Türk hakim sınıfları; ekonomik, siyasi kriz sarmalından bir çıkış yolu bulmak için kendi yarattıkları sorunların kaynağına yönelmek istemektedir. Bunun içinde yeni “atılımlar”, “açılımlar” masaya koymaktadırlar. CHP’nin “normalleşme”, AKP’nin “yumuşama”, MHP’nin “tokalaşma” serüveni de bunun bir parçasıdır. Peki buraya nasıl gelindi? Kısaca dilimiz döndükçe buna değinmeye çalışalım.
Kuşkusuz her politik yönelim kavramlar üzerinden şekillenir. Ama pratiğin toplumsal yaşamdaki önceliğini her gün yaşayarak görüyoruz. Süleyman Soylu “Siz pratiğe geçirin, yargı sonra karara bağlar” yönlü bir söz söylemişti. Faşist uygulamaların yürütücülerinden biri olarak aslında gerçekliği olan bir durumu dile getirmişti. Böylesine sayısız olay olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla doğru veya yanlış, kavramlaştırma pratiğe yön vermeyi amaçlar.
Sürecin anlaşılması için “Bir bakalım, zaman neyi gösterecek” sözünü söyleyenimiz az değildir. Neden zamana ihtiyaç duyarız? Çünkü kimi yönlerin anlaşılması ancak pratikle açığa çıkar. Ama her ciddi siyasi yapı döneme uygun kendi politikasını geliştirir. Çünkü siyaset öngörüdür! Siyaset; mevcut siyasi yapıların sınıf davranışı ve hareketi, iç ve dış koşulların değerlendirilmesi üzerinden şekillenir. Hata ve yanılgı payını da dikkate alıp politika belirleme doğru olmakla beraber, zamanın süreç içinde neyi götürüp getirdiğine bakılarak politika değişikliğine de gidilir. Yani, hem durum değerlendirmesi yapıp politika üretmek, hem de zamanın pratikte açığa çıkaracağı gerçeklere bakmak, ikisini birleştirmek gerekli olandır.
Bunları belirtmekteki amaç, “normalleşme”, “yumuşama” adı altında geliştirilen sürece bakmaktır. AKP, MHP ve CHP’nin mevcut sınıfsal yapılarına, hareket tarzlarına bakıp olası yanılsamaların neler olabileceğini tespit etmektir.
Geçtiğimiz 31 Mart yerel seçimlerinde birçok büyükşehir ve ilçe CHP’nin eline geçti. CHP oyların çoğunluğunu olarak 1. parti oldu. Beklenmeyen bu sonuç yeni bir politik atmosfer yarattı ve o günden bugüne kimi tartışmaların önünü açtı. “Normalleşme “, “yumuşama” kavramları üzerinden görüşmeler yapıldı, pozlar verildi, veriliyor. Diyalog kapısının açık olması yönünde görüşler belirtildi.
“Normalleşme”, “yumuşama” söylemleri dillendirilmeden önce DEM Parti’nin Van Belediye Başkanı’nın mazbatası verilmek istenmedi. 2016′ dan beri uygulanan kayyum siyaseti halkın güçlü tepkisiyle, direnişiyle karşılaşınca Van’ da geri adım atmak zorunda kaldılar. Van özgülünde, bu siyasete AKP cenahından dahi tepki duyanlar oldu. Hükümet, kayyum siyasetini devreye koymak için fırsat kollama ve zamana yayma ihtiyacı duydu. Kobanî davasında cezaların verildiği gün 28 Şubat davasından tutuklu emekli askerlerin serbest bırakılmasıyla gelecek tepkileri yumuşatmaya çalıştı. DEM Partili Hakkari Belediyesine kayyım atanarak bu siyasetin uygulanacağı gösterildi.
Van’daki kayyım girişimi sonrası neden Hakkari seçildi? Tesadüf müydü? Hakkari, Güney Kürdistan’la sınır kentidir. Korucular da dikkate alındığında devletin askeri gücünün yoğunlaştığı bir kenttir. Hem sınır geçişini denetime almak hem de Güney Kürdistan’daki gerilla alanlarına saldırılar hep vardır. Ki, önümüzdeki dönemde gerilla alanlarına daha kapsamlı saldırıların olacağı sinyalleri de verildi. Belediye Başkanı hakkında açılan davanın gündeme getirilmesiyle mesele kriminalize edilmeye çalışıldı. Böylece gelecek tepkiler zayıflatılmak istendi. Dolayısıyla devlet kendince kayyum atamasının daha kolay pratiğe geçireceği belediyeyi seçmiş gözüküyor. CHP’yle görüşmenin hem kayyum siyasetinin önünü açmak hem de Güney Kürdistan’daki gerilla alanlarına saldırılarda düzen partilerinin birlik zeminini güçlendirmek olacağı da gözden kaçmamalıdır.
AKP, devleti yöneten bir partidir. Her hükümet gibi devletin siyasi çizgisini uygulamakla yükümlüdür. Kayyum siyaseti birilerinin can sıkıntısından, bireysel kininden icat edilemedi elbette. Kayyım siyaseti, faşist Türk devletinin Kürt ulusuna yönelik yüz yılı aşan saldırısının koşullara ve döneme uyarlanmış bir biçimidir. 1990’larda köylük alanlar yakılıp yıkılıyor, infazlar gerçekleşiyor, göç ettirme politikaları uygulanıyordu. Bundan dolayıdır ki şehirlere, ilçelere göçler oldu. Şehirlerdeki nüfus artışı beraberinde belediyeleri de ön plana çıkardı. Kürt dili ve kültürünün gelişimi belediyeler aracılığıyla da gerçekleşti. Belediyeler bünyesinde çeşitli atölyeler kuruldu. Dar da olsa ticaret ve iş olanakları doğdu. Kürt ulusunun dil ve kültür yapısının yasal düzeyde kurumsallaşarak gelişmesinin olanakları oluştu. Şehirlerin gelişmesi, nüfus yoğunluğu bu süreci hızlandırdı. Bu durum devletin bünyesine yaramadı. Kayyum siyaseti, devletin bünyesine uymayan bu durumun bir sonucudur. Koşullara ve döneme uyarlanmış saldırı politikalarından sadece biridir. Kürt ulusunun birliğini ve örgütlenmesini parçalama, dil ve kültür yapısının gelişiminin önüne geçme amacı taşıyan, TC’nin yüz yılı aşan resmi devlet siyasetinin bir parçasıdır.
Şehirlerdeki nüfus artışı sadece Kuzey Kürdistan’da değil, Türkiye’de de oldu. Kuzey Kürdistan’dan İstanbul, İzmir, Adana, Mersin vd. illere de yoğun göçler oldu. Ekonomik politik sorunlar; Kürt ve Türk ulusundan, diğer milliyetten halkları sınıfsal düzeyde birleştirmektedir. Bu olgu, devleti yıllardır yöneten AKP’nin karşıtlığı üzerinden oyların seçimlerde CHP’ye kaymasına yol açtı. Dönem itibariyle kitlelerin önüne geçilemeyen bu pratiğiyle CHP yelkenleri şişirdi.
Zaten var olan ekonomik kriz daha da derinleşirken, halkın alım gücü giderek düşüyor. AKP’nin ekonomik sorunları çözeceği beklentisi (AKP’ye oy verenlerde) Mayıs 2023 seçimleri sonrasında da vardı. Sorunların çözülmesi bir yana, burjuvazinin sömürüsü katmerlendi, rant sürdü, bürokratların şatafatlı yaşamı devam etti. Kırsal alanda tarım işçileri hiçbir sosyal hakkı olmadan acımasızca sömürülüyor, köylünün üretim ve yaşam alanları şirketler lehine Jandarma eşliğinde tarumar ediliyor. Emekliler görmezden gelindi. Halkın kamusal olanaklarından yararlanması sekteye uğruyor, özel hastane ve okullar yaygınlaştı. Meslek eğitimi adı altında öğrenciler sömürü için burjuvazinin önüne atıldı. Halkı özel hastanelere mecbur bırakan yığınca düzenleme yapıldı. Özel okul öğretmenleri sömürü çarkının içine çekildi. Sermaye şiştikçe şişiyor, işçi ve emekçiler ise yoksulluk ve açlıkla cebelleşiyor.
AKP’nin oyları bu koşullar içinde düştü. Ezilen ve sömürülenler mücadelesini sürdürüyor. Hükümete yakın sendikalar bile artık ses yükseltirken, AKP içindeki kimi klikler birbirlerine diş biliyorlar.
“Normalleşme”, “yumuşama” denilen süreç hükümete can simidi oldu. CHP her ne kadar kayyum siyasetine karşı çıksa da, emekçilerin o veya bu sorununa eğilse de esas amaç bu sorunların temelli çözülmesi değildir. Esas amacı, emekçilerin biraz “daha iyi” koşullarda sömürülmesi, halkın var olan sorunlar nedeniyle devlete karşı bilenmemesi ve de güvenini yitirmemesi, devlet kurumlarının zarar görmemesi üzerinedir. Bunun yanında kendi kliğine yönelik baskının biraz daha yumuşaması amaçlanmaktadır. Kısacası, emekçilere ve Kürt ulusuna yönelik saldırılarda işin kitabına uydurulmasını istemektedir. Sınırı bellidir. Emekçileri bu sınırlar içinde tutup pasifleştirme ve kendi kliğinin çıkarlarını kollama hedeflenmektedir.
AKP Van’da kayyum atayamadı. Oyların kaydığı CHP’yle diyaloğa geçerek kitle desteğini daha az kayıpla aşmak, “Yumuşama” siyasetiyle politikalarını hayata geçirmek için bir geçiş sürecine ihtiyaç duydu. Mayıs seçimlerinde YRP gibi partilerle ittifak kurup oyların kendisine dönmesini sağladı Erdoğan. CHP’yle görüşmesi elbette bire bir bu olmayıp koşulları farklıdır. Ancak zayıfladığı ölçüde yükünü paylaşacak, hafifletecek kesimlere ihtiyaç duyuyor. Kuşkusuz CHP bunların farkında olup aynı zamanda hükümetin sıkışmışlığını görüyor. Kendisinin de “normalleşme” dediği bu süreçte hükümetin yükünü hafifletiyor. Niye m? Çünkü CHP devletin bir yönetim krizi içine girmesini istemiyor. Peki, hükümete destek verirken ne istiyor? Baskı ve keyfiliğin biraz azaltılmasını kimi AYM kararlarına uyulmasını, sınırları devletin ve sömürücü sınıfların çıkarı doğrultusunda şekillenmiş hukuki çerçeveyi aşmamasını istiyor. Zira tüm bunlar kendi kliğini de hedefe alıyor. AKP ile CHP merkezli klik çatışmasına bakıldığında bu görünebilir.
AKP, adına “yumuşama” dediği süreci yönetirken emekçilere ve Kürt ulusuna yönelik ne geri adım atıyor, ne de esneme yapıyor. Ekonomik programı emekçileri hedef alıyor. İşçiler üzerindeki baskı ve sömürü katmerleniyor. “Кamu tasarrufu” denilerek memurların servisleri kaldırılıp konut kiraları yükseltiliyor. Yeni memur alımlarına sınırlama getiriyor. Diğer taraftan tasarruf şovları yapılıyor. Tarım işçisinin sömürüsü derinleşiyor, köylünün ürününe yok pahasına el konuluyor. Siyaseten ise her hak arayışı şiddet, gözaltı soruşturma ve tutuklamalarla karşılık buluyor, kitleler bu baskı zincirinin altında sindirilmeye çalışılıyor.
Şayet Gezi tutukluları bırakılır ve CHP’nin kimi istemleri yerine getirilirse “normalleşme – yumuşama” sürecinin başarıyla yürütüldüğü havası estirilecek CHP’nin “normalleşme” siyaseti hükümetin elini rahatlatma ve devlet yönetiminin zaafa uğramaması üzerinedir. Denilebilir ki, yıllardır eleştirdikleri “tek adam rejimi”ne kol kanat geriyorlar. Gittiği yere kadar gidilecek, olmadı erken seçim gündemleşecek!
“Normalleşme”, “yumuşama” denilen süreç bir yanda hükümetin kitleler nezdinde zayıflaması ve emekçilerin ekonomik zorluklar karşısında sokaklara çıkma tehlikesi ve korkusudur. Diğer yandan da Kürt ulusuna yönelik saldırı gündemidir. Bilindiği üzere Irak yönetimi, Güney Kürdistan’da da KDP yönetimiyle görüşmeler yapılıyor, gerilla alanlarına yönelik saldırıların genişletilmesi gündemde tutuluyor. Rojava gerçekliği ve zayıf da olsa Suriye’de BAAS rejimiyle görüşme isteği dillendirildi. CHP tüm bu sorunlarda devletin zaafa düşmesini ve siyasi krizin derinleşmesini istemiyor. Ve elbette bu durumu kullanıp hükümetten kimi adımların atılmasını, kendi kliğinin elini rahatlatacak adımlar da bekliyor.
“Normalleşme”, “yumuşama” siyasetinde işçi ve emekçilere, Kürt ulusuna ve diğer ezilen kesimlere baskı ve sindirme siyaseti vardır. Hükümet her geri adım atıyor göründüğünde aslında daha güçlü saldırmanın zeminini güçlendirmeye çalışacaktır. Yetki ve yönetimin aşırı merkezileştirilmesinin siyasi krizi yaşansa da egemenler açısından halen vazgeçilmiyor. AKP-MHP-CHP bu süreci el ele kol kola gittiği yere kadar götürülecektir. CHP “normalleşme” diyerek halkı aldatacak, AKP-MHP ise “yumuşama” diyerek yönetme krizini aşmaya ve kitte desteğini korumaya çalışacak. Olan şüphesiz yine işçi ve emekçilere, Kürt ulusu ve ezilen kesimlere olacaktır.