Genel olarak burjuvazi sınıf düşmanlarına karşı acımasızdır. Sınıf iktidarının tehdit edilmesi durumunda proletaryanın komünist öğelerinin yok edilmesinde her türlü yöntem ve devlet şiddetine başvurulur. Kapitalist sömürü düzeninin korunması onlar için mutlaktır ve bunun için yapılması gereken her şey meşrudur! Gerektiğinde emperyalist tekellerin en aşrı katliamcı terörcü yönetimi faşizm, gerektiğinde yasaklamalar, baskılar, gerektiğinde askeri saldırılarla tek tek veya topluca komünistlerin devrimci öncülerinin yok edilmesi. Her şey sömüren egemen sınıf için meşrudur. Tüm gaddarlık biçimlerinin sermayenin yönetiminde mümkün olduğu tarihi gerçeklerle sabittir. Önce İtalya’da, sonra Almanya’da ortaya çıkan faşizm emperyalist kapitalizmin bir yönetim modelidir. Kapitalizmin varlığını tehdit eden uluslararası proleter sınıf hareketi ve güçlenen komünizm cephesine karşı burjuvazinin başvurduğu soykırımcı, katliamcı, terör yönetimidir. Çoğu Sovyetler birliğinin yurttaşlarına olmak üzere milyonlarca insanın ölümüne yol açan faşizm ancak ikinci Emperyalist Dünya Savaşında komünist partisinin önderliğinde ve uluslararası ölçekte büyük bir mücadele ve savaşla yenilgiye uğratıldı. Önemli ve unutulmaması gereken nokta şudur: İtalya ve Almanya’da faşist diktatörlükler yıkıldı. Daha geç bir tarihte İspanya’da da yıkıldı. Fakat yarı sömürge ülkelerde faşist diktatörlükler emperyalist yağmacıların bu nitelikteki ülkelerdeki yönetim modeli olmaya devam etti ve faşist diktatörlükler daima tahkim edildi. Afrika’nın tamamında, Asya’da; Cezayir, Vietnam, Kore’de görüldüğü gibi emperyalist ülkeler sömürgelerde, sömürgeleştirmek istedikleri her ülkede soykırım ve faşizmin tüm biçimlerini taşımaktaydılar. Daha eskiye uzanmaya gerek yok 20. yüzyılda Asya, Afrika, Güney Amerika’nın mazlum ulusları ve devrimci halklarına karşı büyük katliamlar gerçekleştirildi. Tarihin haksız zalim, faşist yanında kapkaranlık yüzleriyle emperyalist ülkeler, emperyalist-kapitalist tekeller ve sömürge, yada yarı-sömürge ülkelerde mali tekelci sermayenin işbirlikçisi komprador burjuvazi ve feodal sınıflar vardır. Tarihin aydınlık, devrimci ve haklı yanında ise emperyalizme karşı savaşan mazlum ulusların halkları ve tarihe yön veren evrensel devrimci niteliğiyle büyük bir mücadele yürüten sosyalizm deneyimlerini büyük insanlığa armağan eden devrimci proletarya hareketi vardır.
Başından beri Türkiye’de sistemin siyasi faşist karakterde olması nedeniyle devrimci sınıf hareketimiz olağanüstü zor koşullar altında mücadele sürdürmektedir. Birinci Emperyalist Dünya Savaşı’na Almanya emperyalizminin emrinde savaşa dahil olan ve savaşın sonunda çöken Osmanlı’nın enkazı üstünde galip Batı Avrupa emperyalist ülkeleri -İngiltere, Fransa, İtalya- ile sosyalist devrimin doğduğu Sovyetler Birliği cephesi arasında önemli bir coğrafi kavşakta bulunan Türkiye’de hanedanlıktan cumhuriyete bu egemen emperyalist ülkelerin mali, ticari ve askeri ihtiyaç ve imtiyazları Kemalistler tarafından güvencelenerek geçildi… Emperyalistlere göbekten bağımlı yarı-sömürge, yarı-feodal ekonomik yapı üzerinde Sovyetler Birliği’nde dünyayı etkileyen komünizmin yükselişine karşı emperyalist cephenin parçası olarak anti-komünist nitelikte ve de Kürt ulusu ve diğer milliyetleri inkar ve yok saymaya dayalı Türk ulus egemenliği ile çeşitli din ve inançları yok saymaya dayalı islam ve Türk esaslı devlet zorunu gerektiğinde sınırsız kullanan cumhuriyet devleti kuruldu. İbrahim Kaypakkaya diktatörlüğü tahlil etti. Türk ulusu dışında diğer milliyetleri yok sayan, din ve inanç özgürlüğünü tanımayan CHP dışında burjuva partilerin kurulmasına dahi izin vermeyen, işçilerin örgütlenmesini, 1 Mayıs’ı yasaklayan, daha kurulmadan komünist önder Mustafa Suphi ve 14’leri katleden azgın bir anti-komünizm niteliğiyle demokrasiyi tümden dışlayan Kemalistler emperyalist ülkeler tarafından sürekli tahkim edildi. Türkiye yarı-sömürge ülkelerde kurulan faşist diktatörlüklerin ilk modelidir. Sol parti, TKP gibi sosyalizmin ismini lekeleyen revizyonistler M. Kemal’e “özlem ve minnet”lerini sayarken, TKP “1923 yeniden” sloganıyla Kemalizm ismiyle anılan burjuva milliyetçi düşünceyi yüceltip sosyal şovenizm şampiyonluğunu kimseye kaptırmazken bu cumhuriyetin faşist siyasi karakterde sınıf devleti tarafından Türkiye ve Kuzey Kürdistan çeşitli milliyetler ve uluslardan işçi sınıfımız, fedakar halkımızın, mazlum Kürt ulusunun ve çeşitli milliyetlerin, dini toplulukların haklarını yok sayıp mücadelelerini kanla boğduğu gerçeğinin üstünden atlamaktadırlar. Oysa demokrasiyi dışlayan faşist cumhuriyet devlet sistemi işçi sınıfımızın devrimci mücadelesi önünde engel olan, devrimin baş düşmanı komprador egemen sınıfın cumhuriyetidir. Cumhuriyet devletin biçimidir, demokrasi ise içeriktir. İçerik demokratik olmadıktan sonra isminin cumhuriyet, yada krallık olmasının önemi yoktur. Aksi taktirde İngiltere krallığı, yada Danimarka, Belçika krallıklarının burjuva demokratik, Türkiye cumhuriyetinin ise neden faşist olduğu anlaşılamaz. Ayrıca azgın bir anti-komünizmin sürekliliği devletin siyasi karakterinin faşist olmasıyla orantılıdır. Komünist harekete, komünist önderlere yönelik acımasız saldırılarda bu kapsamda görülmeli.
Tarih gösteriyor ki, başa çıkılamayan devrimci önderlerin şahsında somutlaşan amaç ve sınıf teorisinin içinin boşaltılması, önderlerin içerikten yoksun, bir ikona dönüştürülmesi konusunda burjuvazi oldukça deneyimlidir. Her hangi bir ülke ile sınırlı değil, uluslararası bir egemen sınıf deneyimidir. Bilinen bu gerçeğin unutulmaması gerekiyor. Ayrıca komünist önderler ve savaşçıları katleden burjuvazi sadece önderlerimiz sağken onlara karşı taşıdıkları nefret, öfke ve kin yanında yasak ve karalamaları aksatmadan sürdürmekle kalmıyorlar, yok ettikleri proletaryanın sınıf önderlerinin ölülerinden bile korkmaktadırlar. Naaşları bilinmeyen yerlere gönülmekte, kitlelerden gizlenerek gönülmekte, yada yakılmaktadır.
Bu gerçek en son Peru Komünist Partisi önderi Başkan Gonzalo’nun naaşının faşist Peru devleti tarafından yakılması örneğinde bir kez daha görüldü. Gonzalo yoldaşın cenazesi tüm çaba ve ısrarına rağmen ailesine teslim edilmedi ve yakılarak yok edildi. Yaşayanların ölenlere hak ettikleri saygıyı sunması bile yasaklanabilmektedir. Demekki sönürücü egemen sınıfın baskı, yasak ve katliam politikasının sınırını -ki bu aynı zamanda sınırsızlıktır- belirleyen ölçü sınıf iktidarını korumak için gerekli olandır. Bir şey proletarya sınıfına ne kadar yasaksa, burjuvaziye o kadar serbesttir. Kendisinden önceki köleci ve feodal düzenlerin en zalim önderlerini, köle sahiplerini, zalim kralları ve kendi sınıf temsilcileri kişileri büyük anıtlar yapılarak ve sistemli olarak yücelten burjuvazi, kapitalizmi yıkacak biricik devrimci sınıf olan proletaryanın önderlerini ve proletaryanın sınıf mücadelesini sembolize eden ne varsa yasaklayıp, yok sayılması, gözden uzak tutulması, cadde, meydan gibi kent mekanlarında asla görülmemesi, varsa kaldırılması, anılmalarına ve kitlelere anlatılmalarına yasak konulması, anılmaları halinde bu çalışma içinde olanların cezalandırılmaları politikası aynı anda var olur ve karşıt yönde ilerler. Örneğin Türkiye’de kurucusu M. Kemal’in her 10 Kasım’da anılmasında devlet seferber edilir, bütün burjuvazi partileri birbirleriyle yarışır onu yüceltmekte, keza diğer devlet yöneticileri pozisyonlarıyla yüceltilirler; bu konularda burjuvazinin yücelttiği liderlerin halk düşmanı sınıf niteliklerini açıklayan fikirler yasaklanır, cezalandırılır. Öte yandan komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın, diğer devrimci önderlerin mezarları başında anılması yasak ve hapis cezasıyla cezalandırılır.
Bu anlamda Başkan Gonzalo şahsında naaşına yapılan saldırı ulusal çapta bir olay değil, genel anlamı ve muhtevasıyla burjuvazinin proletaryanın sınıf hareketine karşı yürüttüğü saldırının bir parçası ve ifadesidir.
Che Guevara’ya yapılanlar akıldadır. Tüm Güney Amerika’ya Küba devrimini gerilla savaşıyla yaymak için 1965 yılında Bolivya’ya geçen Che gerilla hareketini başlattıktan sonra henüz işin başındayken ve de Küba’dan farklı şartlara sahip olmasından kaynaklı planlananın aksine büyük zorluklar ve engellerin ortaya çıkmasıyla yeterli ilerlemenin yakalanamamasına rağmen tüm şimşekler üzerine çekilmiş, emperyalist ABD ile Bolivya işbirlikçi kukla ordusunun ortak saldırısıyla 9 Ekim 1967 yılında Che Guevara öldürüldü. Dünyanın neresinde olursa olsun devrimci bir hareketin bastırılması, önderlerin yok edilmesi, komünist partilerinin darbelenmesi emperyalizmden bağımsız düşünülemez. Küba’da bakanlık görevini sürdürmek yerine Bolivya’da gerilla savaşı başlatan, çıkan çatışmada yaralı yakalandıktan sonra katledilen ve göğsünde, bacaklarında dokuz kurşun yarasıyla basına gösterilen, katiller gerçekten öldürülenin Che olup olmadığını netleştirmek için CIA Che’nin iki elini bileklerinden kestirir ve gizli bir yere gömülür. Ne ailesi nede Küba devletinin isteği karşılanmaz, Che’nin naaşı verilmez ve tam otuz yıl nerede olduğu da öğrenilemez. 1997 yılında emekli general Mario Vargas Salinas’ın “Vallegrand’de eski uçak pistinin altında gömülüdür” demesinden sonra Che’nin elleri olmayan kemikleri Küba’ya getirilir ve halk kitlelerinin büyük saygı ve sahiplenmesiyle askeri tören eşliğinde Santa Clara’da hazırlanmış anıt mezara gömülür. Tarihler isimler, hükümetler değişik olsa da burjuvazinin terörcü yöntemleri devam ediyor; bazen ölü bedeni gizliyor, bazende yakarak yok ediyor.
Cenazeyi Yakabilirler Ama Komünist Fikirleri Küle Çevirecek Ateş Yoktur
Emperyalist ABD’nin kuklası Peru devletinin İçişleri, Adalet Bakanları, Savcılık ve Generallerin hazır bulunduğu, CNN gibi uluslararası ve ulusal burjuva medyanın katılımıyla komünist önder yoldaş Gonzalo’nun-Abimael Guzman- naaşı 24 Eylül 2021 tarihinde Lima’da Deniz Hastanesi Krematoryumunda yakıldı. Faşist yüzlerini bir kez daha gösterdiler.
Başkan Gonzalo’nun cenazesini teslim almak için ailesi tarafından yapılan girişimler reddedildi. Peru kongresi, Başkan Gonzalo’nun ölümünden altı gün sonra “terör suçlularının cenazelerinin yakılması”na dair bir kanunu hızlıca onayladı. Gonzalo’nun cansız bedeninin Krematoryumda yakılmasının görüntüleri kazanılmış zaferin kanıtı biçiminde intikam histerisiyle basında sunuldu. Fiziki tasfiye tamamlanmıştı. Toplumsal kültür, ahlak, inanç, değerler, çok sözü edilen insan hakları, ölüye saygı ve daha bir dizi sözde bağlı olduklarını söyledikleri her şey söz konusu sınıf çatışması ve komünistlerin yok edilmesi olunca hiç bir anlamının olmadığını Gonzalo yoldaşın ölü bedenine bile yapılan vahşet ve terör saldırısından açık ve net olarak bir kez daha görüldü.
Peru Komünist Partisi’nin önderi Abimael Guzman (Gonzalo) 12 Eylül 1992’de emperyalist ABD ile faşist Peru devletinin ortak kuşatmasıyla yakalandıktan sonra tutukluluğunun üçüncü gününde müebbet hapis cezası kararı verildi ve gönderildiği San Lorenzo deniz üssünde tam 29 yıl tecrit hücresinde tutuldu. El Diario gazetesine Temmuz 1998 yılında verilen röportajda Gonzalo’nun gürül gürül akan devrimci proleter mücadele çoşkusu açık ve net Marksizm, Leninizm, Maoizm savunusu ve uygulama kararlılığı görülür. Tutuklandığında demir kafes içinde yumruğu havada sınıf düşmanlarına meydan okuyan ve yargılayan konuşmasıyla Gonzalo görüntüsü devrimcilerin hafızasına silinmemek üzere kaydoldu. 29 yıl tek kişilik hücrede tutulması yeterli gelmedi, ölü bedenini yakma acizliğiyle komprador Peru burjuvazisi ve hizmetinde oldukları ABD emperyalistlerine ve tüm dünya gericiliğine, sermayenin genel çıkarlarına ve iktidarına ne deece bağlı olduklarını, proletaryanın komünist sınıf mücadelesine, Halk Savaşının özgün biçimi gerilla savaşı ve her türden devrimci mücadele yöntemine ise ne derece düşman olduklarını bu vahşi eylemiyle gösterdiler. Bu aynı zamanda sınırı olmayan bir nefret, burjuvazinin komünizme, komünistlere karşı taşıdığı sınıf nefretinin ifadesi bir eylemdir.
Sınıf bilinçli proletarya Gonzalo yoldaşın cenazesine Peru faşist devletinin saldırısının özünde emperyalizm ve dünya gericiliğinin komünist harekete, işçi sınıfı mücadelesine yönelik yapılmış bir saldırı olduğu bilincindedir. En nihayetinde kaybetmeye yazgılı emperyalist-kapitalizm ve uşakları kendilerini çok güçlü gösterseler bile esasında dünya işçi sınıfı ve ezilen sömürülen halklar karşısında güçsüzdürler. Komünist önderlere yönelik karalama, yıpratma; çarpıtma yada cenazelerini saklama, yakma, anıt mezarlarını yıkma, heykellerini devirme, müzeleri kapatma vb. burjuvazinin her saldırısı bilinçlenmiş proletarya sınıfına, sermayenin iktidarına karşı mücadele yürüten ezilen ve sömürülenlere yapılmış saldırıdır. Emperyalizmin kuklası hükümet ve faşist Peru devleti tarafından Gonzalo’nun naaşına el konularak yakılması bir rezillik örneğidir. Büyük bedeller ödeyen ama kararlılıkla mücadele yürütme geleneğine sahip Peru halk kitlelerinden, genel anlamda komünizm mücadelesinden korktuklarının göstergesidir. Böylesine barbar bir eylemle işçi sınıfının devrimci iradesi ve mücadelesinde bir önderlik sembolünü temsil eden uluslararası öneme sahip bir değerin yakılması Marksizm, Leninizm, Maoizm evrensel düşüncesi ve uygulanması mücadelesine karşı uluslararası burjuvazinin yürüttüğü savaşın parçasıdır. Bu anlamda mesele sadece ölü bir bedenin ateşe atılması değildir. Aksine sınıf mücadelesinin devrimci kabına sığmaz enerjisini yaratan fikirler ve bu devrimci fikirlerin aydınlattığı amaç uğruna gözünü kırpmadan canını verenlerin şanlı ve onurlu tarihe karşı duyulan öfke ve nefret burjuvazinin bu sınıf tavrında dışa vurmaktadır. Bu tutum Marksizm, Leninizm, Maoizm ışığı altında proletaryanın sınıf mücadelesi, sınıf iradesinin egemen sınıfları korkuttuğu, uykularını kaçırttığı ve onlara amansız darbeler indirerek ulusal ve uluslararası ölçekte sınıf mücadelesine güç, esin ve enerji taşıdığı canlı, dip diri devrimci ruhun sembolleştiği bir komünist önder karakterin cansız bedeniyle temsil ettiği değerlerle fırına atılma gösterisidir. Peru ulusal sınırları ve devlet düzeninde gerçekleşen bu faşist saldırı sadece Peru’ya özgü yerel bir saldırı ve vahşet değil, bu anlamıyla uluslararası niteliği olan bir saldırıdır. Çünkü dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun her bir komünist partisinin önderlik ettiği mücadele dünya proleter devrim sürecinin uluslararası parçasıdır ve işin tabiatı gereği dünya burjuvazisi ve gericiliğine karşı yürütülen evrensel bir mücadeledir.
Peru gerici sınıfları ve emperyalist efendilerini ürkütecek boyutta 1980’ler ve 1990’ların başında zirveye ulaşan Halk Savaşını başlatan Peru Komünist Partisi’nin önderi Gonzalo’nun hapiste ölene kadar tutulması, sağlığı ciddi biçimde kötüleşmesine rağmen serbest bırakılmaması ve tedavi hakkı engellenerek ölümü hızlandırılarak katledilmesi ve sonrasında naaşının yakılması sadece Peru’da değil genel olarak dünyada burjuvazinin politik ve siyasi bakımdan güçlü ve komünist işçi sınıfı hareketine karşı yenilmez olduğu mesajı verilmektedir. Fakat komünizm teorisinin her hangi bir fırında yok edilmesi mümkün olmadığına göre burjuvazinin zafer naraları boşunadır. Doğru fikirler bir kez oluştuktan sonra hiçbir bomba, hiçbir araç ve girişim onları yok edemez. Burjuvazinin başarıları hangi boyutta olursa olsun toplumsal ve tarihi açıdan geçicidir, sürekli mücadele niteliğiyle kaçınılmaz olan ve çelişmeye yön veren esas yan sosyalizm, komünizmdir. Diğer komünist önderler ve kahraman bütün savaşçılar gibi Başkan Gonzalo’da hayatını işçi sınıfı ve tüm emekçi halk kitlelerinin kurtuluşunu sağlayacak sosyalizm ve komünizm uğruna mücadeleye adamıştır. 1992!yılında demir kafes içinde yargılamaya kalkıştıklarında takındığı tavır gibi 2004-2006 ve 2014-2018 yıllarında mahkemelerde her yargılama gösterisinde dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları ve mazlum ulusları Başkan Gonzalo’nun yumruğu havada sınıf düşmanlarının yüzüne Marksizm, Leninizm, Maoizme şan olsun şiarını haykırdığına devrimi her koşulda savunduğuna tanıktır. Bu büyük bağlılık örneğinden, tutarlı ve kararlı iradeden tüm devrimciler öğrenmeye devam etmektedir. Bu nedenlede emperyalistler ve uşaklarının sevinçleri ve barbar saldırıları bolunadır, hiçbir kuvvet Gonzalo yoldaşa ve tüm komünist önderlere canlı eylem kılavuzu olan Marksizm, Leninizm, Maoizmin devrimci proletarya hareketinin ellerinde yenilmez bir silah olması engellenemeyecektir. Krematoryumun bacasından gökyüzüne proleter devrimcilerin yakılmış cansız bedeninden yükselen duman bulutu mutlaka emperyalizm ve onların kuklası işbirlikçi burjuvazilerin ve onları koruyan devlet düzeninin üstüne yok edici bir fırtına olarak geri dönecektir.
Ayrıca Türkiye’de oportünist, revizyonistlerin popüler kavramı ile belirtirsek yoldaş Gonzalo’ya tüm bu yapılanların kendisine “sol” siyen Peru sosyal faşist hükümeti tarafından gerçekleştirildiği akılda tutulmalı.
Biz Türkiye ve Kuzey Kürdistan’lı komünistler bu türden saldırılar karşısında şaşırmıyoruz çünkü farklı kıtalarda olsak da benzer, hatta kimi yönleriyle çok daha sert, kanlı ve azgın bir faşizm altında sınıf mücadelesi yürütüyoruz. Kuşkusuz proletaryanın önderleri yok edilebilir, tutuklanabilir, komünist partisi yenilgiye uğrayabilir, egemenler tüm bunlara bakarak komünist hareketin bir daha toparlanamayacağını söyleyip edebi bir bozguna uğratma hayaliyle zafer naraları atabilir. Tüm bunlar oluyor ve olacaktırda ama uzun ve engellerle dolu sınıf mücadelesi yolunda tüm bu engeller Gonzalo yoldaşın sıklıkla işaret ettiği gibi “katedilecek büküntülerdir”! Dünya burjuvazisinin Peru’dan verdikleri “yenilmezlik” yada emperyalist-kapitalist düzene karşı gelinemeyeceği mesajı bir işe yaramaz. Emperyalist-kapitalizmin taşıdığı genel sistemsel tıkanma ve kriz koşullarının evrensel karakteri içinde proletaryanın uluslararası mücadelesi her bir ülkede kendi özgün şartlarıyla gelişecek ve büyüyecektir. Burjuva demokrasisi işçi sınıfı ve bütün halk kitlelerine eşitlik ve özgürlük sağlayamaz, aksine toplumsal eşitlik ve özgürlüğün önünde en büyük biricik engeldir. Vede burjuva demokrasisinin genişleyebilecek her hangi bir sınırı yoktur. Ama proleter demokrasinin genişleyip gelişebileceği bir dünya vardır. Devrimci işçi sınıfı evrensel niteliğiyle mutlaka amacına ulaşacaktır. Başkan Gonzalo’ya hak ettiği gerçek saygının gösterilmesine gelince, burjuvazi nefretinde haklıdır çünkü onların iktidarını sarsmış, içlerine korku salmıştır bu nedenle nefret etmeye devam edebilirler. Devrimci proletarya ise komünizm mücadelesi tarihinde çoktan yerini almış Gonzalo’dan öğrenmeye ve saygısını mücadelesi ile göstermeye devam edecektir. Sömüren ve ezen sınıf için en nefret edilen sömürülen ve ezilen sınıflar için en değerli olandır.
Biz Maoist komünistler bu önemli sonuçlardan doğru dersler çıkarmaya gayret ediyoruz. Sınıf iktidarının yıkılması uğruna mücadele yürüten proletarya hareketi, devrimci güçler faşist devlet diktatörlüğünün her türden saldırılarına uğramaktadır. Ayrıca Türkiye’de ulusal baskıya karşı mücadele yürütenler olsun, gerekse sınıf devrimcilerine yönelik naaşları yakma yasası çıkarılmasa da bu meselede sicili pek temiz değildir. Örneğin 1920 ile 1938 arasında çeşitli tarihlerde idam edilen Kürt liderler, toplumda ileri gelenler; Şex Said ve arkadaşlarının, keza M. Kemal’in 14 Kasım Elazığ ziyaretiyle mahkeme tarihi beklenmeden bizzat M. Kemal’in emriyle olduğu artık bilinen 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece idam edilen Seyid Rıza ve altı Dersim’li (1937) Kürt toplum liderlerinin cenazeleri ailelerine verilmemiş, gizli bir yere gömülmüşlerdir. Hala da cenazeler ailelere teslim edilmemiştir. Yöntemler aynı biçimler farklıdır.
Başkan Gonzalo’nun önderlik ettiği Peru Komünist Partisi (1969) gerilla savaşına hazırlık yaptığı dönemde Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Marksizm, Leninizm, Maoizmin şanlı bayrağıyla Halk Savaşının özgün biçimi gerilla savaşının kıvılcımını çakan komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve kurucusu olduğu Maoist Komünist Partisi’nin önceli TKP (ML) emperyalistlerin kuklası faşist Türk devletinin şiddetli saldırısına uğramış, yaralı yakalandıktan sonra üç ay süren işkenceli sorgularda Diyarbakır zindanlarında önder yoldaşımız İbrahim Kaypakkaya (18 Mayıs 1972) katledilmiştir. Cenazesi babasına bir torba içinde teslim edilmiştir.
12 Eylül faşist askeri cunta döneminde idam edilen, işkencelerle öldürülmüş devrimcilerin bazılarının gömüldüğü yerin öğrenilmesi için uzun zaman mücadele etmek gerekmiştir. Gerilla cenazelerin verilmemesi sistemli bir politika olarak yürütülmektedir. Tüm başvurulara rağmen cenazeler teslim edilmemektedir. Kuzey Kürdistan’da Kürt devrimcilerinin gömüldüğü mezarlıklar iş makinalarıyla tahrip edilip yıkılması, ortadan kaldırılması örneklerinde görülen politikaya farklı ülkelerde egemen sınıfın devrimci kitlelere, ezilen ulusa karşı sınırsız saldırılardaki benzerliğini göstermektedir. Yaşayan, canlı insana saygısı olmayan sınıfın ölü insana saygısı hiç olmaz. Nerede olursa olsun kapitalistler sınıfı insanı ve doğayı tahrip ederek ilerler. Sadece üretim biçimi bakımından kapitalizm modern her toplumda kendisini tekrar etmekle kalmaz, siyasi ve politik bakımdan da kendisini tekrar eder.
Sömürücü egemen sınıfın devrimci sınıf hareketine azgın saldırı oranını belirleyen olgu sömüren sınıflar ile sömürülen sınıflar arasında süren antagonist çelişkinin şiddetlenmesi, sınıflar arasında mücadelenin keskinleşip gelişme seviyesidir. Sınıflar arasında mücadele keskinleşmiş, devrimci işçi sınıfı önderliğinde kapitalistler sınıfının iktidarına karşı sınıf savaşı güçlenmiş ise devrimci kriz koşullarında burjuvazinin saldırganlık ölçüsü sınır tanımaz, devrimci kitlelere karşı yok edici bir sınıf politikasına geçiş yapılır. Türkiye gibi göbekten bağımlı komprador kapitalizmin egemen olduğu yarı-sömürge ülkeler veya yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde emperyalizme bağımlı faşist diktatörlükler sınıf mücadelesinin üzerinde mutlak bir denetimin kurulması için baskı ve şiddet politikası esasta gevşetilmez. ABD’nin arka bahçesi Güney Amerika’da yazımızda konu edindiğimiz Peru’da olduğu gibi Türkiye’nin siyasal tarihi yarı-sömürge ülkelerde demokratik kırıntıların olduğu kimi kısa dönemler dışında hiç bir dönem demokrasinin gerçekleştirilemediğini göstermektedir. Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerde çifte boyunduruk vardır ve sınıf çelişkileri şiddetlidir. Siyasi politik baskı dönem dönem gevşese de sürekli ve şiddetlidir. Fakat engellere rağmen sınıf mücadelesi özgün biçimleriyle süreklidir. Yasaklar ve baskılar azalmıyor, artıyor ve daha da sistemleşiyor. Çünkü güçlü bir toplumsal mücadele dinamiği var. Hala komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş başta olmak üzere, devrimci önderler ve savaşçıların mezarı başında anılmaları, saygı sunulması hapis cezalarıyla yanıtlanmaktaysa ve hatırlanmaları, anılmaları yasaklanıp istenmiyorsa bu burjuvazinin tüm devrimci öğelere ve değerlere daha kapsamlı ve doğru ifadeyle sınıf hareketi ve Kürt ulusal hareketini tümüyle ezme ve yok etme politikasının ne derece katı biçimde yürütüldüğünü göstermektedir. Unutmayalım tüm bunlar cenaze yakmaktan farklı değildir. Fakat bilinmeliki komünist önderlerin cenazelerini yakanlar, anılmalarını ve fikirlerini yasaklayanlar, cenazelerini saklayanlar, mezarları kırıp dökenler, yok edenler güçsüzdür, güçlü olanlar devrimci kitlelerdir ve mutlaka zafere ulaşacaklardır.
Yorumlar kapalı.