Tayyip Erdoğan ‘‘Rabia‘‘ işaret yaparak sayıyor; „tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet“…
Oysa…
Yüz yıldır tutmadı bu maya… Kan ve gözyaşlarıyla sulanan bu topraklarda 91 yıl önce (2014) inşa ettikleri devlet de, bayrak da, vatan da bizim değil… O tek millet dediği şey de, ne Kürtleri ne de diğer ulusları temsil ediyor.
Talat Paşa’dan Enver Paşa’dan devraldığı soykırımı bayrağını ölene kadar dalgalandıran, Hitler’e ‘örnek’ olabilecek derecede suçlu olan Mustafa Kemal’in izinden yürüyor Recep Tayyip Erdoğan.
O da bize ‘’Kurtuluş Savaşı’’ masalını anlatıyor. Özellikle Kürtlere bu savaşta birlikte savaştık diyerek meşrulaştırmaya çalışıyor “Kurtuluş Savaşı“ masalını ve ardından kurulan bu zalim devleti.
Devletin kuruluşunda önemli rolleri olan birçok isim suçlular ordusu haline dönüşüp ,suikastler, İstiklal Mahkemeleri gibi ortamlarda muhalifler tasfiye edilip Mustafa Kemal „tek adam“lıkla yeni „Padişah olmuş“, onu İsmet İnönü izlemişti. Erdoğan da aynı yoldan ilerliyor…
Cumhuriyet tarihi boyunca İttihatçılarla başlatılan Ermeni, Rum , Süryani soykırımı devam etti. Kürtler her fırsatta inkar ve imha ile karşı karşıya kaldılar.
Cumhuriyet’in ezilen ulusların, emekçilerin düşmanlığını Osmanlı’dan İttihat ve Terakki’ye bir mirası devralarak yapan Mustafa Kemal ve onun varisi Kemalistler himayesinde yükseldiğini iyi biliyoruz. Bugün „tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet“ diyen Erdoğan da bu mirasın savunuculuğunu yapıyor.
Nasıl mı? Tarihe bir göz atmakta fayda var…
Önce Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarına bakalım… Mustafa Kemal’in icraatlarına…
Muhalefete tahammülsüzlüğü ile dünyada eşi benzeri görülmemiş baskı ve imha yöntemlerinin uygulayıcı Mustafa Kemal, Pontos Rum Soykırımı ile 353 bin Rum’u ve aynı yıllarda Koçgiri’de binlerce Alevi Kürt’ü en vahşi yöntemlerle katleder.
Mustafa Suphilerin Karadeniz’de boğdurulması, ardından Çerkes Ethem’in hain ilan edilmesi ile muhalifler tek tek yok ediliyor ve Cumhuriyet’e giden yolun önü düzleniyordu.
Ancak yüz yıl sonra bile onu izleyecek olanlara deneyimler kazandıran en önemli şey muhaliflerin ne pahasına olursa olsun yok edilmesi, etkisiz hale getirilmesiydi. Bunun için her yol mubahtı.
İşte bu yüzden Tayyip Erdoğan 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına tahammül etmemiş; seçimleri yenilemişti. Bu süreçte Suruç’ta, Ankara’da yüzlerce insanın kanına girmiş, her türlü muhalefete öncesinden daha da şiddetle saldırmıştı. Şiddetten, kandan beslenmenin cumhuriyetin vazgeçilmez ilkesi olduğunu iyi kavrayanlardandı. O artık Mustafa Kemal’in 21.yüzyıl versiyonu idi.
Ne kendisi ne de sınırları meşru idi Cumhuriyet’in. 5 bin yıldır o topraklarda doğanların kanı üzerine kurulmuştu. Milyonlarca insan soykırımdan geçirilmiş, sürgün edilmiş, geride kalanlar ise şiddetle baskı altına alınmış, asimile edilmeye çalışılmıştı. Ve yüzyıl boyunca da maya tutmamıştı. Bu yüzden cumhuriyetin bekasının tek koşulu şiddet, kan, ölümdü.
BİRİNCİ MECLİS’TE NELER YAŞANDI
Meclis açılmış, bir yandan Lozan’a doğru süreç ilerlerken bu kez Kemalistler açısından tahammül edilemeyecek olan yeni bir muhalefet oluşuyordu.
1920-1923 (İlk meclis) süreci, Mustafa Kemal’in İttihatçıların başlatıp ilk evresinde Ermeni ve Süryanileri yok ettikleri soykırımının ikinci evresini tamamlayacağı süreçtir.
Geride kalan son Hıristiyanlar olan Rumlara yönelik soykırımına 19 Mayıs 1919’da Pontos’a çıkışıyla hız verir. Mustafa Kemal, Ankara Meclisinin oluşturulması ve Merkez Ordusu’nun kurulmasıyla birlikte artık siyasi ve askeri bir güç haline gelmişti. Uluslararası dengeler (!) de lehine idi.
Meclis’te tüm yetkileri kendisinde toplayacak ‘’Başkumandanlık’’ yasasını çıkartarak, yasa da yargı da yürütme de kendisi olmuştu artık. Kurduğu İstiklal Mahkemeleri’nin başına atadığı kişiler aracılığıyla başta Pontoslu Rumlar olmak üzere ne kadar aydın, sanatçı, sporcu, düşün insanı, doktor, mühendis varsa ya idam ettirmiş, hapse attırmış ya da sürgüne yollamıştı.
Tüm bunlara rağmen ilk mecliste kendisine karşı çıkan bir muhalif grubun oluşu onu çok rahatsız eder. Zira bu muhalif grubun varlığı onun her istediğini yapmasına yer yer engel olmaktaydı. (Bu konuda detaylı bilgi sahibi olmak isteyenlere Ahmet Demirel’in ‘’Birinci Meclis’te Muhalefet- İkinci Grup’’/İletişim Yayınları adlı çalışmasını okumalarını tavsiye ederim)
İlk meclisteki 437 meclis üyesinden ’’… 290’ı Birinci Dönem ’den sonra hiçbir meclise girememiş ve bu kişilerin parlamenter olarak siyasal yaşamları Birinci Meclis’le beraber son bulmuştur.’’
1923 yılının 27 Mart gecesi ise TBMM 2. Grup milletvekillerinden ve Mustafa Kemal’e karşı en sert muhalif olarak bilinen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal’in Fedaisi Topal Osman tarafından öldürülür.
Beş gün sonra ise Topal Osman ve adamları kıstırıldıkları bir evde öldürülür. Topal Osman’ın başı kesilir ve öyle gömülür. Daha sonra mezarından çıkarılarak başsız cesedi ayağından darağacına asılır…
1923 SONU BAŞTAN BELLİ SEÇİMLER 2015’E YABANCI DEĞİL
Birinci meclisin ardından 1923 yılında sonucu baştan belli bir seçim yapılır. Bu seçimlerde muhaliflerin hiçbiri aday olarak gösterilmez. 11 Ağustos 1923’te açılan İkinci Meclis’te dahi Mustafa Kemal’in tüm önlemlerine rağmen Lozan Anlaşması’nın oylaması sırasında (23 Ağustos) 14 milletvekili ret oyu kullanır. Bu arada 9 Eylül’de Halk Fırkası (bugünkü CHP) kurulur.
Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte artık Pontos meselesi de hallolmuş, bir “kurtuluş savaşı” masalının gölgesinde 353 bin Pontos Rum’u soykırımına uğratılmış, Yunanistan ile yapılan Mübadele Anlaşması ile de 200 bini Pontos’tan (Karadeniz) olmak üzere 1 milyon 250 bin Rum sürgün edilmiştir.
TAKRİR-İ SÜKÛN YASASI
Artık Cumhuriyet ilan edilmiş, 1924 yılında Hilafet kaldırılmış ve yeni bir anayasa yapılmıştı.
1924’ün 17 Kasım’ında Kazım Karabekir başkanlığında Halk Fırkası’ndan istifa eden milletvekillerinin de katılımıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) adlı yeni bir parti kurulur.
TpCF’nın kurulmasının ardından Halk Fırkası meclis grubu toplanarak sıkıyönetim ilanı konusu görüşecek kadar muhalefete tahammülsüzdü. Sıkıyönetim önerisi kabul ettirilemese de,
4 Mart 1925 tarihinde muhalefetin tamamen susturulmasının zemini olacak Takrir-i Sükûn adlı bir yasa çıkarılır.
Mustafa Kemal, bölgedeki Kürtlere, haklarının korunacağı, “Her vilayetin kendi hükmi şahsiyeti olacağı” yönünde sözler vermişti. 1924 Anayasası’nda Kürtlerin bu beklentileri karşılanmayınca Kürtler hakları için mücadeleye başlar.
Resmi tarihin “Şeyh Said İsyanı” diye adlandırdığı, arkasında gerici dinci güçlerin ve İngilizlerin bulunduğu yalanı ile propagandasını yaptığı bu sürecin sonunda Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir’in de içinde bulunduğu Kürt liderler, Takrir-i Sükûn Kanunu ile kurulan İstiklâl Mahkemelerinde yargılanarak idam edilirler. 206 köy yakılır, 758 ev yıkılır, 15 binin üzerinde Kürt katledilir…
Bu arada Kemalistler, daha ayaklanma başlar başlamaz, kısa bir süre önce kurulmuş olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı suçlamaya başlar. 3 Haziran 1925 günü ise hükümet, bu yasaya dayanarak TpCF’yi yasaklar. Bu arada bu yasa aracılığıyla muhalif gazeteler kapanır, kimi gazeteciler tutuklanarak İstiklal Mahkemelerinde yargılanırlar.
MUHALİFLERİNİ YOK ETME: İZMİR SUİKASTI DAVASI
Buraya kadar, Mustafa Kemal’in iktidarını nasıl da sağlamlaştırmış olduklarını görüyoruz. Ama tarihler 1926 yılının Haziran ayını gösterdiğinde, İzmir’de, TBMM birinci dönem 2. Grup üyelerinden Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit ve arkadaşları, Mustafa Kemal’e suikast yapacakları iddiasıyla gözaltına alındılar. O sırada TBMM üyesi olan eski Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası milletvekilleri, dokunulmazlıkları olmasına karşın tutuklandılar. Tutuklananlar arasında Kazım Paşa da vardır.
1926 yılı Haziran ayında başlayan ve Cumhuriyet dönemi siyasal hayatının en önemli davalarından birini oluşturan “İzmir Suikastı Davası”; İzmir ve Ankara yargılamalarını takiben aynı yıl içinde sona ermiş ve sanıklar hakkında, İzmir yargılamalarında 15, Ankara yargılamalarında 5 idam kararı verilmişti.
ŞU ANDA YAŞANANLAR CUMHURİYET DÖNEMİNİN KOPYASIDIR
Tayyip Erdoğan’ın iktidarda olduğu süreç, Mustafa Kemal’in ölümüne kadarki iktidarının neredeyse kopyası, cumhuriyet tarihinin ise özetidir.
Tayyip Erdoğan da tıpkı Mustafa Kemal gibi kendi iktidarını tehdit eden herkes hakkında binlerce sayfalık iddianameler oluşturup davalar açtı. Kimilerini hapse attırırken, kimilerinin elindeki malvarlığına son verdi.
Mustafa Kemal, cumhuriyetin kurulmasının ardından kendi silah arkadaşları da dahil, muhalif olan kimsenin gözünün yaşına bakmazken, Tayyip Erdoğan da ondan geri kalmadı. Bir dönem birlikte yürüdüklerini hainlikle, paralellikle suçladı; o da onların gözünün yaşına bakmadı.
CUMHURİYET DİMDİK AYAKTA, ŞÜPHENİZ OLMASIN
Tabii bu örneklerin çoğu iktidar içindeki çekişmelerle ilgili örneklerdir; kendinden olana bunu yapanın hiçbir zaman kendinden görmediklerine neler yapmış olabileceğinin/yaptığının anlaşılması içindir. Cumhuriyet için asıl tehdit olanlara yani hiçbir zaman kendinden görmediklerine yapılanlarda da Mustafa Kemal ve Tayyip Erdoğan aynıdırlar.
Ankara’nın göbeğinde yüzün üzerinde insanı çoluk çocuk ayırmaksızın paramparça edenle, Samsun’da, Bafra’da mağaralara Pontos Rumlarını çoluk çocuk ayırmaksızın doldurup dumanla boğan arasında hiçbir fark yoktur.
Düzmece davalarla on binlerce insanı hapse atanla, İstiklal Mahkemelerinde idam sehpalarında can alan arasında hiçbir fark yoktur.
Hırsızdır, katildir Mustafa Kemal; milyonlarca Rum’un malvarlıklarına, topraklarına el koymuştur. Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin canlarını almıştır. Geleceklerini çalmıştır.
Hırsızdır, katildir Tayyip Erdoğan; milyonların hakkını gasp ettiği paralar ayakkabı kutularında ortaya çıkmıştır. Roboski’de, Gezi’de, Suruç’ta, Ankara’da ölen yüzlerce insanın ölüm emrini kendisi vermiştir.
Cumhuriyet dimdik ayaktadır, tıpkı kurulduğu günkü gibi, kimsenin şüphesi olmasın.
Tamer Çilingir / http://devrimcikaradeniz.com