O, Bir Komünist Önderdi!

Proletarya partisinin kurucusu ve önderi Kaypakkaya’nın emanet ettiği repliğin onurla üstlenicisiydi. Komünist olmanın onuru ve gururuyla ölürkende;

“Ben komünistim” dedi

Eşgali dağlara yakıştı.

Sevmek en iyi şimdi..

Dövüşmek yine şimdi.

Sol yanı göğsümüzün bir daha unutmaz seni.

(Unutamıyorsunuz; esir düşseniz de teslim olmak istemiyorsunuz. Direniyorsunuz. Hücredesiniz ve mücadeleyi yeniden üretmenin uğraşı içindesiniz. Nasıl oluyorsa yüksek duvarları, nöbetçi kulelerini, parolaları ve “vur” emirlerini geçip geliyor bir haber, sızıyor hücrenizden içeriye; eylem çocuklarısınız. Ve o an sanıyorsunuz ki her hücreniz ihtilalin korları ve kıpkızıl! Coşkulusunuz çünkü; Kandıra baskını!)

Faşist cuntanın dağa taşa korkuyu ve teslimiyeti hatta ihaneti ve ihbarı sindirmek istediği koşullarda sonsuz bir haklılıkla kentlerde, zindanlarda, dağlarda ve darağaçlarında düşlerin ve ihtilalin savunulmasını ömürlerini ölümle tanımlama pahasına yapanlar, faşizmin en militarize en güçlü olduğu yerde vuruyor ve teslim alıyorlar! Güçsüzlüklerine gülüp geçiyorlar. 

O gülümseme coşkulu bir gülüşe dönüşüyor direniş cephelerinde. Doruklarda ateşler yakılıyor ve daha yırtılıyor gece. Vardiya dağılışlarında sınıf bilinçli proletarya daha coşkulu ve zindanlarda haberler hücrelerden hücrelere yıldırım hızıyla akıyor. Sürgünde de yüzler daha güleç artık. Faşizm yenilecek halk kazanacaktır. Zulmün amansızlığına aldanmamak gerekiyor. Devrim kendi savaş gücüne güvenmelidir. Güvenmeli ve savaş gücünü rasyonalize ederek eylem alanına sürmelidir. Kanıt gene mücadelenin kendisidir; Kandıra baskını.

Sonrası İstanbul. Çatışma. Çapraz ateşler ve barikatlar. Geçip gidiyor partizanlar. Eylem bir ayaklanış çağrısı olarak dağılıyor kentin karanlığına.

Sonrası kimilerinin dikkatsizliği mi? Ama ödenecek bedel ağır; canımız yanıyor çünkü ayaklanış çağrısının militan yorumcusu sevgili Manuel Demir yoldaş ele düşmesine karşın teslim olmamanın onurunu ve direniş kızıllığını kentin gecesine yaşamıyla yazıyor. Başka yoldaşlarda ele düşüyor o dönemde. Ve Baba Erdoğan yoldaş da faşizme tutsak düşüyor. Canınız daha da yanıyor. 

(..)

(Tutsaksınız, nasıl oluyorsa bir mektup geliyor ulaşıyor hücrenize. Baba Erdoğan yoldaş yaşıyor ve yazıyor. Gecikmeden.)

Gecikmiyor Baba Erdoğan yoldaş; çünkü hayata karşı sorumluluk ertelenemiyor. Partiye ve devrime karşı sorumluluk ertelenemiyor, asla! Tutsaklık koşullarında da önder oluşun gerekliliklerini hem pratik mücadeleyi hem de parti çalışmasını teorik/pratik düzeyde yeniden üreterek karşılıyor. Tutsak olarak tutulduğu zindandan başka zindandaki yoldaşlara ulaşıyor ve partiye karşı sorumluluk vurgusuyla düşüncelerini iletiyor. Parti içinde yaşanan söz konusu bu saflaşmanın kaçınılmazlığını, devrimin kazanılması ve sürdürülmesi için partinin yeniden yapılanmasının gerekliliğini, partiye programatik ve örgütsel düzeyde sahip çıkmanın sorumluluğunu anımsatıyor. Baba Erdoğan yoldaş tutsak olarak tutulduğu yerden de insanları partiye ve devrime kazanma uğraşısını kendi haklılığınca gerçekleştiriyor. 

Çünkü o bir partili!

Sonra, doğrudan ve yakıcı bir hedeftir bu: Firar! Çünkü örgütlü bir komünisttir O, ve biliniyor ki insan, daha özelde bir ihtilalci hiçbir mekana sığmıyor, sığmaz!

O, bulunduğu köyden, kentten ve hatta ülkeden firar edip yeryüzü kalabalığına karışır. Gider And dağlarındaki savaşa katılır, Filipin’lerde doruk ateşi olur. Afrika’da ayaklanış…

Hiçbir mekana sığmaz bir ihtilalci. Zindana, asla! Kavga sürüyor çünkü ateşböcekleri kendilerini yakma pahasına da olsa geceyi yakmaya devam ediyorlar. Dağların çağrısını alır Baba Erdoğan yoldaş, dağlar çağırır onu. Üstelik, daha tutsakken, firar etmek için tüneller kazılmasını fiilen örgütlerken Haziran 1989’da gerçekleştirilen parti 3’ncü Konferansı’nda MK fahri üyeliğine seçilmiştir. Sorumluluk daha ağırlaşmıştır. Ki 1990’da Devrimci Sol tutsaklarıyla birlikte firar ettikten sonra Parti MK SB üyeliğine ve Genel Sekreter Yardımcılığı’na getirilir.

Parti, savaşı geliştirmek ve ülke coğrafyasına yaymak kararındadır. Kürdistan cephesinden sonra Karadeniz Bölgesi’nde savaş cephesi açılacaktır ve gönderilen gerilla birliklerinin komutanı Baba Erdoğan yoldaştır. Firar sonrası yüzünü başkalarının yaptığınca yurt dışına değil, dağlara dönmektedir; dağlara ve ihtilalin örgütlenmesine!

Yine Eylül; uzun askeri faşist diktatörlük döneminde çeşitli cephelerde mücadeleyi ve örgütlülüğünü sürdüren Parti, savaşı geliştirmek kararındadır ki, 16 Eylül 1990 günü Baba Erdoğan yoldaş komutasındaki gerilla birliği, Tokat’ın Almus ilçesi Gümelönü köyü jandarma karakoluna karşı saldırı eyleminde bulunur. Düşmanın kısmen silahsızlandırılmasından sonra, 1996 Kardelen Harekatı sürecinde ortaya çıkarılan partimize sızdırılmış Karşı Devrimci Hücre elemanı Laz Nihat (Enver Doğru) tarafından komünist önder Baba Erdoğan yoldaş sırtından vurulur. Yoldaşlar yarasını da alır taşırlar Baba Erdoğan’ın. Ama ölüm az ileride artık.

Çünkü, yoğun kan kaybı, 

Çünkü, kurşun zehirlenmesi 

Ve ölüm!

Ve yine o enternasyonel belgi; Bıra, serbama wahto merdayno nıka! 

Ölüm…

Nasıl yazılsın ki bu ölüm?

İşte, dağları tutmuş bu ölüm ve bu ayaklanış. İşte yine o şarkı, o haykırış; No Pasaran! 

(…)

O, komünistti. Eşgali dağlara yakıştı.

Tarihin şimdisinden 150 yıl kadar öncesidir; L. Reynaud, Ekonomi-Politik Sözlüğü’nde sosyalizm maddesi için şunları yazmaktadır; “Sosyalizmden söz etmek, bir ölünün ardından mersiye okumaktır… eylem gücü kırılmış kaynak kurumuştur…”

Anlıyorsunuz, insanlığın gerçek tarihine yapılan uzun yürüyüşte kimi uğraklarda alınan yenilgiler, geri çekilmeler sonrasında böylesi ölüm ilanları hemen yazılageliyor. Şimdi de, beyaz bayrakları kapan kimi teslimiyetçiler emperyalizmin kucağına koşar adım koşmaktadırlar. Emperyalist kuşatma ve saldırganlık biraz da bu nedenle daha pervasızlaşıp daha küstahlaşmaktadır.

Anti-komünist naraların gökyüzümüzü karartmaya çalıştığı bu tarihsel uğraşta, birkez daha anlıyorsunuz:

Süleyman Cihan ve Baba Erdoğan gibi ihtilal bildirgeleri, insanlık onurunun önder temsilcileridirler.

bir uzun yürüyüşten geldi onlar

bir uzun yürüyüşün ön safındaki

yıldız yıldız ışıktılar

Değiştirilecek ve kazanılacak dünyanın hazırlayıcısı bu komünist önderler günümüzdeki teslimiyete, kötürümleşme ve ütopyasızlaşmaya karşı en ödünsüz yanıttılar. Çünkü onlar yaşamlarıyla, örgütlü mücadele ve kesin tercih anındaki kararlılıklarıyla buna kanıttırlar. Marks’tan Mao’ya proletarya devrimini örgütlemek, proletarya diktatörlüğü altında da devrimi sürdürüp nihai amaca ulaşmak çizgisinin ülke özgülünde sistematiğini bulduğu yapılanmada İbrahim Kaypakkaya’dan devraldıkları yoldaşlık, ihtilal ve direniş geleneğini onurla sürdürmüşlerdir. İnsanlık geleceğinin karartılmaya çalışıldığı, her türden devrimci değer ve yaşayışların pervasızca incitildiği böylesi bir tarihsellikte; söz konusu alt-üst oluşlardan da sonuçlar biriktirerek bu geleneğin bilinçle, yürekle ve eylemlilikle yeniden üretilip geleceğe taşınması gerekliliğine şimdi daha çok inanıyorsunuz. 

Çünkü haklısınız,

Sosyalizm insanlığın gerçekleşebilir kanıtlı ve hakedilmiş umududur. 

Çünkü sosyalizm gelecektir. 

İnanıyorsunuz. Daha inanıyor ve böyle bir gelecek için yürütülen mücadele de yitirilen yoldaşların öğreticiliğine daha fazla gereksinim duyuyorsunuz. Ardından, anılaştırmaya vakit bırakmadan onların öğrettiklerini ve anılarını mücadele pratiğinde yeniden üreterek, yaşatıyorsunuz.

Komünist olmanın onuruyla ve onurlu ölümleriyle kavgaya bir armağan gibi emanet edilen Süleyman Cihan ve Baba Erdoğan yoldaşların ihtilal çağrılarını;

ve avunmasın ağrılar söyleşeceğiz daha

daha dövüşeceğiz tetik dursun kalbimiz

diye üstleniyor ve mücadeleyi kararlılıkla sürdürüyorsunuz. Cellat kendi ellerindeki kana boğuluyor siz tanıklığa çağırdığınız tarihle yürürken. Uzun yürüyüşün bu uğrağında bir ağızdan yineliyorsunuz yine:

Yürüyenin önünde durulmaz!

(Tarihimizden)

Exit mobile version