Çok önemli bir tarihi süreç yaşayarak bugünlere kadar geldik. Çeyrek asrın üzerinde bir yaşa sahibiz. Bu çeyrek asırlık yaş devrim tarihi açısından azımsanmayacak bir süredir. Şüphesiz ki bu 30 yıllık tarihi kesit, olumlu ve olumsuzlukların bir sentezidir. Bu bağlamda tarihin tümüne sahip çıkarak bu tarih bizimdir diyoruz.
Bu çeyrek asırlık tarihin siyasal, örgütsel ve askeri çizgisi ideolojik açıdan analiz edilerek senteze gidildi. Kapsamlı ve derinlikli yapılan bu analiz içerisinde görüldü ki bu tarihin yaratılmasında tarihsel ve toplumsal nitelikte politik, örgütsel ve askeri gelişmelerin çok büyük payı olmuştur. Fakat bu tarihi analiz açığa çıkarttı ki, tarihimize damgasını vuran çizgi esasta Marsizm-Leninizm-Maoizm (MLM) değil. Bu olumsuzluk ve başarısızlıkları en alt düzeye indirmek ve onların önüne geçmek için de belli başlı noktaların altını çizdi. İşte bu kilit noktalardan bazıları:
Gelecekteki hataları önlemek için geçmiş hatalardan ders çıkartmak; politik, örgütsel ve askeri alanda düşülen hataların ideolojik olarak köklerine inmek ve onlardan köklü bir şekilde kopmak;
Doğru bir tarih bilincine sahip olmak için yürütülen devrim mücadelesinin tarihsel derslerinden öğrenmek; yani partinin, halkın, devrimci hareketin ve uluslararası devrimci, komünist hareketin tarihini öğrenmek;
Bütün partiyi ve taban kitleyi çelik gibi birleştirmek için her an Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyle donanmak ve Halk Savaşı stratejisinde ısrar etmek;
“Hastayı kurtarmak için hastalığı tedavi etmek”, bir başka deyişle kötü olan insan değil, insanı hataya sürükleyen kötülüklerdir (sınıfların, sömürü ve zulüm sisteminin varlığı ve bunların sonucu ortaya çıkan ideolojik hastalıklar) anlayışından hareket etmek.
İşte her bir aktivist olarak çalışmalarımızda bu dört temel prensibi gözden kaçırmamalıyız. Bunları gözden kaçırdık mı geçmişin hatalarını tekrar etmekten de kurtulamayız.
Bu dört temel tezi sosyal hayatın gerçekliğiyle buluşturmanın biricik yolu ise bütün aktivistlerin kendi faaliyet alanında birer önder gibi hareket etmesinden geçer. O halde bu önderlik çizgisini nasıl yaratacağız/sağlayacağız soru ve sorunlarını yanıtlamamız gerekir.
Bilmeliyiz ki önderlik denilen olgu uzaydan ya da idealistlerin iddia ettiği gibi doğuştan tanrı(!) tarafından insanlara verilmiş bir olgu değil. Bu, tamamıyla sınıflı toplum ve sınıf mücadelesine özgü bir şeydir. Bu, mücadele içerisinde belli koşulların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan yönetme ve yönlendirme sanatıdır. Bu, oylar sonucu da ortaya çıkmaz. Oylar sonucu bir lider seçersin, fakat bu kişi gerçekte önder değil öndercik olur. Burada ortaya çıkan önderlikler geçicidir. Hem bu tür önderlikler kolektif bir bilinç ve çalışma üzerinden seçilmiş önderlikler olmayıp birer lider, şef ve bürokrattırlar. Dahası, burjuvazi ve küçük burjuvazi kendi önderliklerini bu anlayış üzerinden şekillendirip işlevlendirmektedir. Maoistler, önderlik kurumunu liderlik ve şeflik sultası üzerine değil tamamıyla kolektif bir anlayış ve çalışma tarzı üzerine şekillendirip işlevlendirirler.
Bu kolektif bilinç perspektifinden hareketledir ki her bir parti ve ileri militanlar komitesi kendi alanında önderlik kurumu ve önderdir diyoruz. Daha açık bir deyişle her bir parti ve ileri militanlar komitesi alt düzeyde de olsa kendi faaliyet alanının önderidir. Her bir doğru ve devrimci faaliyet yürüttüğümüz alan, aynı zamanda düşman iktidarından parça kopartmaktır; onun politik iktidar gücünü zayıflatmaktır. Bu bağlamda her militan önderdir. Çünkü bu militan daha önce düşmanın ideolojik ve politik olarak nüfuz ettiği alandan parça kopartarak devrim cephesine öncülük ve önderlik yapıyor. Her bir komite veya bu komite içerisinde yer alan partili-partisiz militanlar olarak kendi çalışma alanımızda daha devrimci ve verimli sonuçlar almak için üzerinde duracağımız yönetme ve yönlendirme yöntemlerini mutlak bir şekilde içselleştirmeliyiz. Çünkü başarılı bir faaliyetin anahtarı doğru bir önderlik yöntemidir.
Önce aktivist denilince ne anlıyoruz sorusunu yanıtlayalım:
Her Aktivist Kendi Çalışma Alanında Birer Önder Olmalıdır (1)
Çok önemli bir tarihi süreç yaşayarak bugünlere kadar geldik. Çeyrek asrın üzerinde bir yaşa sahibiz. Bu çeyrek asırlık yaş devrim tarihi açısından azımsanmayacak bir süredir. Şüphesiz ki bu 30 yıllık tarihi kesit, olumlu ve olumsuzlukların bir sentezidir. Bu bağlamda tarihin tümüne sahip çıkarak bu tarih bizimdir diyoruz.
Bu çeyrek asırlık tarihin siyasal, örgütsel ve askeri çizgisi ideolojik açıdan analiz edilerek senteze gidildi. Kapsamlı ve derinlikli yapılan bu analiz içerisinde görüldü ki bu tarihin yaratılmasında tarihsel ve toplumsal nitelikte politik, örgütsel ve askeri gelişmelerin çok büyük payı olmuştur. Fakat bu tarihi analiz açığa çıkarttı ki, tarihimize damgasını vuran çizgi esasta Marsizm-Leninizm-Maoizm (MLM) değil. Bu olumsuzluk ve başarısızlıkları en alt düzeye indirmek ve onların önüne geçmek için de belli başlı noktaların altını çizdi. İşte bu kilit noktalardan bazıları:
Gelecekteki hataları önlemek için geçmiş hatalardan ders çıkartmak; politik, örgütsel ve askeri alanda düşülen hataların ideolojik olarak köklerine inmek ve onlardan köklü bir şekilde kopmak;
Doğru bir tarih bilincine sahip olmak için yürütülen devrim mücadelesinin tarihsel derslerinden öğrenmek; yani partinin, halkın, devrimci hareketin ve uluslararası devrimci, komünist hareketin tarihini öğrenmek;
Bütün partiyi ve taban kitleyi çelik gibi birleştirmek için her an Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyle donanmak ve Halk Savaşı stratejisinde ısrar etmek;
“Hastayı kurtarmak için hastalığı tedavi etmek”, bir başka deyişle kötü olan insan değil, insanı hataya sürükleyen kötülüklerdir (sınıfların, sömürü ve zulüm sisteminin varlığı ve bunların sonucu ortaya çıkan ideolojik hastalıklar) anlayışından hareket etmek.
İşte her bir aktivist olarak çalışmalarımızda bu dört temel prensibi gözden kaçırmamalıyız. Bunları gözden kaçırdık mı geçmişin hatalarını tekrar etmekten de kurtulamayız.
Bu dört temel tezi sosyal hayatın gerçekliğiyle buluşturmanın biricik yolu ise bütün aktivistlerin kendi faaliyet alanında birer önder gibi hareket etmesinden geçer. O halde bu önderlik çizgisini nasıl yaratacağız/sağlayacağız soru ve sorunlarını yanıtlamamız gerekir.
Bilmeliyiz ki önderlik denilen olgu uzaydan ya da idealistlerin iddia ettiği gibi doğuştan tanrı(!) tarafından insanlara verilmiş bir olgu değil. Bu, tamamıyla sınıflı toplum ve sınıf mücadelesine özgü bir şeydir. Bu, mücadele içerisinde belli koşulların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan yönetme ve yönlendirme sanatıdır. Bu, oylar sonucu da ortaya çıkmaz. Oylar sonucu bir lider seçersin, fakat bu kişi gerçekte önder değil öndercik olur. Burada ortaya çıkan önderlikler geçicidir. Hem bu tür önderlikler kolektif bir bilinç ve çalışma üzerinden seçilmiş önderlikler olmayıp birer lider, şef ve bürokrattırlar. Dahası, burjuvazi ve küçük burjuvazi kendi önderliklerini bu anlayış üzerinden şekillendirip işlevlendirmektedir. Maoistler, önderlik kurumunu liderlik ve şeflik sultası üzerine değil tamamıyla kolektif bir anlayış ve çalışma tarzı üzerine şekillendirip işlevlendirirler.
Bu kolektif bilinç perspektifinden hareketledir ki her bir parti ve ileri militanlar komitesi kendi alanında önderlik kurumu ve önderdir diyoruz. Daha açık bir deyişle her bir parti ve ileri militanlar komitesi alt düzeyde de olsa kendi faaliyet alanının önderidir. Her bir doğru ve devrimci faaliyet yürüttüğümüz alan, aynı zamanda düşman iktidarından parça kopartmaktır; onun politik iktidar gücünü zayıflatmaktır. Bu bağlamda her militan önderdir. Çünkü bu militan daha önce düşmanın ideolojik ve politik olarak nüfuz ettiği alandan parça kopartarak devrim cephesine öncülük ve önderlik yapıyor. Her bir komite veya bu komite içerisinde yer alan partili-partisiz militanlar olarak kendi çalışma alanımızda daha devrimci ve verimli sonuçlar almak için üzerinde duracağımız yönetme ve yönlendirme yöntemlerini mutlak bir şekilde içselleştirmeliyiz. Çünkü başarılı bir faaliyetin anahtarı doğru bir önderlik yöntemidir.
Önce aktivist denilince ne anlıyoruz sorusunu yanıtlayalım:
En özlü ifadeyle zamanının her anını parti çizgisi doğrultusunda halkın tam kurtuluşu için aktif bir şekilde değerlendiren söz ve eylem adamına aktivist denilir. Bu, aynı zamanda yer yer kullandığımız militan demektir. Dahası devrimciliği, özellikle de Maoist devrimciliği gerek düşünsel gerekse pratik olarak meslek edinmiş profesyonel devrimcilerin hepsini aktivist olarak değerlendiriyoruz. Bu aktivistler içerisinde kimisi partili kadro iken kimisi ise partisiz kadrolardır. Teori-pratik diyalektik bütünlüğü içerisinde profesyonelleşmemiş faaliyetçilerin hiçbirisi gerçek militan değil ve olamaz. Çünkü militanlık, mevcut gerici sistemden ideolojik, siyasi ve kültürel olarak köklü ve radikal bir kopuşu zorunlu kılar. Mevcut sistemden bu üç alanda radikal bir kopuş sağlamayanlar önünde sonunda düzen içi (evcil) olmaya mahkumdurlar.
Maoist bir militanın evcil (düzen içi) bir yaşama dönmemesi için de sürekli olarak ileriye doğru kendisini yenilemesi ve aşağıda vurgusunu yapacağımız teorik-pratik gerçekliğin içerisinde olması şarttır:
1. Bütün faaliyetlerde aşağıdaki iki temel yöntemi uygulamalıyız:
Bir militanın yaptığı çalışma hangi düzeyde olursa olsun uygulaması gereken iki temel yöntem olmalıdır: Bunlardan birincisi,geneli özelle, diğeri ise önderliği kitlelerle birleştirmektir.
Bir başka deyişle her bir Maoist militan çalışmalarında evrensel olanı ülkenin somut koşullarına, örgüt merkezi tarafından belirlenen genel politikaları ise kendi alanına uygulamak ve kitlelerle sıkı sıkıya birleşmek siyasetine bağlı kalmalıdır.
Bu, devrimi gerçekleştirmek için kitlelerle olmazsa olmaz bir şekilde birleşmek ve Marksizm’in ruhu demek olan somut şartların somut tahliline uygun hareket etmek demektir. Çalışmalarda bu iki ana kurala uygun hareket etmedin mi, ne doğru bir politika izleyebilir ne de kitlelerle birleşebilirsin.
2. Genel ve geniş çapta çağrıların yerine getirilmesi için somut önderlik şarttır:
Somut önderliğin kendisi an’a önderlik etmek demektir. Kitlelere doğru bir politik önderlik etmek için kolektif bilinç ve kolektif pratik anahtar rol oynar. O nedenledir ki aktivistler kitlelerin örgütlendiği tüm örgütlerde derinliğine ve bilfiil işin başında olmak zorundadırlar.
Çalışmalarda kilit nokta genel çağrıyı özgülle birleştirmektir. Bunun içinde tüm aktivistlerin kitleler içerisinde olması, özellikle de bazı örgütlerin direkt olarak içerisinde olması şarttır. Bu faaliyet içerisinde olmayanlar politik ve örgütsel bir tecrübe kazanamaz. Politik ve örgütsel bir tecrübe kazanamayan bir militan doğal olarak kendi tecrübelerini kitlelere aktaramaz.
Çok somut olarak vurgusunu yapmak gerekirse, içinden geçtiğimiz birinci yılın politik görevlerini yukarıdan aşağıya doğru kitlelere nüfuz ettirecek biricik güç aktivistlerden başkası olmayacaktır. Bir politikayı kitlelere götürecek partili ve partisiz kadrolardır. Bir politikanın kendisi sadece genel çağrılarla yerine getirilemez. Bu politikanın doğru olup olmadığını kitleler içerisinde derinliğine ve kapsamlı bir şekilde tartışmadan, o politikanın yanlış mı doğru mu olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaz. İşte burada tüm aktivistlere büyük görev düşmektedir. Aktivistler olarak bu bir yıllık süreç içerisinde yapmamız gereken ana görev, belirlenen bu genel politika doğrultusunda hareket etmektir. Bu merkezi politikayı en alt birimlere kadar yayıp onlarla kolektif bir bilinç zenginliği yaratmalıyız. Bu yüksek oturumun sonuçları, özellikle de Maoist ideolojik ve politik duruş noktasında ne tür gelişmeler kaydettik; bunu örgütsel sıçramaya dönüştürebildik mi vb. gibi soru ve sorunları yanıtlamak her aktivistin görevidir.
Devrim, küçükten büyüğe doğru çelişkileri çözmek ise, öyle de her Maoist militan bu devrim çelişkilerini çözmede öncü ve önder olmak zorundadır. Bunu çözmeye çalışırken de tabii ki kitlelere dayanmak olmazsa olmaz bir yasadır. Kitlelere dayanmak derken bununla kitlelerden öğrenmesini bilmeyi ve onların öğrencisi olmayı kastediyoruz.
Kolektif bilinç, sadece yukarıdan genel çağrılar yapmak, emir ve talimatlar yağdırmakla oluşmaz. Kolektif bilinç, ancak kitlelerden ve alt kademelerden öğrenmesini bilmekle oluşur. Yani kitlelerin öğrencisi olmayı bilenler çok zengin ve güçlü bir kolektif irade oluşturur.
Kolektif bilinç, sadece olumlulukları sahiplenmek değil olumsuzlukları da sahiplenmektir. Hiç kimse annesinin karnında devrimciliği öğrenmedi, öğrenemez; devrimciliği ancak sınıf mücadelesi pratiği içerisine girerek öğrenebiliriz. Bu da birden bire değil, belli bir politik faaliyet sonucu oluşur. Hem bilginin, bilgilenmenin sınırı olmaz. Bu kadar bilgi ve bilgilenme benim için yeterlidir diyenler bilime ve bilgiye düşmanlık yapıyor demektir. Bu tür yanlış anlayışlarından vazgeçmeyenlerin militan devrimcilikleri de fazlaca uzun sürmez. Her öğrenilen şey aynı zamanda bir çelişkinin çözümü demektir. Dolayısıyla Maoist militanlar bilgileri noktasında kibirli ve tutucu davranamaz. Sınıf mücadelesinin canlı pratiği içerisinde olmayanlar bildikleri noktasında kibirli olur. Bunlar daha çok doğmatik küçük burjuva gevezeler olur. Teoriyle pratiği iç içe yaşayarak kendi bilgisizliklerini sürekli olarak aşanlar, aşmak için çaba harcayanlar bildikleri noktasında kibirli ve ben merkezci olamaz. Olsalar da, süreç içerisinde bu zaaflarını aşmasını bilirler. Çünkü bilimin ve bilginin değiştirip dönüştürücü kudretinden hareket etmektedirler. Oysa doğru ve bilimsellik karşısında ayak direyenler devrim gibi büyük bir okyanusta kulaç atmasını beceremeyip boğulurlar.
Her şeyi bir kenara bırakalım, ölümden bu kadar korkulmasının da ana nedeni bilgisizliktir dersek yeterli olur. Çünkü insanlar eğer ölüm denen olayı insan vücudunun fiziken yenilgisidir diye bilince çıkartmış olsalardı, o zaman ölümden de bu kadar korkmazlardı. Putlara ve çeşitli tanrılara tapmanın da politik arka planında yatan bilgisizliktir, cehalettir. Bilgisizlik, tüm kör inançların ideolojik ve siyasi olarak gelişmesinin de tayin edici faktörüdür.
İşte sınıf düşmanlarını yenme noktasında cüretsiz davranıp tökezlemenin ana nedeni de yine bu politik-ideolojik bilgisizlik ve donanımsızlıktır.
Özcesi, herkesten öğrenmesini bilmeyen; dahası tek tek kişi ve olaylardan somut tecrübeler çıkartmayan bir yönetici kendi sorumluluğu altındaki birimlere ve kişilere yön göstermede yeterli ve başarılı olamaz. Demek ki başarının sırrı kolektif bilinç ve çalışma tarzıdır.
3. Sınıf mücadelesini başarıya götürmek için faaliyet yürütülen her alanda örgütsel birim ve komiteler oluşturmak şarttır.
Temel perspektifimiz ezilen kitleleri tam kurtuluşa götürmek ise, o halde ulaşabildiğimiz her yerde kitleleri yönetip yönlendirecek bir örgüt komitesi kurmak da zorunludur. Hem de üç kişiyle ilişki kurar kurmaz bu örgütlenme çekirdeğini oluşturmalı ve oradan da yeni örgütlenmelere gitmeliyiz. Bunu yaparken sınıf mücadelesinin emrettiği illegal veya legal kuralları asla gözden kaçırmamalıyız.
Bu faal önder çekirdek tüm faaliyetlerini kitlelerin çıkarlarını gözeterek yapmalı ve onlara dayanmak zorundadır.
Kitleler içerisinde bir önder grup olmadan yürütülecek faaliyetler doğru bir hatta yürümez. İkili ilişkiler bir üst düzeye, yani örgütlenme (komiteleşme) alanına sıçratılamazsa orada doğru bir örgütsel politika yürümüyor demektir. Örgütsel politikamızın ana halkası partili-partisiz kitleyi yukarıdan aşağıya doğru tıpkı bir üzüm salkımı gibi örgütlemektir. Bunun için de komiteleşmek şarttır.
Partisiz kitle denilince bundan üç kesim anlaşılmalıdır:
Bunlar; nispeten faal olanlar, nispeten geri olanlar ve bu ikisi arasında orta düzeyde olanlardır.
Bu kesimleri daha ileri bir örgütlülüğe çekmek için ise ana doğrultumuz az sayıda aktif unsuru önderlik çevresinde birleştirmede uzmanlaşmak, arada kalanların düzeyini yükseltmek ve geri kesimi ise kazanmak olmalıdır. Bu geri kesimi kazanmak için ise dayanacağımız esas güç faal kesim olmalıdır.
Bu önder grubun kitlelerle birleşmesi, onlarla kaynaşması, bir başka deyişle her an için kitle faaliyetinin başında olması şarttır.
Bilindiği gibi tarihi analizin açığa çıkarttığı olumsuzlukların başlıcalarından birisi de örgütsel çalışmalarda kitlelerle yeterince bağ kuramayışımız oluşturmaktaydı.Çalışmalarını kitlelerden kopuk bir şekilde yürütenler süreç içerisinde ya tökezleyip yılgınlaştılar ya da daha geri çizgilere savrularak yozlaştılar. Kaldı ki faaliyetleriyle devrim mücadelesine kronik bir şekilde zarar verenler, yani iflah olmaz oportünistlere Maoist parti saflarında yer yoktur. Çünkü doğru ve devrimci gelişmeler karşısında ayak direyenlerin devrime katkısı değil zararı olur. Bu durumda olanları sınıf mücadelesinin gereği olarak saflardan arındırmak da doğru olan bir yöntemdir.
Bunları arındırmak ne kadar doğru bir yöntem ise, gelişmeye açık faal unsurları partiye almak ve daha ileri düzeylere çekmek siyasetini gütmek de doğru bir yöntemdir.
Partili ve partisiz ileri militanlar (kadrolar) belirleme siyasetimizde şu dört noktayı gözden kaçırmamalıyız:
Disipline kesin uyma, davaya kesin bağlılık, kitlelerle bağ ve kendi yolunu tek başına bulma.
Bu özellikleri taşımayan bir parti üyesi politik kadro olamayacağı gibi üye de olamaz.
Kadro, niteliktir; kadro fikir üreten ve uygulayandır. Kadro siyasettir diyoruz. Bunu söylerken illa da her kadro aynı yetenek ve düzeyde olmalıdır diye bir anlayışı savunduğumuz sanılmasın. Bu ölçütler, esasta kitle faaliyetçileri ve onlara önderlik etmekle görevli kılınan partili kadrolar için geçerlidir. Yoksa aynı ölçütleri her kadro için belirlersek örgütsel açıdan sekterizme düşmüş oluruz. Örneğin, askeri alanda yetkin bir komutan iyi bir askeri kadrodur, fakat politik alanda partililere ve kitlelere önderlik yapacak bir kapasiteye sahip değildir. Bu durumda, yani askeri alanda yetenekli ve tecrübeli olanları askeri alanın dışında da kadro olarak değerlendirmemiz mi gerekir? Hayır, bu anlayışlar yanlıştır. Yeteneğine ve birikimine göre yapılan örgütleme ve görevlendirme politikası, ancak doğru bir kadro siyaseti olur.
Disipline uyma ve davaya kesin bağlılık gibi iki önemli ölçütün tüm partili partisiz aktivistler için geçerli olduğunu hepimiz bilince çıkartmak zorundayız. Davaya ve disipline kesin bağlılık göstermeyenler ne parti üyesi ne de ileri bir militan olamaz. Aksi anlayışlar liberalizmin örgütsel çizgiye hakim olması demektir. Dahası, örgütü ve örgütlenmeyi süreç içerisinde düzen içiliğe çeker ve örgüt olmaktan çıkartır. Bir örgütten ve örgütlenmeden söz ediyorsak orada davaya bağlılık ve disipline uymak da şarttır.
Evet gerçek ve de güçlü olan disiplin, gönüllülük ve bilinçliliğe dayanan disiplindir. Disiplin, güçtür.Yukarıdan aşağıya doğru demir gibi bir disiplin uygulanmadı mı doğru ve devrimci bir güç oluşturulamaz. Görev ve haklarını ne kadar bilince çıkartmışsan o kadar da güçlü bir disipline sahipsin demektir. Güçlü disiplin ise aynı zamanda başarının kendisidir. Çünkü bağlı olduğun davanın sana yüklediği görevleri bilinçli ve gönül rahatlığıyla yerine getiriyorsun.
Yeri gelmişken bir noktaya daha dikkatleri çekmek istiyoruz: Gerçek disiplinin önemli bir ayağını gönüllülük oluşturur derken, bundan, istediğimi yapar istemediğimi yapmam anlayışına gidilmemelidir. Bundan anlaşılması gereken şu olmalıdır: Örgüt saflarına gönüllü katılmışsın, ayrılığın da gönüllü olur. Kimse bu hakkına müdahale edemez ve bunu engelleyemez. Gönüllülük noktasındaki özgürlük böyle anlaşılmalıdır. Yoksa örgüt içerisinde kaldığın müddetçe kararlar ve politika sana terste gelse, dahası Mao’nun dediği gibi “bu politikalar sana eziyette çektirse, yine de demokratik merkeziyetçilik gereği bu karaları uygulamak zorundasın.” Bu, kararları eleştirmeyeceksin anlamına gelmez. Buradaki özgürlük, yanlış bulduğun anlayış ve politikaları eleştirmekle sınırlıdır. Bu eleştirileri de ancak örgüt disiplini(görevli olduğun parti organı veya komitelerinde) çerçevesinde yürütebilirsin. Bunun dışında, görevleri yapmam diye bir özgürlüğün yoktur ve olamaz. Bu durum, herkes için tektir. Yani yukarıdan aşağıya doğru herkes için tek disiplin hakkı geçerlidir.
Özcesi, örgütlüyken herhangi bir görevi “yapmam,”“yapmayacağım” diye bir hakkın yoktur ve olamaz. Böyle bir hakkı ancak örgütten istifa etmekle kullanabilirsin. “Şu veya bu görevi yapamam,bu görevi gücün kaldırmaz, dolayısıyla başka görevler verilmesini öneriyorum” vb. gibi öneri ve durumlarla,“yapmam” ve“ yapmayacağım” gibisinden anlayış ve tutumları birbirine karıştırmamalıyız.