Cengizhan Kaptan
Bir makaleye göre kısa, buralara göre uzun kaçabilir. Hegel bin kelimeye sığacak bir düşünür değildir ama ana hatlar üzerine yazılan bir makalenin de sistemi ile ters düşmedikçe belirgin bir sorunu olmaz.(eksiklik ve gerekli detaylar dışında).
Öncelikle, Hegel veya bir filozofu ya da düşünürü değerlendirirken belki de en önemli unsurun öncelikle o filozof ya da düşünürün kendi yaşadığı zaman ve mekânı asgari düzeyde anlamaya çalışmak gerekir. O düşünür evrensel denilecek varsayım veya düşüncelerde bulunmuş olsa da bu durum değişmez. Zira, evrensel denilecek tespitler de zaman ve mekân bağlamında ve o dönemdeki mevcut olgular, fenomenler, düşünce çerçeveleri bazında yapılmıştır.
Günümüzde popülaritesinden pek bir şey yitirmeyen (ki bunda gayet anlaşılabilir nedenler mevcut) Hegel üzerine bazı tespitler yapmak istedim. Bu tespitleri yapmamdaki temel etmen, Hegel üzerine belirli bir okuma yapmayan ya da okumaları Hegel üzerine başkalarının yazdıklarından ibaret kalan düşüncelerin gayet yaygın bir şekilde konuşulmasıdır. Marksist Hegel yorumları, Fransız varoluşçuluğu temelli Hegel yorumları bazen Hegel’in kendisinin belirli bir konu hakkında dediklerinin önüne geçmektedir. Fransızlar Hegel ve Heidegger’i yeniden felsefe ve politika arenasına oturttular; ancak, Hegel ve Heidegger savunanların Hegel ve Heideggerleri, kendi eserlerini yazan Hegel ve Heidegger’den farklı şeyleri söyler oldular. Bu kaçınılmaz bir durumdur genellikle ancak bir yazarın kendi yazdıklarının da hatırlanması ya da hatırda tutulması da esastır.
SİYASİ GÖRÜŞÜ
*Hegel solcu, devrimci vesaire değildir.
Sol Hegelcilerin sistemli bir şekilde Hegel’in muhafazakâr ve tutucu yönlerini pas geçtikleri bir gerçekliktir.
*Özgürlük filozofları arasında tanınır ve bu konuda adına eserler yazılmıştır. Ancak özgürlük ideası ve tanımı çoğumuzun anladığı temelde değildir. Din (Hristiyanlık) temelli bir devletin özgürlük ortamı sunacağını idea olarak alır. Hristiyanlık diğer dinlerin aksine seküler bir hayat sunabilir ve devlet bunun teminatı rolünü üstlenir. Örneğin ben, devleti bir baskı aracı olarak gördüğüm için Hegel’in konumlandığı özgürlük alanını özgürlük karşıtı bir alan olarak değerlendiririm.
*Devletçidir (yukarıda bahsedildiği gibi). Ancak bu devletçilikte zaman-mekân olayı önemli yine. Günümüzdeki ulus-devlet baskısını bizzat deneyimlemiş bir ortamda yaşamamıştır. Uluslaşmış Almanların o sırada devleti yoktu. İlk başta Napolyon’u ve ulus-devletini idea olarak sunan ve arkadaşları ile Marseilleise okuyan Hegel, sonradan Prusya ulus-devletinin ideasına yönelmiştir. Bunu arzulaması anlaşılırdır; devleti son durak olarak görmesi ise düşünceye ve özgürleşmeye engel. (Marx ve Engels Fransız sosyalist ve anarşistleri ile diyalektiği harmanlayarak bunu aşabilmiş dehalardandır bu anlamda).
*Hegel, ayrıca dine inanır. Ancak klasik bir dindar gibi değil. Hristiyanlıkta Luteryanlığa yakın bir pozisyonda konumlanmasına (ve Luteryanlık itirafında bulunmasına) rağmen dinin seküler bir devletin içine entegre edilebileceğinden hareket eder. Ancak ona göre bu din ancak Hristiyanlık (özel olarak Luteryanlık) olabilir. Hem akılcı hem de dinin etkisi altında kalmasının bunda etkisi olduğunu, dini bir çimento olarak gördüğünü ve Aydınlanma’nın katı pozitivizme giden yolunu farkettiğini ve olacakları öngördüğünü ifade etmek mümkündür. Hristiyan ateizmi kavramının Hegel ile bağlantısı olduğunu öne sürmek makuldür. Hegel din ile felsefenin konularının aynı olduğunu ancak felsefesinin a priori yani önceden belirlenmiş dogmalarla sonuca ulaşmayacağını öne sürer. Ancak kendisinin bu dogmalardan beri hareket ettiği konusunda detaylı okuma yapmak gerekir ve en temel dogmasının sistemi kapatmak üzere kurgulanan felsefe olduğunu dile getirmekte fayda vardır. Genç Hegel (ki sol Hegelciler bu Hegel’i baz alır) ne kadar dine karşı tavır gösterdi ise sonraki Hegel ve Hegellerin dine bir o kadar yakınlaştığını ama bunun özgün bir yaklaşım olduğunu ortaya koymak gerekir. Bir yandan dini devletin unsuru haline getirirken bir yandan da bağnaz din anlayışını eleştirir. Bu konuda okuyucunun kendi yorumu esastır; bana göre Romantizm – İdealizm – Aydınlanma noktasında ilerici noktası kemale ermemiştir Hegel’in.
‘SPEKÜLATİF SİSTEMİ’ (MUTLAK İDEALİZMİ) VE DİYALEKTİĞİNİN ROLÜ
*Hegel’in diyalektiği esas unsur değil, sistemini kapatmak için bir ‘araç’tır.
Kendi eserlerinde ne tez-antitez-sentez diye bir yöntem vardır ne de diyalektik hakkında ‘yöntem’ der. Diyalektik, Hegel’de mutlak idealizme giden spekülatif felsefenin Hegelci aracıdır. Schelling ve Fichte’yi (ve tabi Kant’ı) bu diyalektik anlayış geride bırakmıştır (öznel yorumdur; kabul ederim). Olumsuzlama (negativity) ise çok önemlidir ve ana mirastır.
*Sistemi sadelik üzerine kurulu ancak derinleştiği ölçüde de karışıktır.
En meşhur eseri olan Tinin (Aklın) Fenomenolojisi aslında Felsefi (B)ilimler Ansiklopedisi’nin önsözü olarak tasarlanmış ve sonradan ansiklopedinin içinde çok daha dar bir kapsamda aynı isimle yer almıştır. Ansiklopedi deyince de şu üç çalışma kastedilir: a) Mantık (Küçük Mantık olarak anılır çünkü Mantıkbilim üzerine ve Büyük Mantık olarak bilinen daha hacimli bir çalışması vardır) b) Doğa Felsefesi c) Tinin (Aklın) Felsefesi.
*Tanımlarsak: Görüngüler (fenomenler) nesnel gerçekliği görünümleri ile imlerler. Akıl (tin) bunları önce duyu organları ile kavrar; ancak bu hem en doğrudan deneyimdir ama bir o kadar da yetersizdir. Zira görüngüde kalır; onun nedenlerini, diğer formlarını vs. algılayamaz. Bunu yapacak olan algıdır. Algı ise bilince açılan kapıdır. Özbilinç ise daha yükselen bir aklı imler. Ancak özbilinç farkına varır ki Doğa’da sadece ‘ben’ yok. Başka özbilinçler ve Doğa var. İşte burada özbilinçlerarası (öznelerarası) çatışma mevcut olur. Efendi-köle diyalektiğinin özü budur. Bu çatışmadan sonra evrilen özbilinç(ler) Akıl ve dini kaynaştıran devlette özdeşleşen -Hukuk Felsefesi’ne Giriş’in temeli de buradadır- özgürlük yolcuları olur. Mutlak da nesnel-öznel, evrensel-tikel ayrımının kalktığı seviyedir. Bu duyular, algı, bilinç/özbilinç, Akılcılık-Din-Devlet ve Mutlak Hegel’in Fenomenolojisi’nin anlaşılmasını köşe taşlarıdır; diğer çalışmaları ise derinleşme.
Düşünce sonsuzdur; sonsuzluktur Hegel’e göre. Ve düşüncede var olur her şey (metafizik tarafı). Aslında Mantık’ta maddenin düşünceye olan durumunu gayet güzel bir biçimde ortaya koysa da Mutlak İdealizmi Hegel’de düşüncenin önceliğini evrenin başlangıcına kadar götürecek bir alan tasarımlatır. Bu anlamda maddenin bilinci belirlediğine dair parıltılar görülse de Mutlak prespektifi çerçevesinde aslında kendi kendisini başaşağı çevirmiştir Hegel. Kapalı daire temelli felsefe ekolüne dahil olmasa çok daha net ve açık bir felsefi çerçeve sunabilirdi. Bu kendisine değil ama ardıllarına nasip olmuş çünkü ustalıkla eleştirdiği idealist filozofların dairesini terketmemiş bir Hegel var önümüzde. Hegel’e göre felsefe belirli varlıkta başlar; belirsiz varlık üzerine konuşmak abestir çünkü yapılan her tanım onu belirlemek ile iştigal demektir. Bu yüzden Varlık ile Hiçlik belirsiz bir temel anlamında aynı durumları imler ve felsefe belirli varlık ne ise ondan başlar (Hegel’e göre). Belirlenemeyecek olan Varlık hem vardır hem de hiçtir (aklınıza Tanrı’ya bakış geldi ise tam da budur durum mesela). Mantık bunlar üzerinde birçok ilginç ve güzel çalışmaları kapsar.
Doğa Felsefesi ise doğaya bir bakış ve yorumdur. Çok ilginç bir şekilde Hegel’in bazı doğal bilimleri gayet iyi takip ettiği ve bildiği ve bazen de ilgisiz ya da her halükârda spekülatif tavır takındığını görmek mümkün eserinde. Çok feci bir durum var: Doğanın Felsefesi bildiğim kadarı ile henüz(?) Türkçeye çevrilmedi. O kadar Hegelci var ama bir çeviren olmamış (bravo). Aklın Felsefesi de fenomenolojideki yolculuğun son durağıdır; yolculuğa çıkanın kendisine geri dönmesidir. Fenomenoloji bir yolculuktur. Eski gelenektir; Vico’da fazlası ile bulunan cinsten. Okuyanı kendi yolculuğuna çıkmaya davet eder spekülatif felsefe. Şundan dolayı: İnsan Doğayı yapan değildir; Yapan-mış gibi düşünebilmelidir. İşte spekülasyona açılan kapı. Bu kapıya geri dönüş için de Hegel’de (ve tabi Schelling ve Fichte’de de) önce bilinç sonra Öteki ve Doğa’ya yolculuk ve artan/Mutlak bilinç ile kendine dönme ve yolculuğu tamamlama vardır. Bir daire ve içinde birçok daire misali. Doğanın Felsefesi Hegel ile biter. Feuerbach ve Marx ile Engels bu yüzden Alman Felsefesi’nin bu spekülatif yanına başarılı bir biçimde saldırmışlardır.
DİYALEKTİĞİNİN SINIRI
Bir deha olmasına rağmen adeta kendi kendini cendereye sokmuş diyebilirim Hegel için. Çünkü onun sistemi ‘kapanmak zorunda’. Haliyle billur gibi kavradığı ve analiz ettiği şey ve olguları adeta o Mutlak kapamaya feda etmiş.
Engels o dönemki Alman darkafalılığından bahisle şöyle yazmıştır:
‘Hiç kimse Kant’ın güçsüz -güçsüz çünkü olanaksızı ister ve dolayısıyla gerçek hiçbir şeye varamaz- “kesinlikli buyrultusunu”, özellikle, yetkin bir idealist olan Hegel’den daha keskin bir biçimde eleştirmedi ve hiç kimse, Schiller’in aşıladığı gerçekleşmez ülkülere karşı darkafalı düşkünlüğü ile Hegel’den daha acımasızca alay etmedi” (Engels, 2011 s. 30)
Hegel’in, keskin zekasıyla hem öncülü ve çağdaşı idealistleri çürütürken kendini aynı idealizme mahkûm etmesi bir olgu. Feuerbach geçiş ve Marx-Engels bitişi imliyor. Bu da zamanın-mekânın belirleyici olması ile bağlantılı…
SONUÇ
Bir dehadır Hegel. Ancak ulus-devlete yeni sahip olan, tarihin sonunu ulus-devlette (normatif olarak) gören bir çağın öznelliğinde yaşamıştır. Felsefi bilgisi o dönemin zirvesi bana göre ancak bugün romantik bakış açısı dışında ve felsefi eğitim ötesinde Hegel’den siyasi reçeteler aramak ‘bana göre’ gereksiz. Sosyal teori, eleştirel teori, hermenötik, eleştirel realizm gibi dallar varken Hegel’den bir reçete zorlamak bana çok gerçekçi bir yaklaşım olarak gelmiyor. Hatta gerçekdışı geliyor. Gerçekliğe spekülatif yöntem dışında çok daha yakınız günümüzde ve yakınlığın hatlarını belirlemeye gayret eden alanlarda yolculuk etmek daha akılcı.
Aslında Hegel’i ben bir bireyin psikolojik yolculuğu anlamında okudum genelde; politik yapısının yetersiz olduğunu baştan bilerek, kabul ederek. Yolculuk için, düşünsel bazı yönler için keyifli olabilir ama bunun için de illaki Hegel’de çözüm bulmak gene bir zorlama ve çözüm de yok ayrıca Hegel’de.
Bu dediklerim sadece Hegel için geçerli değil. Kendi zamanında yeniden açılımlanamayan ya da açılım olduğu halde duruma yeterli cevap veremeyen her türlü düşünce, ideoloji ve tutumu kapsıyor. Bugün bunlara çok örnek verilebilir: determinizme düşen ideolojilerde, insanı ‘tabula rasa’ olarak gören düşünce ve akımlarda vs. vs… Bu konuda kendi önerdiği yönteme hiç uyulmayan Engels’in metodu güzeldir: doğal bilimler, sosyal bilimler ve diyalektik. Bunları ‘nasıl’lar ile geliştiren, kapsayan düşünceler bilimsel alanda, kapsamayanlar da dogmatik ve irrasyonel alanda yolculuklarına devam ederler; yolculuk nereye kadar ise.
Bu yazı şimdilik bu kadar. Yazıda ana hatlar sonuç-odaklı tanım ve tespitler olarak verilmiştir; altları doludur, ancak, kapsamlı bir çalışmada dolu haliyle birlikte sunulacaktır.
Bir gün Hegel üzerine not defterlerimden bir şeyler iki kapak arasına girecektir (ya da girmeyecektir bu dijitalleşen dünyada…)
Kaynaklar
Engels, F. (2011). Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin sonu. Ankara: Sol Yayınları.
P.S.: Bu yazı ilk olarak 6 Ocak 2022’de yayınlandı. Taslak halinde olduğu için zaman içerisinde değişikliklere tabi olması kuvvetle muhtemeldir.
Yorumlar kapalı.