1. Haberler
  2. MAKALELER.
  3. KOMÜNİSTLER NE İSTİYOR NEDEN SÜREKLİ SALDIRIYA UĞRUYORLAR (2)

KOMÜNİSTLER NE İSTİYOR NEDEN SÜREKLİ SALDIRIYA UĞRUYORLAR (2)

featured
service

Sermaye birikmiş ortaklaşa bir üründür ama kapitalist toplumda kişisel mülkiyetin sahipliğindedir. O sınıflar üstü değil, sınıfsal karakteri vardır. Ülkeler çok büyük sermaye birikimi ve gücüne ulaşabilir, nitekim dünya sermayesinin yüzde 85’i ABD, Japonya, İngiltere, Almanya, Fransa’nın ağırlıkta olduğu AB’nin de, Çin ve Rusya gibi ülkelerde emperyalist burjuvazinin mülkiyetinde yığılmış ve büyük bir güç oluşturmaktadır. Ama büyük birikim oranına ulaşmış sermaye hangi sınıfın hizmetinde olduğu sorusunun cevaplanması meselenin en önemli yanıdır. Birikmiş toplumsal ürün olarak sermaye kapitalist toplumda şahsi mülkiyette olduğu için burjuvazinin sınıf karakterini taşır ve egemenlerin toplumsal gücünü oluşturur. Sermaye ücretli emeği sömürerek büyüyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerde dahil dünyada daima sermaye büyürken çalışan sınıfların üretilen toplam üründen aldıkları pay daima küçülmüştür. Toplumun çoğunluğunu harekete geçirmek ve üretime katmaksızın büyümeyi başaramayacak olan sermayenin üretimi toplumsal ama sahiplenmesi ortak değil şahsidir.

Sermayenin kendi emek güçleriyle büyüdüğü ve yeniden kendisini daha fazla sömürerek daha da büyüdüğü bilincine erişen proletarya komünist partisinin önderliğinde gücünü siyasal amaç doğrultusunda birleştirerek toplumsal olan sermayeyi toplumun hizmetine sunmak için sermayeyi özel mülkiyetten çıkarmaya kalkıştığında burjuvazinin vahşi ve gaddarca saldırısına uğruyor. Oysa biz topluma ait olanın topluma verilmesi dışında bir şey istemiyoruz. Buna saldırıyorlar çünkü kapitalistler sınıfı toplumsal bir güç olan sermayenin sınıf karakterinin değişmesini istemez. İktidar olan şu yada bu partinin hükümeti değildir, iktidar olan gücünü sermayeden alan egemen sınıflarındır. Bu ikisinin karıştırılması politikada feci sonuçlar doğurur.

Fabrikalar, madenler, tersaneler, tarlalar da sermayeyi çoğaltan emeğin sömürüsü sürdükçe işverenler memnun ve mesutlar. Elbette her zaman işler tümüyle istedikleri gibi gitmez. Ücretli emek ile sermaye arasındaki antagonizma sınıf mücadelesinde somutlaşır. İşçi sınıfı mücadelesini zafere taşımanın bilimsel yolunda gücünü birleştirerek burjuva özel mülkiyet düzenine karşı toplumsal mülkiyet biçiminin egemenliği için savaşa tutuşur. Devrimci fırtınaların estiği dönemde egemenlerin başlarına neler getirildiğini tarih göstermektedir.

Üretim araçları üzerinde özel mülkiyet kaldırıldığında burjuvazi ve ittifak kurduğu sınıfta dahil sınıf iktidarını kaybedeceklerinden, bunun gerçekleştirilmesi için mücadele eden komünist partisi her yerde baş düşman ilan edilir. Türkiye’de de proletaryanın egemen bir sınıf düzeyine yükseleceği proletarya diktatörlüğü hedefinden vazgeçmeyen Marksist, Leninist, Maoistler baş düşman olarak işaret edilirler ve imha mekanizması uygulanır.

Şahsi mülkiyeti kaldırma, sömürücülerin devletini yıkma hedefiyle diğer tüm muhalif, devrimci, demokrat ve reformcu kesimlerden ayırt edici siyasi ve sınıf niteliğine sahip proletarya hareketinin nihai hedefi silikleştirildiği zaman sınıf mücadelesi sınıf teslimiyetçiliğine evrilir. Komünist partisinin tüm politik çalışması ve teorik, siyasi savunusu iktidarın kazanılması esas ilkesine bağlı yürütülmesi zorunludur. Aksi taktirde komünist partisinin burjuva demokratik, reformcu muhalefet eden birçok partiden pek farkı kalmaz.

“Komünizme özgü olan, bütünüyle mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin kaldırılmasıdır.” deniyor. Komünist Manifesto’da. Devrime odaklanmış bir mücadele çizgisinin amacını ifade eder.

Burjuvazi ise kitlelerin aldatılması, bilinçlerinin çarpıtılması kitlesel nefretin komünistlere yöneltilmesi için türlü yönteme başvurur. Her türlü kişisel özgürlüğe, kişilerin çalışmayla elde ettiği her şeye el konulacağı, demokrasinin ortadan kaldırılacağı yönlü kara propaganda hiçbir zaman kesintiye uğratılmaz. Sosyalizmin halk için en geniş demokrasi olduğunun üstü örtülür.

Oysa kapitalist toplumda özel mülkiyetin kutsallığı burjuva özel mülkiyetin kutsallığıdır. Kendilerine sıra gelindiğinde tarih unutulur, toplumların devinimi görmezden gelinir. Sosyalizm dışında tutulursa, burjuva mülkiyet yararına en büyük mülkiyet kaldırıcı burjuvazinin kendisidir. Kapitalist mülkiyetten önce var olan küçük köylü mülkiyeti hani nerede?! Monarşiler, sultanlıklar o sarsılmaz denilen feodal mülkiyetle kaldırılıp atılmadı mı? Sanayinin geliştiği, sermayenin vahşi kollarının uzandığı her yerde küçük köylü mülkiyeti sancılı bir biçimde ortadan kaldırıldı. Sömürü ile beslenen kapitalist sistemde toplum nüfusunun onda dokuzunun özel mülkiyeti kaldırılmıştır. ABD’de “işgal et” protestolarında “%99 yüzde 1’e karşı” sloganı gelişmiş, kapitalist toplumda kişisel mülkiyetin burjuva mülkiyet olarak yüzde 1’de toplandığını doğru ifade eden bir slogandır.

Örneğin küçük köylü üretiminde yıkıma uğramadan önce nüfusun yüzde 80’ini oluşturan köylünün kentlere yığıldığı Türkiye-K. Kürdistan’da küçük üretici köylüler sermayenin ücretli emek rezervine dahil oldular. Toprak ister el değiştirsin, iter ise otlara terk edilsin küçük köylü mülkiyeti çözülerek yerini ücretli emeğe doğru bıraktığı sancılı bir geçiş oldu. Milyonlarca insan emek gücünü satmaksızın yaşayamaz halde olanlar her durumda burjuva mülkiyetin egemenlik çarkına bağımlı durumdadırlar. Yani küçük üreticiler mülksüzleştirildiğinde burjuvazinin yakındığı görülmez.

İşsizliğin korkunç rakamlara ulaşmadığı, yoksulluğun, sefaletin, çürümenin olmadığı bir tek kapitalist ülke bile gösterilemez. Hayatını sürdürebilecek kadar verilen ortalama emek fiyatı olan asgari ücret her yerde yoksullukla yaşamaya mahkum ediliyor. Nüfusun onda dokuzunun özel mülkiyetinin ortadan kaldırıldığı kapitalist toplumun Marksizm tarafından açıklanan durumu budur; işsizlik, sömürü, savaş, insan ve doğanın ölümü…

Hedef son derece açık: işçi sınıfını sadece sermayeyi arttırıcı kölelik ilişkisi içinde zorla tutan sömürücü düzeni komünist hareket kaldırmak istemektedir. Sermayenin kişisel mülkiyetten çıkarılarak işçinin ve tüm kitlelerin yaşamının geliştirilmesi, toplumun yararına sunulması, özgürlüğü elinden alınmış toplumun çoğunluğuna karşı sınırsız özgürlüğe sahip sermayedarların iktidarı ancak özel mülkiyet kaldırılarak sonlandırılabilir. Bunun için proletaryanın önderliğinde devrim kaçınılmazdır. Egemen sınıfların kişisel özgürlüğü ve yağmacı rantiyecilerin dayandığı bu koşullar ortadan kaldırıldığı an proletaryanın ve tüm halk kitlelerinin özgürlüğü başlayacak.

Burjuvazi için özgürlük, meta dolaşımı, sermayenin ticaretin ve sömürünün özgürlüğüdür. Egemen sınıflar yıkılınca onların özgürlük anlayışının da anlamı kalmayacak. Toplumsal özgürlük sağlayacak proletaryanın sınıf mücadelesine amansız saldırmaları boşuna değildir. Lakin ileriye doğru gelişen sosyal koşullar geçen sürede burjuvazinin gereksiz bir sınıf olduğunu çok daha açık gösteriyor. Sınıf mücadelesinin gerekliliğinin kavranması işçi ve tüm halk kitleleri için bir özgürlük meselesidir.

Burjuva toplumda geçmiş neden ve nasıl bugüne hükmediyor? Sermaye sihirli bir çubuğun dokunuşuyla ortaya çıkmış değil, birikmiş emek olarak sermaye tüm geçmiş birikimi kapsar. Geçmişin birikimi burjuva toplumda her şeye hükmeden bir güce dönüşüyor. Sermayeyi büyüten işçinin yaşamının iyileştirilmesi, gelişiminin sağlanması yerine işçi ve tüm emekçi yığınların yaşam alanları daralıyor; standartlar aşağı çekiliyor. Sermayenin kişisel karakteri sonsuz bir özgürlükle hareket eder ama üreten, çalışan sınıflar sermayenin mutlak denetimine tabi tutulan kurallara çivilenmiştir; yaşayabilecek düzeyde beslenmesine yetecek kadar asgari ücrete mahkum edilmiştir. Üretim araçlarından koparılmış birey aç kalmamak için çalışmak zorundadır. Üretim toplumsal ama mülk edinmek şahsidir. Üretim araçlarına sahip olan ve muazzam seviyeye ulaşmış askeri gücü ile devlet aracıyla kendini güvene almış egemen sömürücü sınıf toplumun geri kalan kısmından özgürlüğü çekip almıştır.

Aşırı birikim sermayeyi üretim dışına spekülatif alana iterken işsizler ordusunun sayısı kapitalist sistemin kurbanları olarak artıyor da artıyor. Yalnızca Türkiye’de sendikaların verilerine göre yuvarlak hesap 8 milyona yaklaşan işsiz sayısının gösterdiği gibi sermayenin bolluğu ücretli emek gücünün yaşamını geliştirilmesine aksine kapitalist ekonomik krizin yükü işçinin, emekçi köylünün sırtına yükleniyor. Komünist toplumda sermaye toplumun ihtiyaçlarının hizmetindedir, bugün ise sadece topluma hükmediyor.

K. Marks ve F. Engels ölümsüz eserleri Komünist Manifesto’da şunları yazmışlardı:

“Burjuva toplumunda canlı emek yalnızca birikmiş emeği arttırmanın bir aracıdır. Komünist toplumda ise birikmiş emek yalnızca işçilerin yaşam sürecini genişletmek, zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır.” (SF. 45, Evrensel Basım)

Proletaryanın en bilinçli öğeleri komünistler ücretli emekçilerin yalnızca sermayeyi arttırmanın koşulmuş köleleri olmaktan kurtarılması için proletaryanın önderliğinde tüm halk kitleleriyle birleşerek sınıf savaşımına tutuşmanın bayrağını yükseltmeye koyulduklarında devletin tank ve topu ile karşılaşmaktadırlar. Nedeni çok açık! Egemen sömürücü sınıfların özgürlük alanına dokunulması istenmiyor. Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan halk kitlelerinin emeği üzerinde kurulmuş zorbalığın sonsuza kadar sürdürülmesini ise kutsal bir özgürlük hakkı olarak savunuyor.

Bu yıkıcı, eşitsiz ve zararlı koşulları sadece kendisi için sınıf haline gelmiş proletarya değiştirebilir.

“Özel mülkiyeti ortadan kaldırmak istiyoruz diye dehşete düşüyorsunuz. Oysa sizin mevcut toplumunuzda nüfuzun onda dokuzunun özel mülkiyeti ortadan kaldırılmış durumda; özel mülkiyetiniz ancak onda dokuzunun buna sahip olmaması sayesinde ayakta duruyor. Demek ki bizi suçlamanızın nedeni, toplumun ezici çoğunluğunun mülksüz koşul koyan bir mülkiyet ortadan kaldırmak istememiz” (K. Marks, F. Engels Komünist Manifesto, Sf. 46, Evrensel Basım)

Bu suçlamayı göğsümüzü gere gere kabul ediyoruz. Evet uluslararası komünist hareket kapitalist üretim biçimini, burjuva mülkiyeti ve onun devletini yok etmek için önderlik ettiği sınıf mücadelesi eşsiz zaferlerle tarihe kaydoldu. Başkasını boyunduruk altına alan mülkiyet biçimi kaldırıldığında ne üretim durdu, ne de o toplumlar yönetilemez hale geldi, bilakis proletaryanın zafer kazandığı her toplumda tarihi büyük gelişmeler gerçekleşti.

Özel mülkiyetin egemen olduğu burjuva kapitalist toplumda çeşitli reform talepleri düzleminde uzlaşmak ve sınıf mücadelesinin askıya alınması proletaryanın sınıf çıkarları ve özgürleşme mücadelesine ihanettir.

Marksizmin işaret ettiği gibi kapitalist üretim biçimi kendi suretinden bir dünya yaratmakla kalmadı, kendisini geliştiği her yerde tekrar ettiği gibi kendi sınıf egemenliğini de yasa düzeyine çıkardı, düşünce ve kültür hakimiyeti ile kendisine sonsuzluk ve hükümranlık misyonu biçti. Burjuva mülkiyetin kaldırılmasındansa tüm dünyanın yok edilmesi, insanlığın anlatılmaz acılara boğulması, felaketin yer yüzünü sarmasını yeğ gören tekelci biçimiyle emperyalist kapitalizm tarihte görülmüş en gerici politik saldırganlık biçimi olan faşizmi bir yönetim sistemi olarak benimsiyor. Komünizm gelmektense faşizmin ölüm makinaları, gaz odaları devreye girsin, proletaryanın egemen bir sınıf olarak iktidarı kazanıp üretim araçlarının ortaklaştırılması ve toplumun yararına sunulmasını görmektense emperyalist bir dünya savaşına girişilerek milyonlarca insanın öldürülmesi çok daha iyidir deniliyor. İşte burjuvazinin özgürlük, hukuk ve eşitlik anlayışı budur.

Yok olan antik çağın köleci mülkiyeti, feodal mülkiyet için düşünülen şey kapitalist üretim ve mülkiyet biçimi için hiç düşünülmez, kendi mülkiyetlerine ve düzenlerine sonsuz bir anlam yüklenir. Mülkiyet ilişkilerinin geçirdiği tarihsel değişiklikler kapitalist topluma gelince dondurulur, tarihi diyalektik gelişim sonlandırılır ve komünizm kapılarını çaldığında dehşete düşülmüş haliyle korkunç yıkıcı silahlarıyla saldırıya geçerek insan doğa ve tarih imhasında hiç tereddüt edilmez. Eğer öyle olmasaydı atom bombaları atılırmıydı, gaz odaları kurulurmuydu?! Böylesine çürümüş ve zararlı bir sistem yok edilmelidir.

Ne kapitalizm nede onun koruyucusu devlet kendiliğinden yok olmaz. Mülkiyeti kaldırılmış nüfusun onda dokuzunu oluşturan ezilen ve sömürülenler toplumun ezici çoğunluğunu oluşturduklarını görüp sınıf mücadelesinde proletaryanın önder gücü komünist partisinde birleşerek sömürenlerin devletinin yıkılması ve iktidarın kazanılması için mücadele etmeli.

Reformist, oportünist uzlaşmacı akımlar eşitsizlik ve sömürünün mutlak olduğu toplumda sürekli eşitsizliğin azaltılması, sosyal adalet vb. vs. çözüm olmayan göz boyamacı taleplerle burjuvazi ile barışık yaşarlar. Bu akımların “Marksist”, “komünist” , “sosyalist” ismini istismar etme dışında komünizm ile ilgisi yoktur.

Gerçekte komünist olanalar ise yeni bir yaşam, yeni bir kültür, yeni bir toplumsal nizamı müjdeleyen proletarya devrimi için sınıf savaşına önderlik görevi için var güçleriyle çalışırlar. Sorun devrim sorunudur. Sömürücü egemen sınıfların devlet iktidarını yıkmak için savaşan komünistlerin her daim saldırıya uğramasında şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü proletaryanın egemenliği burjuvazi için her yerde dehşetli korkudur…

KOMÜNİSTLER NE İSTİYOR NEDEN SÜREKLİ SALDIRIYA UĞRUYORLAR (2)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin