İHD yaptığı yazılı açıklamayla “Kürt dili ve kültürüne yönelik baskılara ve yasaklamalara son verilsin” dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) yazılı bir açıklama yaparak Kürt dili ve kültürüne yönelik baskılara son verilmesini istedi.
Baskıları burjuva cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ele alan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt dili ve kültürü çeşitli planlar ve genelgeler dahilinde asimile edilerek Türklük içinde eritilmeye çalışılmıştır. 1925 tarihinde yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı ve 1930 tarihli Türkleştirme Genelgesi vb. bu çabanın somut göstergeleridir. 19 Ekim 1983 tarihinde çıkan 2932 sayılı yasa 1991 yılında iptal edilmiş olmakla birlikte, Türkçe hala Anayasaya göre tek resmi dil durumundadır ve eğitimde, medyada, siyasi hayatta ve birçok başka alanda öteki dillerin kullanımına ilişkin hala birçok kısıtlama bulunmaktadır. 2932 sayılı yasa ile Türkiye’de Kürtçe, özel hayatta bile yasaklanmış durumdaydı. Yasa, Türk vatandaşlarının anadilinin Türkçe olduğunu ilan etmekte ve başka bir dilin bir anadil olarak kullanımına ilişkin her türlü etkinliği yasaklamakta ve Türkçe dışında herhangi bir dilde plak, teyp ve görsel-işitsel malzemeyi yasadışı saymaktaydı.”
Açıklamada Kürt dili ve kültürüne yönelik saldırıların başta hapishaneler olmak üzere yoğunlaştığına dikkat çekilerek “Dil ve kültür hakları, çeşitli uluslararası insan hakları belgelerinde de korunan bir haktır” denildi.
İstanbul’da Hakim Lokman’ın kafede Kürtçe konuştuğu için katledilmesine ve Diyarbakır’da Kürt dil ve kültür kurumlarında baskın-gözaltı terörü estirilmesinin hatırlatıldığı açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“İHD, Kürt Meselesi ile bağlantılı her konuyu aynı zamanda bir insan hakları ve demokrasi sorunu olarak görmektedir. Raporlarında ve açıklamalarında; temel insan hakları belgelerinde yer alan hakların Kürtler tarafından kullanılmaya başlanıldığında, Kürt Meselesinin çözümünde önemli mesafelerin alınacağına inanmaktadır. Derneğimiz, bir insan hakları ve demokrasi sorunu olan Kürt Meselesinin insan hakları hukukuna uygun bir şekilde; yasal, sosyal ve kültürel açıdan çözümünün sağlanmasının aciliyetini bir kez daha belirtmektedir.”