Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da mevcut kapitalist ekonomik kriz işçi sınıfı ve bütün emekçi halk kitlelerinin yaşamını olabildiğince zorlaştırmıştır. Enflasyon yükselmeye devam ediyor, her gün yapılan zamlar karşısında karnını doyurmakta zorlanan yatağa aç, yarı aç, yarı tok giren emekçiler ne yapacağını bilemez durumda, birde işsiz kalma korkusuyla yaşamaktadır. Salgın hastalık sermayenin baskısı, genişleyen açlık öylesine açık ki muhalefetteki burjuva partiler dahi bu somut toplumsal olgulara yaslanarak kitlileri arkasında hizaya dizmek istemektedir. Artan toplam gelire rağmen işçi sınıfının üretimde aldığı pay yüzde 36 civarından yüzde 27 seviyesine gerilemiş burjuvazinin-sermayenin azami kâr hacmi ise büyümüştür. İkiye bölünmüş kapitalist toplumda yoksulluk proletarya sınıfına, zenginlik ve şatafat ise burjuvazi sınıfına aittir. Faşist devlet diktatörlüğü sisteminde AKP-MHP yönetiminde sürdürülen yasaklamalar, baskılar ve katliamlar silsilesiyle örülü saldırılar nedeniyle kitleler nefes alamaz durumdadır. Sarı işçi sendikaları sermayenin hizmetindedir. İşçi sınıfı kendisine yardım edecek kuvvet arıyor. Sermayenin dizginsiz saldırısı altında örgütsüz dağınık ve pasif durumdan henüz öne çıkamayan işçi sınıfına bilinç taşıyıcı komünist öğelerin görevlerini yapması bekleniyor. Üstelik birde Ukrayna işgaliyle tartışılmaya başlanan emperyalist ülkelerin 3. dünya savaşına ne kadar yakın oldukları gerçeği yanında savaşın ve daha büyük savaş tehdidinin ekonomi ve toplumsal şartlar üzerindeki ağır ve yıkıcı etkilerinden işçi sınıfımız ve bütün halkımızın da payına düşeni aldığı şartlarda gelişmelere sömürenler ile sömürülenler, zenginler ile yoksullar, ezenler ile ezilen sınıflar arasında derinleşen antagonist karşıtların yön vereceği açıktır.
Kelimenin gerçek manasında kendisine komünist diyen hiçbir parti genel seçimlerde bir burjuva hükümet değişikliği kapsamını aşmayan hedeflerle, tümüyle seçim ve parlamento mücadelesine indirgenmiş bir konumlanmayla hareket etmez, aksine parlamento çalışmasını taktik açıdan kullanmak uygun bulunsa bile seçim çalışmaları ve kurulan ittifaklarda dahil kısa ve uzun süreli güncel politik taktik ittifaklar proletaryanın komünist-sosyalist sınıf mücadelesinin iktidarı kazanma doğrultusundaki stratejik ittifakların amacına uygun ve ona hizmet etme niteliğinde olmak zorundadır. Taktik politikalar, taktik ittifaklar işçi sınıfının devrimci iktidar hedefine hizmet etmeyen nitelikteyse bu politika ve ittifaklar devrimci olarak değerlendirilemez. Mesele kısa ve uzun kimi hedefler için birlik olmakla izah edilip geçilemez, hangi kısa ve uzun hedefler ve bu hedeflerin sınıf niteliği ve amacı açıklığa kavuşmuş olmalı. Reformcu hedefler vardır, sosyalist devrimci hedefler vardır. Bu anlamda seçim çalışmaları, taktik politika ve seçim ittifakları da hangi sınıfın siyasi amacına hizmet ettiği, kimin hangi sınıfın mücadelesini güçlendirdiği, kimin hangi sınıfın mücadelesini zayıflattığına ciddiyetle ve çok dikkatli bakılmalı. Emperyalizmin işbirlikçisi ve ABD tarafından hazırlanıp hükümete taşınan AKP’den kurtulma adına burjuva muhalefete yedeklenme, üstelikte onların yerini alacak olanların burjuvazinin sınıf çıkarlarını koruma politikasından şaşmayacak, emperyalizmin işbirlikçisi oldukları açık niteliklerine rağmen, burjuva muhalefetin yedeğine düşme anlamı taşıyacak tarz ve tutumlar işçi sınıfının devrimci politikası olarak ileri sürülemeyeceği görülmeli.
Kapitalist sisteme, burjuva sınıf iktidarına karşı proletaryanın önderliğinde sınıf mücadelesi pozisyonu alınması yerine sonrasında ne olacağı konusuna hiç dokunulmadan “gitsin de ne olursa olsun, yada gittikten sonra bakılır”, tarzında “AKP gitsin” çerçevesiyle sınırlı strateji halini almış sınırlı ittifak ve yönelimler kaçınılmaz olarak; değişecek hükümet kalıcı sınıf sistemi bağlamında bu yanlış politika uygulayıcılarını burjuva muhalefetin yedeğine düşürür; öyle de olmuştur, olmaktadır. İttifaklar ve seçim tartışmalarına biraz daha yakından bakıldığında tablo netleşmektedir.
BURJUVA İTTİFAKLAR
Genel seçim tarihi yaklaştıkça artan gerilimlerle birlikte ittifak tartışmaları ve arayışları da yoğunlaşmaktadır. Demokrasisi gelişmemiş, parlamentonun faşizmi gizleyen maske olarak kullanıldığı Türkiye’de seçimlerden hemen sonra yapılacak yeni seçimin tartışmaları başlar ve hükümet değişimleri beklentisiyle yığınlar oyalanır birikmiş öfkelerine sükunet şırınga edilir. Mevcutta, “seçime az kaldı her şey düzelecek” retoriğini burjuva muhalefetin biricik değişmez söylemidir. Oysa sermayenin işlerini yürüten hükümet değişikliği ezilen ve sömürülenlerin prangalandığı sömürü düzeninde bir değişiklik anlamına asla gelmez. Seçimlerle değişen hükümet –yürütme- ile hakim sınıf devleti birbiriyle karıştırılmamalı. Hükümet geçici, egemen sınıf devleti iktidarı ise ona karşı savaşan sınıf kuvvetleri tarafından yıkılmadıkça kalıcıdır. Burjuva partileri işçi ve tüm emekçileri ezen kapitalist devlet düzeninin savunucularıdır.
Hali hazırda rekabet halinde irili ufaklı temsilcileriyle burjuvazi iki büyük siyasi kamp biçiminde ayrılmışlardır. Vatan partisinin fiili ortaklığı, BBP’nin dahil olduğu AKP-MHP’den oluşan “cumhur ittifakı” hükümet kampını, CHP, İYİP, SP, DP’nin oluşturduğu “millet ittifakı” ve bu kampa AKP’den kopup ittifak zemininde hareket eden DEVA, GP ise burjuvazinin muhalefetteki kampını temsil etmektedir. Bu ikiye yarılmış siyasi cephe arasında süren sert rekabet ekonomik temelde var olan rekabetten bağımsız değildir. Bu her iki siyasi kutbun üst yapıda yansıyan rekabetin ekonomik temeli emperyalist sermaye odakları ve ülkelere bağımlı komprador egemen Türk burjuvazisinin kendi arasında süren ve sertleşen rekabete dayanmaktadır. Uluslararası ağlara bağlı nitelikte olan kapitalist ekonomik temel yalıtık, kendi başına bir ekonomi olmadığı için emperyalist sermayeye bağımlı genel karakteri olan bu kapitalist üretim biçimi ve sürekli rekabetin üst yapıda olan politikadaki yansıması da içte yalıtık, kendi başına bir pozisyon alış değildir. Bu bağlamda yönetime hazırlanan her burjuva parti ve bu partilerden teşekkül ittifaklar temsil ettikleri kapitalist bağımlı ekonominin zorunlu sonucu olarak çeşitli emperyalist ülkeleri merkez alan emperyalist sermayelere bağımlıdırlar. Buda emperyalist tekeller ve onların işbirlikçileri komprador Türk burjuvazisinin en etkin egemen grupları başta olmak üzere kapitalist sermaye ve düzen yönetime getirilen burjuva parti veya ittifaklar tarafından korunması anlamına gelir. AKP-MHP ittifakı gibi, CHP, İYİP, SP, DP ve aynı bileşene dahil olan DEVA ve GP’den oluşan muhalefet ittifakı da Türkiye ve dünya pazarında etkin olan hakim mali-finans kapitalin çıkarlarını koruyacak ittifaklardır.
Burjuva partilerin ittifakı sermayelerin çıkarları temelinde kurulur, çıkarlar ayrıştığında büyük vaatlerle kurulmuş ittifaklar dağılır, hatta farklı pozisyonlarda karşılıklı sert dalaşlara girmekten geri durmazlar. “Cumhur” ve “millet” ittifakları siyasi kutupları arasında genel seçimlere hazırlık kapsamında taktik savaşların başladığı her türlü dalevere, oyun, hile ve tezgahın AKP-MHP tarafından devreye konulduğu gözlenmektedir. Burjuvazinin kendi arasındaki dalaşta ve sert kapışmada devrimci proletarya iki kötüden birisini tercih etmez, yönetimde olan klikten kurtulmak adına yeni yönetime hazırlanan muhalefet kliğine yedeklenmek gibi tarihi suçun içine girmez, proletarya bağımsız sınıf tavrıyla kendi yolunda yürür ve kapitalist düzene karşı mücadelesini kararlılıkla sürdürür.
Kendisini demokrat, özgürlükçü, adil ve eşitlikçi gösteren burjuva muhalefet bloğu AKP-MHP faşist yönetiminin azgın baskı politikalarından kurtulmak isteyen geniş kitlelerin büyüyen tepkisinin her parçasını kendilerine yedeklemek istemektedirler. Büyük oranda bu konuda halkı aldattıkları da bir sır değildir. Bununla birlikte daha demokratik bir düzen hayalini kuran sosyal reformistlerimiz de AKP-MHP’den kurtulmanın çaresi olarak önlerine çıkan dala kimin, hangi sınıfın uzattığına bakmadan tutunmaya çalışmaktadırlar. Bu reformist kesimler işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini adeta AKP’den kurtulma amacına indirgemiş durumdadırlar. Bir yandan parlamentoda kendilerine alan açma hedefinde kitlelerin büyüyen açık tepkisinin fırsata çevrilmesini sağlayabilecek seçim ittifak çalışmaları yürütülürken, diğer yandan çeşitli yollarla burjuva muhalefet cephesini “millet ittifakı” ile cumhurbaşkanı adayına destek verilmesi pozisyonunda yedeklenmeye hazır olduklarını beyan eden açıklamalarda bulunmaktadırlar. Baskı, sömürü ve faşizmin sınıfsal, toplumsal dayanağının burjuvazi olduğu bilinmesine rağmen baskı, sömürü ve faşizmden kurtuluş meselesinde çözümün yine burjuva sınıf ve temsilcilerinden beklenmesi dramatik bir çelişki olsa da, kapitalizmin yok edilmesi değil de onunla barışık yaşanılması ve reforme edilmesi çizgisinde burjuvaziye yardımcı olan reformistlerimizin tutumu, politikası şaşırtıcı değildir.
SOSYAL REFORMİST AKIMDA
Kendilerini sosyalist olarak adlandıran, ama gerçekte sosyal-reformist akımı oluşturan partilerde esasta iki farklı yönelim var: Bu iki yönelimi şöyle sıralayabiliriz:
1) Kürt ulusal hareketi bakış açısından Türkiye cephesinde programları dahilinde cephe gerisi ittifak güçleri olarak görülen ve HDP çatısında ve ekseninde hareket eden TİP, EHP, EP, SMF, ESP, Devrimci Parti, SYKP, TÖP gibi partiler ve platformlar,
2) EMEP, Sol Parti (ÖDP), TKP arasında yürütülen ittifak tartışmaları. Bu partilerin basına yansıyan açıklamaları bu cephede işlerin karışık olduğunu gösteriyor. Sol Parti, TKP tutarsız gerekçeler sıralayarak HDP ile arasına mesafe koymaktadırlar. Sosyal-şovenizm lekesini taşıyan bu iki partiden özellikle Sol Parti komprador Türk burjuvazisinin en köklü partisi olan CHP ile fiili bir ittifak kurmuştur. Sol Parti kadar açıkça olmasa da TKP’de CHP’nin etkisi altında kuyrukçuluk yapmakta, haklı ve meşru mücadele yürüten Kürt ulusal hareketine sosyal-şoven anlayışla saldırırken bu utanç verici sağ revizyonist çizgisini “anti-emperyalizm” ile ve sosyalist sloganlar ve söylemlerle gizleme politikası yürütmektedir. EMEP ise hem hakim burjuvazinin partisi CHP ile hem de HDP ile hem TKP, Sol Parti ile ilişki sürdürüp rüzgara göre yön alan ve bu politikasını ise “biz istisnai pozisyondayız çünkü herkesle konuşabiliyoruz”la açıklamaktadır. Kulağa “herkesle konuşmak” hoş geliyor ama burjuvazide dahil “herkesle konuşmak” konuşulması gerekenlerle konuşmamaktır. Ama reformistler bu ilkesizlikle övünüyor. Uzun zamandır, bu üç parti arasında yürütülen ittifak tartışmalarının siyasi, politik muhtevası için bunun “bir seçim ittifakının ötesinde” olduğu belirtilse de söz konusu ittifak tartışmasının bir seçim ittifakının ötesinde olduğunu gösteren hiçbir emare bulunmuyor. Üç reformist parti sınıf mücadelesinin geliştirilmesi amacıyla ortak bir zemin ve ittifakta buluşamayacakları için koşulların zorlanmasıyla, yani halkın artan oranda tepkileri ve kendilerine yol gösterecek bir kılavuz arayışı somut varlığının parlamento zemininde imkanlar yaratılması bakımından kullanılması için kapitalist düzenle barışık bir ittifak arayışı ortaya çıkmıştır. Fakat uzun tartışma sürecine rağmen ilan edilmiş bir ittifak söz konusu değil…
Üç reformist partinin seçim ittifakı politikasına yakın anlayışta olan bir diğer yapı ise TKH’dir. HDP’nin “3. ittifak”nda yer almayacaklarını TKH MK üyesi Kurtuluş Kılıçer’in ifadesiyle, “sorunların çözümü laik, kamucu ve anti emperyalist bir programı merkezine almayan her hangi bir seçim ittifakının sol ve devrimci bir çizgiyi temsil ettiğini düşünmüyoruz. Bu açıdan TKH, HDP’nin çağrısıyla 3. ittifak adıyla bilinen seçim ittifakı içerisinde yer almayacak, sol bir programın emek, laiklik kamuculuk ilkeleri, etrafında yazıldığı devrimci bir ittifak arayışı içerisinde olacaktır.” (BirGün gazetesi, 21 Mart 2022) açıklamasıyla Sol Parti ve TKP ile aynı anlayışla “3. yol” yada “3. İttifak” adıyla SMF, TİP, HE, EHP, TÖP, ESP, Devrimci Parti, SYKP gibi partilerin HDP ile kurdukları ittifakı ve kendilerine sosyalist-komünist diyen bu partilerin politikasını “laik (her ne yüklüyorlarsa) kamucu ve anti-emperyalist” görmediklerini de deklere etmiş oldu. Komünistlerin seçim çalışması ve parlamento mücadelesinin de bu üç kategori üzerinden değerlendirilemeyeceğinin üstünden atlayan TKH, “seçimlere girebilecek olan başta Sol Parti, EMEP ve TKP olmak üzere bütün devrimci ve sosyalist parti ve güçlerle işbirliğine açık olduğumuzu” (BirGün, 21 Mart 2022) şeklinde belirttiği çağrıda “bütün devrimci ve sosyalist parti ve güçler” tanımlamasına HDP ile ittifak kuran partilerin girmediği TKH’nin HDP ile ittifakta yer almama açıklamasından anlaşılmaktadır. O halde geriye EMEP, TKP, Sol Parti ile seçim ittifakı yapabileceği kalıyor. Bu partinin çağrı yaptığı üç partiyle ittifak kurması tartışma konusu değil mesele “sosyalistlik” adına kendisini HDP ile seçim ittifakı kuran güçlerden ayırma gerekçesi ve içeriği boş kategorilerin oportünist, tutarsız ve yanlış olmasıdır.
Sol Parti, TKP, TKH bunlar kadar olmasa da EMEP meydanı boş bulmuşçasına slogan haline getirilmiş bir retorikle “laik, kamucu, anti-emperyalizm, halkçı” bir çizgiyi temsil eden seçim çalışmasından söz edip duruyorlar. Ama içeriğine, seçim politikası ve tavır alışlarına bakıldığında “laiklik, kamuculuk, anti-emperyalizm”den anladıkları AKP’nin gitmesidir. (ÖDP) Sol Parti Başkanlar Kurulu üyesi Önder İşleyen, “Bugün baş çelişki islami faşizmdir. Bunun geriletilmesi en temel görevdir. Sosyalistler olarak cumhurbaşkanlığı seçiminde üzerimize düşeni yapmaya hazırız” (BirGün,21 Mart 2022) Alper Taş ise, “Biz devrimci demokratik cumhuriyetle 2023’e merhaba diyeceğiz. 4 kurucu ilkemiz var. Kamuculuk, laiklik, gerçek bir halk egemenliği ve anti-emperyalizm” (BirGün, 05 Şubat 2022)
Gerçek bir halk egemenliği seçimlerle olmaz ancak proletaryanın devrimci iktidarıyla olur ve emperyalist halka da ancak bu yolla kırılır ama Sol Parti 2023 seçimlerinde Millet ittifakıyla demokratik, devrimci bir cumhuriyet hayalini kuruyor ve kitleler bu hayaller ile aldatılıyor. CHP’nin arka bahçesine dönüşerek “emekten yana” olunamayacağı devrimci lafazanlıkla örtülmeye çalışılsa da kral çıplak…
Reformistlerimiz kitlelerin kabaran dalgasında yelken açmak istemektedirler, ama pek başarılı olmadıkları açık. Haziran/Gezi’de egemen sınıfı korkutan yığınların kabından taşan öfkesini yansıtan halk hareketinden yararlanmak için Sol Parti (ÖDP), TKP, HE, TKH tarafından Haziran Hareketi adıyla kurulan ittifak kitle hareketinin geri çekilmesiyle pek etkinlik göstermeden dağıldı. Haziran Hareketi ittifakını neden yürütemediklerini doğru düzgün açıklayamayan aynı reformist partiler yüksek perdeden devrimci sosyalist söylemlerle ittifak tartışmalarıyla önerilerini dillendirmektedirler.
Sol Parti, TKP, EMEP ve benzer anlayışta TKH gibi partilerce tartışılan ittifak olsun, isterse HDP ekseninde reformist partilerin ittifakı olsun iki ayrı uçta gözüken yönelimlerin ortak yanı şudur: “Erdoğan faşizmine karşı” cumhurbaşkanlığı seçiminde “millet ittifakı” adayını destekleyeceklerini çeşitli biçimlerle açıklamış olmalarıdır. HDP önceki seçimde olduğu gibi AKP-MHP faşist hükümet kutbundan kurtulma adına sınıf niteliği, ideolojik bakımdan onlardan –nüanslar dışında – farkları olmayan “millet ittifakı”na destek vermekte yalnız olmadı, mevcutta da yalnız değil, sosyal reformistlerde bu tutumda oldular, oluyorlar. Doğru tutummuş gibi “komünistlik-sosyalistlik” adına savunulan bu yönelimin savunucusu partiler ve platformlar işçi sınıfının bağımsız sınıf tavrı ve sınıf mücadelesinden uzaklaştıklarını hiç görmek istemiyorlar. Seçimlerle işçi sınıfı için işlerin yoluna gireceği yanılgısını taşıyan politika sahipleri kendilerine ne derlerse desinler devrimci amaca sırtını dönmüş kapitalist düzene yaklaşmış ve barışık hale gelmişlerdir. Bu tür partilerin ekonomik kökü küçük ve orta burjuvazi, işbirlikçi sarı sendikal bürokrasi, yozlaşmış üst tabaka işçilerin, küçük-burjuva aydınlara dayanır ve onların reformist eğilimlerini yansıtırlar.
HATALI FAŞİZM TAHLİLLERİNDE ÇARPIKLIK ve YEDEKLENME POLİTİKASI
Sosyal reformist partilerin sakat, çarpık faşizm tahlilleri “AKP’den kurtulma” adına onları bir diğer burjuva kliğe yedeklemeye taşıyor. Faşizmi başından itibaren emperyalizme bağımlı, anti-komünizm cephesinde kurumsallaşmış devlet diktatörlüğü politikası değil de bir parti politikası biçiminde AKP’nin yönetimiyle sınırlandırılması hatalı görüş savunucularını kaçınılmaz bir şekilde “AKP’den kurtulma” adına ki bu eşittir “faşizmden kurtulma” olarak sunularak kendini demokrat olarak gösteren burjuva muhalefet kampında toplaşan; CHP, İYİP, SP, DEVA, GP, DP’li “millet ittifakı”na yedeklenmeye itmektedir. Oysa faşizm AKP’den öncede vardı, proleter devrimci güçler tarafından yıkılmadıkça, büyük alt-üst oluşlar olmadıkça AKP’den sonrada devam edecektir. Çünkü Türkiye’de faşizm tepeden aşağıya doğru inmektedir ve egemen sınıfın faşist devlet diktatörlüğü politikasıdır. Hükümet değişikliğiyle faşizm son bulmaz. Burjuva partilerde faşist devlet iktidarının kontrolü altındadır ve faşizmin uygulanmasında hükümeti-muhalefetiyle rol almaktadırlar. Faşizmin sosyal dayanağı ise emperyalizmin uşağı devrimci mücadelenin baş düşmanı olan komprador burjuvazidir. Emek ile sermaye arasındaki çelişmenin diğer tüm çelişkilerin üzerindeki çözüm niteliğinden ileri gelen baş çelişkiye bağlı olarak faşizme karşı doğru tavır alış ancak emperyalizmin uşağı hakim burjuva sınıfa ve dayandıkları faşist kapitalist devlet diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü uğruna sınıf mücadelesi yürütülmesinden geçer. Yönetimdeki burjuva kliğin temsilcilerine karşı muhalefetteki burjuva kliğin desteklenmesiyle faşizm sonlanmaz, bu faşizme karşı mücadelede kitlelerin ihtiyaç duyduğu politika değil, burjuvaziyle sınıflar arası işbirliğine girme politikasıdır.
Mevcut haliyle TKP, EMEP, Sol Parti, TKH, TÖP, Devrimci Parti, SYKP, Halkevleri, Yeşiller, EHP ve daha başkaları Türkiye’de sistemin siyasi karakterinin faşizm olmadığını savunuyorlar. Bunlara göre baskılar var, faşizme doğru gidiş var ama faşizm yok. Ekonomik temelini açıklamaktan kaçınarak faşizmi sadece baskı politikasını arttıran AKP hükümetiyle ve belirli uygulamalarıyla sınırlı değerlendirilmekte, faşizm bir partinin politikasına indirgenmektedir. Bu partilerin benzer anlayışı özet olarak “ilerleme kaydedilse de, faşizme doğru gidiş olsa da baskılar artsa da kurumsallaşamadığı için AKP’nin de faşizmi egemen kılmadı” şeklinde özetlenebilir. Bu durumda Türkiye’de siyasi sistem faşizm değilse nedir? Demokrasi mi, yarım demokrasi mi? bunlara cevap yoktur. ESP ise faşist bir rejimin olduğunu savunsa da faşizmi Türkiye’de faşist devlet diktatörlüğü olarak değil, esas olarak “devleti ele geçiren AKP”nin uyguladığı “Erdoğan/Saray rejiminin diktatörlüğü” şeklinde aldığı için tersten faşizmi bir partinin politikasına indirgeyerek diğer reformist partilerin hatalı oportünist anlayışıyla aynı noktada buluşuyor. Çünkü bu anlayış faşizmi Erdoğan liderliğine bağlayarak ve sınıf üstü bir yere konumlandırmaya denk bir bakışla “devleti de ele geçirmiş bir aygıt” biçiminde tarifliyor ve faşizmden kurtuluşu “faşist şeften/diktatörden kurtuluş” olarak tamamlıyor. Bu politikayla kendisi karşıymış gibi görünmeye çalışsa da AKP karşısında burjuva muhalefeti destekleyen, fiili bir uyum sergileyen HDP bileşeni olarak ESP’de aynı noktaya varıyor. Erdoğan liderliğindeki yönetimi faşist nitelikte değerlendirip, ama “kurumsallaşmadığı” ileri sürülerek “Türkiye’de faşizm hakim siyasi sistem değildir” diyen çarpık anlayış ile Erdoğan yönetimini hükümet değil de devleti ele geçirip –üstelik MHP ve Ergenekoncu Perinçekçi kanat ve çeşitli çıkar gruplarının desteğiyle ancak ayakta durabilen bir AKP/Erdoğan gerçeği açık olduğu şartlarda – dönüştürerek “İslamcı-Türkçü faşist rejimin kurulduğu” ve faşizmin Erdoğan liderliğiyle sınırlandırıldığı anlayışıyla “Erdoğan/saray politik İslamcı diktatörlüğü”, “devleti ele geçiren Erdoğan faşizmi” olarak ele alınan faşizm tahlilleri yapan reformistler farklı fikirlerde oldukları sanılsa da politikada aynı noktada buluşmaktadırlar. Şayet egemen kapitalistler sınıf ve devlet iktidarı değil de geçici nitelikte hükümet tüm kötülüklerin sebebi olarak tespit edilirse taktik ve stratejik politikada bu hatalı tespite uygun olur, olacaktır.
TİP, TKP, Sol Parti, EMEP, TKH gibi partilerin HDP’den ayrı olarak ittifak oluşturma çabaları henüz sonuçlanmış değil. HDP ile hareket eden sosyalist-komünist iddialı parti ve oluşumlar (SMF, TİP, HE, EHP, TÖP, ESP, Devrimci Parti, SYKP, Yeşiller gibi partileri bir arada tutan ve HDP’yide belirleyen Kürt ulusal hareketidir) ve platformlar “AKP faşizmine karşı” birleşik devrimci anti-faşist mücadele odağı oldukları ve “üçüncü yol” , “3. ittifak”ı temsil ettiklerini savunmaktadırlar. HDP’den ayrı ittifak arayışında olan reformistler de “üçüncü yol”da konumlandırıyorlar kendilerini. Sonuç olarak Kürt ulusal hareketinin özgün durumu dışında tutularak kendilerine sosyalist-komünist diyen partilerin ittifakları ve ittifak tartışmaları, arayışları seçim ittifakı ve hesaplarını aşan nitelikte değildir.
Kapitalist bir toplumda işçi sınıfı açısından ikinci, üçüncü, yada dördüncü yol yoktur; iki yol vardır: biri burjuvazinin yolu, diğeri devrimci proletaryanın yoludur. Biri gerici, devrim karşıtı niteliğiyle kapitalistler sınıfının ittifakı, diğeri ise devrimci niteliğiyle proletaryanın diğer emekçi halk kitleleriyle ittifakı vardır. Hangi söylemlerle savunulursa savunulsun reformist partilerin ittifak arayışları seçim ittifakıdır. Sınıf mücadelesi yerine sınıflar arası barışı ve uzlaşmayı esas alan ideolojik ve siyasi muhtevadadır.
AKP’ye karşı “millet ittifakı”nın C. Başkanı adayını destekleyeceklerini çeşitli biçimlerle açıklayıp duran Sol Parti, TİP, EMEP dışında çeşitli sosyalizm iddialı partilerin bileşeni olduğu HDP’de CHP’ye “demokrasi ittifakı kuralım” çağrısı yapmasının yanında hükümete hazırlanan burjuva muhalefet kampına dahil olmak, kendilerine yer verilmesi yönünde çeşitli çabalar göstermekte çağrılar yapmakta, uzlaşmaya açık biçimde gerekli desteği sağlayabileceklerini açıklayan HDP’nin yönelimi arasında siyasi, politik olarak pek bir fark yoktur. HDP “millet ittifakı” partileriyle AKP sonrası yönetimin parçası olma yolunda açık çaba içerisindedir. Bu durum Kürt ulusal hareketinin yönelimiyle ve hedefleriyle birlikte düşünüldüğünde daha önceki tutumuna ters değildir ve anlaşılabilir yanları vardır. Çünkü HDP müzakere edilerek Kürt meselesinde reformlar yapılmasını istemektedir. AKP ile başaramadığını, yerini alacak hükümet ile tamamlamak düşüncesindedir. HDP’de olan, yada HDP ile “3. yol” ittifakıyla buluşan sosyalist iddialı partiler ne yazık ki Sol Parti, EMEP, TİP, TKP, TKH’nin ittifak arayışlarında “AKP yönetiminin sonlanması” adına burjuvaziye yedeklenme politikasını eleştirirken kendi hatalarını kabul etmiyorlar. Oysa farklı ittifaklarda olan bu iki eğilim dönüp aynı noktada buluşmuştur.
Sosyalist iddialı çeşitli parti ve oluşumlarla ittifakın genişletilmesi adına HDP’den yapılan çağrıya Sol Parti katılmayacağını açıklamış, TKP böyle bir ittifakta yer almayacaklarını peşinen açıklamakla beraber ilk toplantıya gözlemci mahiyetinde katılımcı olmuş, EMEP ise “daha geniş bir ittifak istiyoruz” söylemiyle toplantıya katılmıştı. İşine nasıl gelirse tarzına denk bir anlayış sergiliyor EMEP. HDP ile ortaklaşmayan reformist partilerin HDP’den farklı ileri sürdükleri seçim politikası olmamasına rağmen uzak durmalarının başka bir nedeni olmalı!
Sosyal şoven beyanlarıyla bilinen TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “Emekçilerin merkezde olduğu, laik, anti-emperyalist mücadele önemlidir. Buna sığmayan ittifaklarda yokuz” diyerek HDP ile ittifak olmayacağını böyle belirtiyor. Bu söylenenlere bakılmamalı, TKP, Sol Parti gibi partilerin HDP’den uzak durmaları Kemalizmden kurtulamamaları, sosyal-şovenizmin etkisi altında olmalarıdır. Yoksa seçim taktiklerinin farklı olmasından dolayı araya mesafe koymuş değiller. Yada emperyalizmin uşağı burjuvazinin CHP’si arkasına takılmış Sol Parti’nin “anti-emperyalizm” demagojisi değildir mesafe meselesi.
Elbette devrimci sınıf kuvvetleri tarafından ortak platformların oluşturulmasına karşı çıkılmasını bırakalım bu büyük bir ihtiyaç ve giderilmişte değil. İttifakta kısa uzun taktik politikalarda kurulabilir buna da karşı çıkılamaz, asıl sorun oluşturulan ittifakın sınıf niteliği ve izleyeceği siyasi çizginin sınıf politikasının devrimci amacına uygun olup-olmadığıdır. Komünist bir hareket için seçimler, parlamento mücadelesi, iktidar hedefli genel sınıf mücadelesinin parçasıdır. Fabrikada kapitalizmin yok edileceğini söyleyip, parlamentoda burjuvaziyle uzlaşmak politikası değildir. Hangi mücadele aracı olursa olsun tümü iktidarın kazanılması hedefli sınıf mücadelesini güçlendirecek biçimde kullanılması gerektiği gayet iyi bilinmesine rağmen ne yazık ki bu alanda başarılı örnekler oluşturulduğu söylenemeyeceği gibi reformizmin yatağı durumundadır.
Sonuç olarak mevcut görünümde var olan ittifak ve ittifak tartışmaları sınıf mücadelesinde ezilen ve sömürülen yığınların sömürücü egemenlere karşı birleşmesi ve savaşımını güçlendirecek, birliğini pekiştirecek nitelikten yoksun olup seçim ittifaklarının ötesine geçmiyor. Apaçık olarak burjuva etki altında olan sosyalist iddialı bu reformist parti ve oluşumların seçim ittifakları arayışlarında yansıyanlar seçimleri stratejik gaye haline getiren anlayışlara uygun düştüğünü göstermektedir.
Yorumlar kapalı.