter devrimler çağında büyük burjuvazinin toprak ağaları ile menfaat birliği içinde olmaları, emperyalist sömürüden pay almaları, orta burjuvazinin ise korkak, kararsız ve yalpalayan sınıfsal karakteri nedeniyle demokratik devrimlerin artık proletarya önderliğinde ve işçi-köylü ittifakı temel ittifakı üzerinden gerçekleşebileceği gerçeği göz ardı edilerek demokratik devrim, komprador büyük burjuvazi ve toprak ağalarının ittifakını temsil eden Kemalistlere havale edilmiştir. TKP’nin önüne ise, sosyalist devrimi gerçekleştirmenin yanı sıra, kurtuluş savaşında ve demokratik devrimde Kemalistleri desteklemek ve burjuva iktidar altında gelişecek olası anti-demokratik uygulamalar ile Sovyet karşıtı politikalar karşısında iktidar üzerinde baskı oluşturmak, sovyetlerle iyi ve yakın ilişki içinde olunmasını sağlamak gibi görevler konulmuştur. TKP’nin açık ve legal faaliyet üzerine oturtulan örgütlenme yapısından tutalım da Kemalistlerin izni ve bilgisi dahilinde Türkiye’ye gelip faaliyet yürütmeye kadar tüm her şey ise bu yanlış politik hattın kaçınılmaz ve tutarlı bir sonucu parçası olarak gerçekleşmiştir.’’ (Bkz: Ahmet Kardan, Mustafa Suphi karanlıktan aydınlığa, İletişim yayınları)
Komüntern sömürge ve yarı-sömürgelerde kurulan KP’lerin siyaset ve taktiklerini; uzun bir iç savaşın içinden çıkmış, ekenomisi ve sanayisi yıkıma uğramış ve emperyalistler tarafından kuşatılmış SSCB’nin savunulması temelinde belirliyordu. Lenin bu gerçeği: ‘’Sovyetler olmazsa savunulacak bir anavatan da olmaz’’ sözleriyle açıklıyordu. Bu gerçeklikten dolayı olsa gerek; burjuvazinin gericileştiğini, burjuvazi ile toprak ağalarının çıkarlarının birleştiğini, burjuvazinin toprak reformundan yana olmadığını, bundan dolayı demokratik devrimin proletarya önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakı çerçevesinde gerçekleşebileceğini daha 1900’lerin başında tespit etmesine, Bolşeviklerin programı hâline getirmesine karşın, bunu, Büyük Ekim Devrimi’nden sonra sömürge ve yarı-sömürgeler için genel bir program hâline getirmemiştir. Hem de ‘’çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır’’ tespitinde bulunmasına karşılık getirmemiştir. Burada bir parantez açmak gerekirse (Başkan Mao, Lenin’in savunularını geliştirmiş, tüm yönleri ile açığa kavuşturmuş; yeni demokratik devrim, Halk iktidarı ve Halk savaşı tezleri ile genel teori hâline getirmiş, sömürge ve yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde devrimci iktidara, sosyalizme giden yolu açmıştır)
Sovyetler önderliğindeki komüntern, sömürge ve yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde KP’lerin önüne proleter/sosyalist devrimini koyarken ve demokratik devrimi bir şekilde burjuvaziye havale ederken aslında burjuvazinin demokratik devrimi gerçekleştirme gibi bir gerçekliğinin olmadığını, emperyalistlere karşı olan tutumlarının da sömürge durumundan ileri geldiğini, buna son verme amacının sınırlı olduğunu gayet iyi biliyordu. Ancak KP’lerin önüne demokratik devrimi gerçekleştirme görevini koyarak sömürge ve yarı-sömürgelerinin burjuvazisini ve hatta emperyalistleri güçlendirmek, Sovyetler üzerindeki tehlikeyi büyütmek istemiyordu. Kemalistlerle ilgili olarak Stalin’in 30 Kasın 1920’de, yani Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Karadeniz’de katledilmelerinden kısa süre önce yazdıklarının satır araları iyi okunursa bu görülecektir.
‘’Bütün bunlar itilaf devletlerinin Kemalistlere ciddi olarak kur yaptığının ve Kemalistlerin belli bir sağa dönüş yaptıklarının belirtisidir. ‘itilaf devletlerinin iltifatlarının ne şekilde sonuçlanacağı ve Kamalistlerin sağa gidişlerinde ne kadar ileri gideceklerini söylemek zordur. Birkaç yıl önce sömürgelerin kurtuluşu için başlayan mücadelenin her şeye rağmen güçleneceği, Rusya’nın bu mücadelenin öncüsü olarak bütün gücüyle ve bütün vasıtalarla bu mücadele taraftarlarını destekleyeceği, bu mücadelenin, ezilen halkların savasına ihanet etmedikleri sürece Kemalistlerle birlikte veya itilaf devletleri cephesine geçerlerse, Kemalistlere karşı zafere ulaşacağı bütün şüphelerin dışındadır’ ’’ (İ. Kaypakkaya, bütün eserler, s:349)
‘’Ezilen halkların davasına ihanet etmedikleri sürece’’, ifadesi Sovyet anavatanı savunma politikasına bağlı olarak Kemalistlere uyarı ve mesaj içeren temkinli bir ifadesi olsa da yanlıştır. Çünkü ezilen halkların davası yalnızca sömürge yapının son bulmasıyla değil, ayrıca toplumsal devrimin, o günkü koşullarda demokratik devrimin gerçekleşmesiyle alakalıdır. ‘’Kemalistlerin belli bir sağa dönüş yaptıkları’’ ifadesi de yine bu gerçeklikten ayrı değildir.
Stalin şahsında SSCB ve Komünternin Kemalizme ilişkin gerçek görüş ve değerlendirmeleri; ancak Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Karadeniz’de katledilmeleri, Kemalistlerin itilaf devletlerinin safına geçmeleri, açıktan anlaşmaları, yarı-sömürge yarı-feodal yapı üzerinde anlaşmaları ve ‘’Kurtuluş savaşı’’nın bitmesinden sonra ifade edilebilmiştir.
‘’Kemalist devrim, üst tabakanın, milli ticaret burjuvazisinin… Emperyalistlere karşı gelişen mücadelenin içinden yükselen ama daha sonra özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi imkanına karşı gelişen bir devrimdir’’ (Stalin)
Sovyetler birliğinin önderliğindeki Komüntern ve Lenin’in emperyalist işgal altında olan Türkiye’de Kemalistleri gerek sömürge durumuna karşı çıkan güdük anti-emperyalist yanları nedeniyle, gerek daha büyük düşman olan itilaf devletlerini tercih etmek ve gerekse de gericiler arasındaki çelişmelerden yararlanarak Sovyetlerin içinde bulunduğu emperyalist kuşatmayı zayıflatıp parçalamak amacıyla desteklemesi doğru ve anlaşılır iken, bunu, aynı zamanda TKP’nin politikası hâline getirmesi ise hatalıydı. Bu hata yalnızca Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın katledilmesine mâl olmadı. Beraberinde 50 yıl hüküm sürecek sınıf işbirlikçisi reformist, revizyonist görüşlerin, çizgilerin hakimiyetiyle, Türkiye- Kuzey Kürdistan devrim mücadelesinin üstü ölü toprakla örtülmüş olundu.
Kaypakkaya ‘’TİİKP Program Taslağı Eleştirisi’’ altında 5 temel belgede ortaya koyduğu görüşleriyle uluslararası komünist hareketin kızıl bayrağını Türkiye-Kuzey Kürdistan’da dalgalandırdı. Kemalizm’den Kürt ulusal sorununa, devrimin niteliğinden stratejisine, işçi-köylü ittifakından, Halkın birleşik cephesine, Yeni demokratik devrimden, sosyalizm ve komünizme kadar tüm mesele ve konulardaki savunularıyla hem Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın somut gerçeği ile MLM teorisini birleştirmiş, hem de tüm sosyal-şovenist, parlamentarist, revizyonist çizgi ve anlayışlar ile küçük burjuva fokocu devrim anlayışlarına uluslararası komünist hareketin cephesinden yanıt vermiş oldu. Kaypakkaya’yı kendi döneminin diğer devrimci önderlerinden ayıran, onu Komünist önder nitelemesine taşıyan da işte bu gerçekliktir.
Kaypakkaya’yı aşmak mı, anlamak mı?
Kaypakkaya ve kurucusu olduğu maoist öncümüz bir bütünün ayrılmaz iki parçasıdırlar. Bundandır ki, Maoist öncü kendisini aynı zamanda Kaypakkayacı sınıf hareketi olarak ifade eder. Geçmişin kimi Kaypakkayacıları başta olmak üzere bir çok grup Kaypakkaya’yı ‘’Dudaklarının ucuyla tasvir ederler’’ ve sonra da Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiğini, geride kaldığını, dahası kimi görüşlerinin yanlış olduğunu vb. sıralayarak Kaypakkaya’nın aşılması gerektiğini, yani geride bırakılması ve onsuz yol alınması gerektiğini ifade ediyorlar. Biz buna Kaypakkaya’yı aşmak değil, anlamak ve daha fazla Kaypakkayalaşmak gerekir yanıtını veriyoruz. Çünkü Kaypakkaya bir kişiyi, bireyi değil, bir çizgiyi, ideolojiyi, Marksizmi-Leninizmi-Maoizmi temsil eder. Dolayısıyla Kaypakkaya’yı aşmak geride bırakmak, onsuz yol yürümek aslında MLM’yi aşmak, geride bırakmak, MLM’siz yol yürümek demektir. Kaypakkaya’yı aşma uğraşında olanların veya aştığı iddiasında olanların genel olarak MLM’nin ilkeleri tahrifata uğratmakla karakterize olmaları tesadüfi değildir, vurguladığımız bu gerçekliğin kaçınılmaz dışa vurumudur.
Kaypakkaya’yı aşmak gerektiğini salık verenlerin hepsi ama hepsinin ortak özelliği sözde dogmatizme karşı çıkmalarıdır. Ve bu dogmatizme sözde karşı çıkışlarını da genel olarak Kaypakkaya’nın sosyo-ekonomik yapı tahlili tespiti üzerinden gerçekleştirirler. Ancak gerçekte ise Komünist ideolojinin kriztalize olmuş hâli olan 5 temel belgedeki savunularının neredeyse tümüne karşı çıkarlar. Bunu da açıktan değil, tahrifat yoluyla yaparlar.
Başkan Mao; ‘’Dogmatizm de Revizyonizm de Marksizme aykırıdır’’ der ve devamla marksizmi günün somut durumuna uygularken Marksizmin temel ilkelerinin korunması ve bu temel ilkelerden hareket edilmesi gerektiğini, aksi hâlde bir burjuva ideolojisi olan revizyonizme düşüleceğini ve bu durumda da revizyonizmin dogmatizmden daha tehlikeli olduğunu belirtir. Revizyonistlerin amacını şu tespitle açıklar ‘’Revizyonizm veya sağcı oportünizm bir burjuva ideolojik akımdır, dogmatizmden çok daha tehlikelidir. Revizyonistler veya sağcı oportünistler marksizmi dudaklarının ucu ile tasvip ederler ve onlar da ‘dogmatizme saldırırlar. Ama onların saldırıları gerçekte doğrudan doğruya marksizmin özüne yöneltilmiştir. Onlar materyalizm ve diyalektikle savaşırlar veya bunları tahrip ederler…’’
Türkiye/Kuzey Kürdistan’ın somut gerçekliği ile MLM teorisini birleştiren, komünist ideolojiyi berraklaştıran Kaypakkaya’nın revizyonizme karşı mücadelesi dogmatizme karşı mücadelesinden ayrı değildir. Biz ardılları, Kaypakkaya’yı aşmak değil anlamak lazım derken aynı zamanda Kaypakkaya’nın dogmatizme ve revizyonizme karşı duran ve birbirini tamamlayan bu ikili özelliğine işaret ediyoruz. Kaypakkaya aşılıp terk edilerek, geride bırakılarak, komünist ideoloji ve temel ilkeler rafa kaldırılarak ne yaşanan, gerçekleşen değişimler, Marksist ilkeler etrafında doğru temelde tahlil edilebilir, niteliği doğru şekilde tespit edilebilir ne de buna bağlı olarak program, strateji ve taktiklerle doğru bir değişikliğe gidilebilir. Gidemeyenlerin hâli ortadadır. Revizyonizme karşı MLM ilkeleri savunurken bunu, Kaypakkaya’nın yaptığı gibi dogmatizme karşı mücadeleyle birleştirmek son derece önemlidir. Önemlidir çünkü, aksi hâlde anti- MLM teorilerin MLM maskesi altında pazarlanmasına, kitlelerin bilinçlerinin revizyonist düşüncelerle dumura uğratılmasında revizyonistlere alan açılmış, kolaylık sağlanmış olunur ve hem de işçi sınıfı, emekçi köylülük ve tüm ezilen sınıfları KP önderliği altında birleştirmek, sınıfsız topluma giden yolda sosyalizm uğruna savaştırmak ve bu savaşa da sonuna kadar devrimci tutarlılıkla kumanda etmek mümkün olmaz. Bunun bilincinde olan sınıf hareketimiz, 49. Savaş yılında gerçekleştirdiği üçüncü kongresinde bu ikili görevini, sorumluluğunu yerine getirmiş, 50. Savaş yılına daha güçlü şekilde girmiştir.
Sonsözü faşist Kemalist diktatörlük tarafından 49 yıl önce aylar boyu süren ağır işkencelerden sonra kurşuna dizilerek katledilen, ser verip sır vermeyen, sınıf hareketimizin kurucusu komünist önder İbrahim Kaypakkaya’ya bırakıyoruz:
‘’Eğer bir komünist hareketin taşıması gereken niteliklere sahip olur ve bunları sürekli olarak korursak, hareketimizin hızla büyüyüp gelişeceğine, halk kitleleri arasında dal budak salıp kökleşeceğine derinden inanıyoruz. Çünkü halk tava gelmiş toprak gibidir, bizler de sağlam ve yeşermeye hazır tohumlar olmalıyız.’’
Yorumlar kapalı.