1. Haberler
  2. MAKALELER.
  3. Emperyalist-Kapitalizmin Giderilemeyen Genel Krizi Türkiye’de Karşılığını Buluyor

Emperyalist-Kapitalizmin Giderilemeyen Genel Krizi Türkiye’de Karşılığını Buluyor

featured
service

Emperyalist-kapitalist sistem ve üretim tarzına içkin olan ve kapitalizm yok edilmeden ortadan kalkmayacak çelişkiler, ona özgü tüm bu karşıtlıklar hala dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgını gibi olağan üstü şartlarda hafiflemez, bilakis şiddetlenerek ağırlaşır. Ekonomiyle ilgili kurumlar, emperyalist tekellerin sözcüleri tarafından dünya iktisadında 2021 yılında yüzde sekiz ile on arasında daralma beklentisi açıklanmaktadır. Türkiye’nin sanayi üretimi ve ticarette en fazla bağımlı olduğu Avrupa ekonomisi belirtilen daralmada ABD ile yarışır durumda. Toplumun sağlık ve yaşamının korunması ve merkeze alınması yerine tamda kapitalizmin niteliğine uygun olarak sermayenin ihtiyaçlarının merkeze konulduğu kapitalist dünyada insanlar kitle bağışıklığına bırakılarak sermayenin bekası için işçiler çalışmaya zorlandı. Tüm çabaları sermayenin geleceği için çalışanların ölüme yollanması pahasına rağmen kapitalist üretim ve ticaret hacmindeki daralmanın durdurulması başarılamadı.

Salgın Hastalık Ekonomik Sorunları Büyütüyor

Sürekli büyümek zorunda olan tekeller dünyasındaki kapitalist üretim sisteminde daralma süre gelen krizin ağırlaşması demektir. Dünyada artan işsizlik, iflasların genel niteliği, yoksullaşma, ücret kesintileri ve ücretlerde düşme, yokluk ve perişanlığın işçi sınıfı ve halk kitlelerini sarmasıdır. İşsizliğin artmadığı tek bir ülkenin bile olmaması tesadüfi değildir. Emek gücünün bir kısmının üretim dışına itilmesi kapitalist üretim biçiminin genel niteliğidir, ama kriz dönemlerinde üretimin yavaşlama ve durma seviyesiyle orantılı iş çığırından çıkar ve işsizlik genel bir hal alır. Covid-19 salgını sürecinde toplumsal olarak ağır biçimde etkilenen halk kitleleri hastalığa karşı korumasız kalmalarının yanında birde açlık ve işsizliğin getirdiği çaresizlikle boğuşmak hayatta kalma sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. Sağlık hizmetinin sermayenin azami kâr alanına dönüştürüldüğü kapitalist toplumda gelişmiş tıp bilimi, ilaç, araç, ekipmanların sınırlı sayıda kişilerin özel mülkiyetinde olması kitlelerin sağlık hakkına erişimini engelleyen temel faktördür. Kapitalist üretim ve meta egemenliğinin sürdüğü toplumsal koşullarda ne işsizlik, ne açlık ve yoksulluk ne doğanın tahrip edilmesi, nede yeterli parası olmaması nedeniyle ilaç alamama, tedavi olamamaktan emekçilerin ölüp gitmesi son bulur. İşçi sınıfı kapitalizmi yok edip sosyalizmi kurmadığı sürece kapitalizmin tüm kötülüklerine maruz kalmaya devam edecektir. En gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde dahil hiçbir ülkede salgın döneminde kapitalistler ve onların sınıf devleti tarafından işçi sınıfının zerre kadar önemsenmediği görülmektedir. Keza yoksulluğa ve sefalete itilen emekçilerin sayısında büyük artış yaşanırken pandemi sürecinde dünyanın en zenginlerinin servetlerindeki ciddi artışlar dikkat çekici olsa da sömürücü sistemin niteliğine uygundur. Kapitalizmde sermaye, zenginlik ve servet sınırlı sayıda kişide birikirken yoksulluk ve sefalet halk kitlelerinde birikir.

Emperyalist Tekeller Arasında Çelişki Keskinleşmiştir

Kapitalist-emperyalist sistemin taşıdığı karşıtlıklar ekonomideki çöküşle birlikte çok daha keskin hale gelmesinin sonuçları emperyalist ülkeler arası siyasetin her adımında görülmektedir. Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin keskinleşmesi, pazarlara hakimiyet uğruna rekabetin askeri metotlarla çözülmesi yoluna kayması politikasında her geçen gün artan eğilim, emperyalist kamplaşmalar ve birliklerine açıktan karşıt pozisyon almalar dünyaya hakim haydut sömürgeci ülkeler arasında eskiden gösterilen sahte dostluk gösterilerinin çoktan sona erdiğini göstermektedir. Tarihte kanıtlandığı gibi kapitalist ülkeler arasında dostluk diye bir şey yoktur, o ülkelerin burjuvazilerinin çıkarları vardır. Gerçek manasıyla dostluk ancak sosyalist uluslar ve ülkeler arasında olur. Dünyaya emperyalistler hakim ve her kıtada bağımlı ulusların ve ezilen halkların kanı akıtılıyor. Ekonomik avantajlarıyla yükselen ve kapitalist dünyanın siyasi dengelerini sarsan emperyalist Çin emperyalist ABD için baş düşman ilan edilmiştir. Keza Japonya ile Çin arasındaki çelişki ve rekabet keskinleşmiştir. Öte yandan ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya ile birlikte NATO konseptiyle Rusya’yı kuşatma stratejisi yürürlükte ve ilerlemektedir. Çin pazarında önemli avantajlar sağlansa da Çin ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki çelişkiler ve rekabet keskinleşmesi engellenemiyor. İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalistler ABD ile Rusya’nın egemenlik hattı olan Ukrayna, Kırım, Gürcistan, Polonya, İskandinav ülkelerinde hamleler yapmakta, Karadeniz’de etki alanının oluşturulması için ABD tarafından Romanya, Bulgaristan’a askeri yatırımlar yapılmaktadır. Bu konsept dahilinde Yunanistan’a daha fazla ağırlık verilip Güney Kıbrıs’a askeri yığınak yapılırken Rusya’nın etkisine karşı Türkiye’nin mutlaka elde tutulması, öte yandan Mısır, Lübnan, Ürdün üzerinde yoğunlaştırılan etkiyle Akdeniz’de Rusya etkinliğine izin verilmemesi, bununla birlikte Çin’in “tek yol, tek kuşak” projesine oluşturulması gerekli setlerin ayakları oluşturulmuş olacağı planlanmaktadır. Kıyasıya rekabet sürmektedir, ama Rusya ve Çin’in etki alanlarının güçlenmesi ve genişlemesi durdurulamamaktadır. Ayrıca genel bir silahlanma yarışı, yeni silah denemeleri sürmektedir. Suriye, Libya, Yemen’de “soluklansa da” Ukrayna’da süren savaşlara Kafkasya’da Azerbaycan ile Ermenistan arasında Eylül 2020’de çıkan savaş eklenmiştir. Nahçıvan’ın Ermenistan sınırları içinde, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan sınırları içinde özerk olarak 1917 Sovyet Sosyalist Devriminden 1991’e kadar sosyalizm bayrağı altında kardeşçe yaşadığı Ermeni ve Azeri halkları ve ulusları yeniden düşmanlaştırıldı. Bu olgu daha büyük savaşa hazırlanan emperyalistlerin uygun olan her alanda kışkırtılan ve daha küçük ve bölgesel savaşların çıkarılması yolu ile bir birini yıpratacak, bölge ülkeleri bu savaşlarda taraf olmaya zorlanarak daha keskin ayrışımlar sağladıkları görülmeli. Bu somut olgular barışçıl bir dünyayı değil, kana susamış kapitalist cellatların savaşla kana bulayacakları bir dünyayı işaret etmektedir. 

Zenginler Daha da Zenginleşti

 Dünyada yoksulluğu sonlandıracak harcama miktarı en zenginlerden birinin serveti bile etmiyorken bir buçuk milyar insan gerekli gıdaya, sağlığa, konuta ulaşamıyor. Yeterli gıda ve hizmet potansiyeli ve kaynağı fazlasıyla var, ama emekçi insanlar bunlara ulaşamıyor. Yoksulluk ve açlık her yerde artmaya devam ediyor. Bu somut sonuçlar emek ile sermeye arasındaki karşıtlığın göstergesidir.

Dünyada temel çelişki olarak emek ile sermaye arasındaki antagonist karşıtlık keskinleşmektedir. Her yerde öfke ve hoşnutsuzluk birikmiştir. İşçi sınıfının yeniden büyük mücadeleye tutuşmasının nesnel koşulları daha da olgunlaşmaktadır. Sınıf mücadelesinin gelişmesi şartları dikkate alınarak emperyalist burjuvazi tarafından tedbir olarak sistemlerin faşistleştirilmesi eğilimine girilmesi tesadüfi değildir. Fakat ne yapılırsa yapılsın sömürü, savaş ve eşitsizlik üreten kapitalist sisteme karşı devrimci proletaryanın sosyalizm mücadelesi engellenemeyecektir. Kapitalizmin genel krizine çözüm bulamayan hükümetler dışta saldırganlık içte baskı politikasına sarılıp milliyetçilik, dini gerici düşüncelerle halk kitlelerini aldatmaktadırlar. Fakat emek ile sermaye arasındaki temel çelişmede belirleyici olan yön burjuvazi değil devrimci proletaryanın iktidarın kazanılması uğruna yürüttüğü sınıf mücadelesidir. Çeşitli özgünlükleriyle her bir ülkede nesnel şartların sunduğu lehe avantajlar komünistlerin kararlı çalışmalarıyla birleştiği oranda devrim mücadelesi gelişme kat edecektir.

Sadece kendi aralarında değil, emperyalistlerin kendilerine bağımlı olan yarı-sömürge ülkeler (küçük ve görece gücü sınırlı ülkelerde dahil) ile emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler keskinleşmiştir. Emperyalist tekeller arasındaki rekabet yarı-sömürge birçok ülkenin bağımsızlığının tümüyle ayaklar altına alınması, devlet düzenlerinin çökmesi, sonu gelmez iç savaşlarla bitip tükenmesiyle somutlanmıştır. Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Sudan, Mali vb. vd. çeşitli ülkelerdeki durum emperyalistlerin bağımlı ülkeler üzerinde artan genel baskının birer son örnekleridir. 

Bağımsız bu ulusların emperyalist haydutlarca dilediklerinde bombalanması, işgal edilmesi bağımsızlığın biçimsel, sorunun çözümünde her hangi bir hükümet veya lider değişiminde olamayacağı, doğrudan emperyalizmin kovulması, yani ulusun gerçekten bağımsız ve özgür olabilmesinin proletaryanın iktidarı sorunu olduğu unutulmamalı. Emperyalizm çağında ulusun kurtuluşu proletaryanın kurtuluş davasına bağlandığı gerçeği, emperyalistlerin birçok bağımsız ülkeyi yıkıp harap ettiği diğerlerinin ise baskı ve tehdit altında olduğu koşullarda daha iyi anlaşılmaktadır. 

Türkiye’de Ekonomik, Sosyal, Siyasal Kriz Derinleşiyor

 Gövdesiyle emperyalist tekellere bağımlı Türkiye’de ise durum kapitalist dünyada baş gösteren büyük sorunların uç örneklerini sunuyor. Daha önceki değerlendirmelerimizde mevcut faşist düzende çözülmesi mümkün olmayan temel meselelerin ağırlaşacağı, ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak sorunların büyüyeceği üzerinde sıklıkla durulmuştur. Demokratik hak ve toplumsal isteklerin dışlanması üzerine bina edilen ezilen ve sömürülenler başta olmak üzere, keza rekabet halinde hükümete muhalif burjuva partilerde dahil kendisine biat etmeyen hemen her kesimin üzerinde devlet baskısı ve şiddetinin arttırılmasına dayanan bir yönelin anlamına gelen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğinde “Türkiye’nin uçurulacağı” vaat edilmişti, ama ekonomik olarak çöken, siyasi krizden kurtulamayan genel tablo çırılçıplak daha da görünür hale geldi.

“Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yönetim şekli güçlerin tek merkezde toplandığı sivil hükümet eliyle uygulanan darbe rejimidir. Yönetiminde AKP yalnız değildir. Vatan Partisi-Doğu Perinçek, Ergenekon kanatları, BBP, yanı sıra çeşitli cemaat, tarikatlar ve en gerici çevrelerin dahil olduğu “cumhur ittifakı” bir büyük siyasi kamp olarak AKP-MHP tarafından temsil edilmektedir. MHP’nin aşırı milliyetçi, ırkçı, yayılmacı faşist siyasi politik düşüncesi AKP hükümetinin yönetim “modeli” olarak uygulanmaktadır. Çok güçlü olduğu varsayılan hükümet esasta MHP ile rehin alınmıştır. Türk milliyetçiliği ve islam diniyle sentezlenmiş burjuva faşist ideoloji (Ki bu Kemalist burjuva ideolojinin güncel uygulama biçimidir) hakim Türk burjuvazisinin topluma egemen olan ideolojisidir ve AKP’nin halk düşmanı politikaları egemen burjuvazinin bu gerici sınıf ideolojisiyle meşrulaştırılmakta, kitlelerin gözüne serpilen milliyetçilik külüyle gerçekler görünmez kılınmakta, itaat, sabır ve şükür etmeyi vaaz eden İslamiyet ile bilinçler uyuşturulmaktadır. 

ABD emperyalizminin yoğun desteğiyle hükümete yerleşen AKP hiç kuşkusuz ekonomik ve siyasi olarak emperyalist tekelleri ve onların işbirlikçileri durumundaki komprador egemen burjuvaziyi ve büyük toprak sahipleri sınıflarını temsil etmektedir. İşçi sınıfı emekçi köylülük başta tüm halk kitlelerinin çıkarlarının karşısında sermayenin çıkarlarının koruyucusu AKP-MHP siyasi kampı da Türk burjuvazisinin kendi aralarındaki çelişkilerin keskinleşmesinin tüm içsel özelliklerini bağrında taşımaktadır. Çeşitli sermaye grupları, rant, rüşvet, spekülasyon ve her türden yasa dışı faaliyetlerden palazlanan yapılar, dokunulmaz, her türden imtiyazdan yararlanan ve yüksek gelirle ödüllendirilen sivil ve askeri bürokrasi toplumsal baskı, devrimci kitlelerin sindirilmesi, siyasete yön verilmesi yanında gelişebilecek sınıf mücadelesi dinamiklerine karşı kullanılacak silahlı çete, mafya örgütlenmeleriyle iç içe geçmiş hükümet yapısının kurulduğu çıkar birliği aynı zamanda bu gerici faşist güç ve yapıların çıkar çatışmalarının sürekliliği nedeniyle çatlamaya gebedir. Aldatma politikası yoksulluk, açlık, işsizlik duvarına çarptıkça kitle desteği eriyen AKP’nin yıpranması güç kaybının durdurulamaması durumu faşist bloğun çatlamasını doğuracaktır. Ama buna rağmen emperyalist tekellerin, egemen Türk burjuvazisinin ihtiyaçlarını en iyi biçimde karşılayan AKP devlet iktidarının her yönlü aracılığıyla sonuna kadar kullanılacak, işe yaramaz hale geldiğinde ise yerini kitleleri aldatacak bir başka hükümete bırakacaktır. 

Türkiye hiçbir zaman demokrasi olamadı, mevcutta da demokrasi değil, faşizm cumhuriyetin başından itibaren tepeden aşağıya devlet aracılığıyla uygulanmaktadır. AKP-MHP ittifakıyla faşist diktatörlük tahkim edilip vidalar daha da sıkılsa da, daha önceki yönetimlerin yaptıklarını yapmaktadırlar. Toplumsal koşulların değişimiyle beraber sadece yöntemler çeşitlenmiş ve sermayenin baskı ve egemenliği işçi sınıfı ve tüm halk kitleleri üzerinde daha da şiddetlenmiştir. 

Bağımlılık ilişkisinde tek merkeze değil de çoklu emperyalist tekellere bağlı olunması emperyalist tekellerin keskinleşen rekabeti nedeniyle dolaysız olarak egemen Türk burjuvazisinin kendi arasındaki çelişki ve rekabete yansımakta devlet iktidarına hakim olma kaygısını kızıştırmaktadır. “Cumhur” ve “millet” ittifakları arasında ayrılmış burjuva siyasi kamplar birbirlerine karşı dururken her biri kendi içinde ciddi çelişkiler taşımaktadırlar. 

Gerek “cumhur ittifakı” partileri, gerekse HDP ile isimlerinin dahi anılmasını istemeyen CHP, İYİP gibi “millet ittifakı”nı oluşturan partiler ve de AKP’den kopanların oluşturduğu DEVA (Ali Babacan), Gelecek Partisi (Ahmet Davutoğlu) olsun burjuvazinin çeşitli eğilimlerini temsil eden bu partilerin hiç birinde demokratik nitelik yoktur. Nüans olarak farklı söylemlerde bulunsalar da burjuvazinin sömürücü faşist dikta rejiminin savunucusudurlar. İşçi sınıfına ne vaatte bulunursa bulunsun burjuva partilerin aldatmacalarına kanmama deneyimi ve bilincini edinene kadar işçiler sermayenin temsilcisi bu partilerin etkisinde olacaklardır ama işçi sınıfı bizzat kendi deneyimiyle ve sınıf bilinçli proleterlerin aydınlatıcı çalışmaları örgütleme ve birleşmeleriyle hiçbir burjuva partinin arkasından işçilerin, emekçi halk kitlelerinin, emekçi köylülerimizin gitmemesi gerektiği eninde sonunda kavranacaktır. 

Gerçekler Yalanlarla Gizleniyor

Peki faşist devlet diktatörlüğünün kaptan köşkünde keyif çatan AKP ve mutlak şefinin ordu, polis kurşunları, mahkemeler, hapishaneler, yasaklar, valiler ve imamlar ordusuyla yürüttüğü yönetim nasıl bir ekonomik temele dayanmaktadır?! Sadece finansal-mali yönden değil, kapitalist sanayi üretimi yüzde yetmiş oranında Türkiye ithalata bağımlıdır. Bankalar ve kapitalist sanayi üretimi emperyalist tekellere bağlıdır. Ticarette ihracat ithalatı karşılamamaktadır. 1838-39 Osmanlı’dan günümüze cari açık sürekli büyümektedir. Türk lirası döviz, dolar karşısında değer kaybında adeta erimiştir. Borç stoku 500 milyar dolara dayanmıştır. Bu rakam Türkiye’nin 1980’de 16 milyar dolar olan dış borcuyla kıyaslanmasıyla aradaki uçurum daha iyi anlaşılacaktır. Merkez Bankası’nın rezervleri erimiş 35 milyar dolar civarında borçlanmıştır. Ekonomik çöküş tehlikesi sıralamasında dünyada ilk üç ülke arasındadır. Keza dünya piyasasında ortalama faiz oranı yüzde 1’in altındayken, Türkiye yüzde 8 ile 13 bandında ancak borç bulabilmektedir. Son on sekiz yılda sadece faiz ödemesi miktarı 510 milyar dolar civarındadır. Borç ödemeleri yeni borçlanmalarla yapılabilmektedir. TÜİK tarafından yüzde 15,61 olarak açıklansa da gerçekte enflasyon yüzde 35’lerin üstündedir. Maaş ve asgari ücretin düşük tutulması için rakamlarla oynanmaktadır. Yüksek vergiler ile rantçı, bürokratik, askeri devlet halk kitlelerinin sırtında büyük kambur durumundadır. Vergilerle yüzde 95’i halktan toplanan devlet maliyesinden burjuvaziye sürekli sermaye aktarımı yapılmaktadır.

Bu ekonomik tabloda zenginliğin yaratıcısı olan işçi sınıfı ise yokluk ve sefalete itilmektedir. İşçilerin yüzde 65’nin 2.324 TL asgari ücretle çalışmaya zorlandığı, emekçi köylülerin yoksulluktan kurtulamadıkları, keza ekonomisi çökertilmiş ve ulus olarak sistematik faşist baskı altında vergi toplanması, doğal kaynaklarının işletilmesi fakat toplumsal hizmet harcamalarının yapılmayarak sömürünün Türk burjuvazisine aktarılması şeklinde vergiler yoluyla keza Kürt emekçilerin sermaye için ucuz iş gücü rezervi oluşturması ve pazarı denetim altına alınmış Kuzey Kürdistan’ın yağmalanmasını da kapsayan bu kapitalist vahşi sömürü düzeni AKP-MHP’nin temsil ettiği ekonomik düzendir. Şiddet araçları kullanılsa da ekonomik ve siyasi olarak her açıdan tıkanmış sistemin çürümüşlüğü giderilmez niteliktedir.

Dış Politikada Saldırganlık İçte Artan Baskı

İçteki çökme, siyasi kriz dışarıda savaş, işgal ve yayılmacılık politikası ile giderilebileceği hesaplanmakta, Irak, Suriye’de (Batı ve Güney Kürdistan’ı kapsamaktadır) işgal savaşında ısrar edilmektedir. Libya’da savaşmakta, Akdeniz’de petrol-gaz rezervleri pastasından pay alabilmek için askeri güç sahaya sürülmektedir. Kışkırtılan Ermenistan Azerbaycan savaşında Azerbaycan tarafında savaşın parçası aktif unsuru durumunda olan Türkiye bölge ülkeleriyle ciddi krizler yaşamakta, öte yandan özellikle Rusya ve ABD, Rusya ve Almanya, İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkeler arasındaki keskin rekabette arada oynama yolu ile kendisine avantaj elde etme peşinde olmuştur. Kürt ulusu üzerinde baskının sürdürülmesi Irak, Suriye, İran’daki Kürtlerin siyasi ve politik iradelerinin yok edilmesi – büyük bir Pazar olması ve bu ekonomik temeli kaybetmek istememesine bağlı olarak – Türk burjuvazisinin dış politikasının ana hedefini oluşturmaktadır.

HDP’nin kapatılması planları,  Kürt milletvekillerinin tutuklanması, kalan tüm vekillerin tutuklanma tehdidi altında olması, Kuzey Kürdistan’da Kürt belediye başkanlarının yerine vali, kaymakam vb. memurların kayyum olarak atanması ve sonu gelmeyen tutuklanmalar, Türk burjuvazisinin temsilcisi siyasetçilerin Kürtleri – yabancı ulusları ve çeşitli milliyetleri de – aşağılayan politikasının normalleştirilmesi ve daha bir saldırgan tutum, Batı, Güney ve Kuzey Kürdistan’da büyük anlatılmaz toplumsal acılar ve yıkım yaratan haksız savaşın sürdürülmesi, tüm bunlar Kürt ulusu üzerinde milli baskının çok çok şiddetlendiğinin göstergesidir.

Şiddetlenen milli baskı Türkiye’de devrimci proletarya, demokratik ilerici kesimler üzerinde şiddetlenen baskıyla bütünleşmiştir. Milli baskı, din baskısı diğer ifadeyle din ve inanç özgürlüğü sorunu, fikir özgürlüğü, örgütlenme, yürüyüş, sendikalaşma hakkı, grev hakkı gibi temelde demokrasinin konusu olan tüm toplumsal taleplerin savunucusu kesimler faşist diktatörlük tarafından ezilmektedir. Baskı, kitleler üzerinde devlet şiddetinde ne kadar artış olursa olsun Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve tüm halklarımızın demokrasi ve özgürlük isteklerinde zayıflama olmayacak, aksine demokratikleştirilmiş sistem isteği toplumsal olarak güçlenecektir. Fakat demokrasi mücadelesinin hangi sınıfın önderliğinde gelişebileceği konusunda net ve doğru fikirlere sahip olunması önemli bir husustur. 

AKP-MHP faşist bloğuna karşı kimi sosyal reformist partilerinde desteklediği ama esasta HDP tarafından sıklıkla demokrasi inşası için “demokrasi bloğu kurulması” çağrısı muhalefetteki CHP başta olmak üzere “millet ittifakı”na ve diğer burjuva partilerine yapılması son derece ilkesizdir. Demokrasi düşüncesi ve ilkeleri olmayan burjuvazinin görüntüde demokrasiyi savunur gözüken ama gerçekte demokrasiyle alakası olmayan gerici partilerden demokratikleşmeye öncülük edilmesini istemektir ki bu olanaksız bir istek ve halk kitlelerinin olmayacak beklentilere sürüklenmesi bakımından da bir aldatmacadır.

Sermayenin işçi sınıfı üzerindeki baskısı artmaktadır. Sömürüyü ağırlaştıracak yeni yeni yasalar çıkarılırken, işçilerin koşulların iyileştirilmesine yönelik en küçük örgütlenmesi ve eyleminin karşısına asker ve polis çıkarılmaktadır. Çalışabilir nüfusun sadece yüzde 43’nün çalışma yaşamına katıldığı milyonlarca işsizin olduğu dahası resmi rakamlara göre 17 milyon kişinin sosyal yardımlarla yaşadığı işçi, emekçi köylü, memur, küçük esnaf ve üreticilere kadar halk kitlelerinin bankaların borç kölelerine dönmüşmüş olması ve Covid-19 salgın hastalığın getirdiği ağır yüklerle birlikte düşünüldüğünde dünyada olduğu gibi Türkiye’de de emek ile sermaye arasındaki çelişki keskinleşecek, hakları için mücadele eden işçi sınıfı ile sermayenin koruyucusu devlet gücü daha fazla karşı karşıya gelecektir. İşçilerin grev yasaklarını dinlemeyeceği, sendika ağalarını ezip geçeceği zaman çok uzak değildir. 

Bu Faşist Ablukayı Proletaryanın Sınıf Gücü Dağıtabilir

İşçi sınıfının çektiği perişanlığın döne döne onlara anlatılmasına ihtiyaç yoktur, işçilerin çekilmez berbat şartlardan nasıl çıkacağına dair düşünceye ihtiyacı vardır. Genel görünümüyle nesnel koşullar sınıf mücadelesinin gelişmesi yönünde avantajlar sunmaktadır. Fakat işçi sınıfının dağınık ve örgütsüz olması ve birleşememiş olması nedeniyle gücünü gösterememesi gibi komünist hareket de güçsüz, dağınık olması ve önderlik görevini yerine getirmek kapasitesini yakalayamamış, dahası işçi sınıfı içinde kök salamadığı için proletaryanın sınıf gücünü mücadeleye aktaramadığı için güçsüzlüğü de aşamadığının da görülmesi gerekmektedir.  

Keza toplumsal canlı ve güncel bir istek olan demokrasi sorunun gelişmesi proletarya önderliğinde sınıf mücadelesine bağlıdır. Emperyalizme bağımlı komprador egemen burjuvazinin temsilcisi her renkten burjuva partilerden hiç biri tutarlı biçimde faşizme karşı duramazlar – çünkü savunucusudurlar – devlet düzeninin demokratikleştirilmesine öncülük edemezler.

Demokrasinin konusu olan tüm meselelerin çözülmesi, devlet düzeninin demokratikleştirilmesi doğrudan proletaryanın sınıf savaşımının önemli bir parçasıdır ve onun gelişmesine bağlıdır. Devrimci halk kitleleri ancak mücadele ile, yaptırım gücüyle demokrasiyi güvenceleyebilir, toplumsal ilerleyişini sosyalizme doğru geliştirebilir. Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası uyuyan bir devdir, uykusundan uyanması, uyandığında sınıf düşmanının kafasına demirden yumruğunu isabetle indirebilmesi için komünist hareketin çok daha kararlıca, zenginleşmiş yol ve araçlarla proletaryanın içinde çalışması gerekmektedir. 

Halk kitleleri asla hortumcular, spekülatörler, rantçılar, kan emeci sömürücüler ve faizcilerin düzenine mahkum değildir. İnanıyoruz ki zor ve meşakkatli yollardan geçerek de olsa kendi kurtuluşlarını sağlayacak sosyalizm ve komünizm yolunda iktidar bilinciyle işçiler ve emekçi köylüler, tüm halk kitleleri proletarya partisinde birleşecek ve sınıf mücadelesini geliştireceklerdir.  

Emperyalist-Kapitalizmin Giderilemeyen Genel Krizi Türkiye’de Karşılığını Buluyor
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin