Marksist ideoloji insanlığın kurtuluşunun bireysel değil, toplumsal olacağını ilan edeli 150 yılı aşkın bir süre geçti. Modern kapitalist çağda mülksüzlerin gönence erebilmesi için disiplinli bir mücadelenin gerekliliği tarihteki toplumsal alt üst oluşlar tarafından ortaya konuldu. Ezen-ezilen sınıfların olduğu bir toplumda devrime kendi komünist partisi çatısı altında proletaryanın önderlik edeceği tartışma götürmez bir gerçekliktir. Diğer bir gerçeklik ise; uzun ve meşakkatli sosyalist devrim yürüyüşünde komünist partisi çatısı altında proletarya dışında emekçilerin ve diğer küçük burjuva ara katmanların da kendilerine yer bulacaklarıdır. Her bir sınıfın, katmanın kendi ideolojisi ve bununla şekillenen pratiklerinin olacağı da bilinen bir olgudur. O açıdan komünist partisi içerisinde kendisine alan bulan bu akımların ideolojilerinin birbiriyle mücadele etmesi de kaçınılmazdır.
Bir komünist partisi (KP) için disiplin kadar önemli olan diğer bir unsur ise güncel gelişmeler ışığında kendini yenileme ve Marksist ideolojiyle bileşenlerinin teorik seviyesini yükseltme çabasıdır. İdeolojik-teorik çalışmaların, gelişimin olmaması yapı içerisindeki küçük burjuva ara katmanların komünist bilince ulaşamamalarını koşullayacağından bu durum parti açısından gerilemenin başlayacağına da işaret eder. Bu durum aynı zamanda proleter bilinçlerde de aşınmalara yol açacaktır. KP içerisinde tüm bireylerin komünist ideolojiyi, yaşayış biçimini benimsemeleri arzulansa da bu pek gerçekçi değildir. Küçük-burjuva ideoloji ve bu fikriyatla şekillenen bireyler diyalektik gereği gerçekliklerini -azalma olsa da- muhafaza edeceklerdir. Önemli olan küçük-burjuvazinin teorik eğitimle, ideolojik mücadeleyle ve müdahaleyle baskı altında tutulmasıdır.
Küçük-burjuva ruh hali bireylerde çeşitli biçimlerde yansımasını bulabilmektedir. Bu biçimlerin başında da “ben” olgusunun ön plana çıkarılması gelir. Sınıf mücadelesi yürüten bir yapı tabiatı gereği kolektif olmak zorundadır. İçinden gelen “ben” olgusunu “biz” olgusuna, anlayışına evrilten birey kendi çıkarlarını mücadelenin, yapının önüne çıkaramaz. Bireysel değil, örgütsel çıkarları önceller. Sermaye ve emeği temsil eden iki sınıf arasında keskin bir ayrışmanın olduğu toplumda bireysel kurtuluşun olamayacağını ifade etmiştik. Lakin yalpalayan bir ruh hali olan küçük-burjuvazi bu gerçekliklere pek aldırış etmez. Peki onun yaklaşımı nasıldır? Bunu anlayabilmek için bencil bireyin karakteristik özelliklerinden birkaçına göz atmak yararlı olacaktır.
“Ben” bakış açısını içerisinde bulunduğu yapının önünde tutan küçük burjuva birey egoisttir. Yapı için faaliyette bulunmayı öncellemediğinden kolektifin gelişmesini, örgütün ilerlemesini de dikkate almaz. Örgütsel faaliyet bir eylem de olsa, bu sürecin her aşamasında yer alarak onu ileriye taşımak yerine ilgisizce izlemeyi tercih eder. Hasbelkader eylemin içerisindeyse de “dostlar alışverişte görsün” düsturunu elden bırakmaz. Eylemle bütünleşemez. Atılacak adımları benliğinde hissedemez. Devrimci coşkusu olmadığı için, eylem pratiğinin kolektife, örgüte ve sempatizanlara vereceği morali, tutacağı ışığı göremez. Örgütlü komünist birey açısından bir eylemlilik birçok açıdan değerlendirilir, karar alma aşamasından içeriğinin geliştirilmesine, hangi metotlarla etkisinin arttırılacağına; karara bağlanmasına ve uygulanmasında en iyi sonucun elde edilmesine kadar tüm aşamalar oldukça önemlidir. Zira mücadele, komünist birey için vakit ayrılan bir hobi yada aktivite değil, başlı başına bir yaşamdır. Bencil birey açısından mücadeleye, onun içerisinde alınan kararlara yaklaşımıysa son derece farklıdır.
Bencil birey eylemliliklere mesafelidir. Farkında olsa da, olmasa da kendisine konfor alanı belirlediğinden bunun dışına çıkmak istemez. Eylemi, kolektife, mücadeleye sunacağı katkılarıyla değil, kendi çıkarlarından, yaşamından ne eksilteceği yada ne katacağı yönleriyle analiz eder. Herhangi bir eylemselliğin beraberinde getireceği olumlu olumsuz sonuçlar olacaktır, bu da mücadelenin gereğidir. Bireylerin tüm yönleri analiz etmekle birlikte, gerçekleştirilecek eylemin olumlu sonuçlarına odaklanarak motive olmaları beklenir. Ve eylemselliğin olumlu neticelerinin yapıya katkısı kadar, eylemin içinde yer alan bireyleri birbirine daha sıkı bağladığı, bu çabanın yoldaşlık ilişkilerini geliştirdiği de bir olgudur. Sosyalleşmenin önemi, yoldaşlık ilişkilerinin geliştirilmesi, eylemin motivasyonu şöyle dursun bencil birey sadece kendi konforuna odaklanır. Eylemin, şehir rahatını bozup bozmayacağını değerlendirir uzun uzun. Eylemin kendi sorununu mu yoksa kolektifin sorununu mu çözmeyi amaçladığı üzerine kafa yorar. Eğer kendi sorununun çözümü için bir eylem yapılıyor ise, bu onun için gereklidir ve tüm bileşen desteklemelidir, ancak eylemin farklı bir gerekçesi varsa o zaman bakış açısı biranda değişir. Eylemin olumsuz sonuçları üzerine odaklanır, icra edilmesini istemez. Şayet hayata geçirilecekse de içinde yer almaz. Zira bu tarz bireyler mücadelenin hangi alanında faaliyette oldukları önemli olmaksızın sürekli kendileri için oluşturdukları rahat konfor alanı içinde yer almışlardır. Dolayısıyla bunun dışına adım atıp risklerle karşılaşmak istemezler.
Bencil birey görev ve sorumluluk almaz. Pratik içerisinde gelişmenin sağlanmasında görev ve sorumluluk üstlenme önemli bir etkiye sahiptir. Sorumluluk bilincinin gelişmesi yaşamı da olumlu yönde şekillendirecek, hem bireye hem de kolektife katkı sunacaktır. Görev ve sorumluluk üstlenilmesiyle kişilerin barındırdıkları yeteneklerin, cevherlerin ortaya çıkması şüphesiz sahadaki mücadeleyi de bir adım ileriye taşıyacaktır. Ben olgusuyla yaşamı idame ettiren bireyler açısından herhangi bir alanda sorumluluk üstlenmek, verilen bir görevi yerine getirmek pekte önemli görülmez. Zihninde yer alan; “beni ilgilendirmiyor, bu görevi bir başkası üstlensin” algısını samimiyetle ifade etmese de farklı cümle ve davranışlarla sorumluluklarından kaçınır. Yapı içerisinde bu yönlü hatalı anlayışların zemin bulup gelişmesinde alan önderliğinin, birim sorumlularının da payı olduğunu belirtmek gerekir. Kişilerde; “nasılsa ben olmasam, yer almasam da bu işi yapan birileri olacaktır” düşüncesi oluşuyorsa, bunu tek yönlü, sadece bireye malederek açıklayamayız. Bu algının şekillenmesinde, sorumluluktan kaçınma durumuna müdahalede bulunmayan, ortak çalışma yürütme anlayışının gelişimine katkı sunmayan, bunu bireylere benimsetmeyen alan yöneticilerinin eksik davranışlarının, bencil kişilerin hayalı yönleriyle dolayımlı olarak uzlaştıklarının altını çizmek gerekir. Bazı durumlarda bunun tam tersi yaşanabilmektedir. Kendini herkesin üstünde görme hali vuku bulduğunda işler değişebilir. Aslında bütün görevleri kendisinin hak ettiğini, her konuda çok donanımlı olduğunu düşünür. İçerisinde yaşadığı hayal aleminde, örgütte, dünyada onun çevresinde dönüyordur. Herhangi küçük bir faaliyetini böbürlenerek, baştan sona “ben” vurgularıyla dile getirmekten erinmez, popülizme meyleder. Etrafındakilerden övgüler duymak ister. Kendi skalasına göre kaşarı olarak tanımladığı pratiklerini övgüyle anlatır. Kapıldığı popülizm hastalığının, onu çevresindekilerin gözünde rahatsız edici, itici bir tavıra büründüğünü göremez. Eksikliklerinden dolayı sorumluluk verilmediğinde de çevresindekilerin “kendisine karşıt olduğu” algısını oluşturmaya başlar. Görüldüğü gibi, bencil bireyler sorumluluk alma konusunda iki uç yaklaşımı da sergileyebilmektedir.
Bencil birey idealisttir. Örgüt-mücadele ve devrim arasındaki diyalektik ilişkiyi kavrayamadığından dolayı mekanik, idealist yöne savrulur. Bireyin, kolektifin gelişmesinin doğal olarak mücadeleye ivme sağlayacağını, birçok farklı faaliyetle mücadelenin destekleneceğini, toplumsal kurtuluşun devrim sorunu olduğunu içselleştirmekte zorlanır ama kendisini oldukça donanımlı görebilir. Bir bireyin bencilleşmesi başlı başına ideolojik-teorik gelişim istikrarını koruyamamanın yada gerilemenin ürünüyken, bencil bir bireyin kendisini büyük bir özgüvenle teorik açıdan yeterli görmesi paradoksal bir olgudur. Diyalektik felsefe her şeyin hareket ve değişim içerisinde olduğunu belirtir. Teorik gelişimde, mücadelede bu yasaya tabidir. Öğrenmenin, gelişmenin sonsuzluğunda “bu kadar bilgi bana yeterli” demek, kendini tam donanımlı görmek maalesef idealist bakışın tezahürü olabilir.
Bencil birey eleştiri-özeleştiri mekanizmasına inanmaz. Bir yapının sorunları çözebilmesi, gelişebilmesi açısından, olumlu-olumsuz eleştiri-özeleştirinin hayati öneme sahip olduğu bilinmektedir. Eleştiri özeleştiri metodu belli periyotlarla işlevleştirildiğinde yapıya dinamiklik sağlar. Problemlerin biriktirilmeden çözülmesi, olumlu pratiklerin geliştirilmesi programlı-disiplinli ilerlemeye işaret eder. Yapı içerisindeki bireylerin eksik hatalı yönlerin ele alınıp değerlendirilmesi, eleştirilip aşılması hem hata sahiplerinin hem de kolektifin gelişimi için gereklidir. Ve bu, hata sahipleri yeren, “rezil eden” bir uygulama değil, aksine onun dışında daha iyi olduğununun, olabileceğinin vurgulandığı bir süreçtir. Ancak bencil bireyin bu konudaki perspektifi de farklıdır. O çocuğunlukla hata yapmadığını düşünür. Herhangi bir sorun yaşandığında ise bunun kaynağı hep karşı taraftır. Kendisini mükemmel gördüğünden eksik, hatalı, kusurlu davranışlarına dikkat etmez. Onun açısından bu tarz değerlendirmelerde kullanılacak tek araç eleştiridir. Karşısındaki kişi hatalı olsa da olmada da ona eleştiri yöneltmede, nasihat vermede oldukça mahirdir. Çevresine ördüğü “ben” duvarlarının arkasında güvende olan bencil birey sadece kendisine sonulan eleştirilerin bu duvara çarpıp sekmesini izler. Eksikliğini kabullenmez. Eksikliğinin üzerini kapatmak için; ya karşısındakine sunduğu eleştiriyi sözlü saldırı boyutuna taşır, yada devrimci anlayışla bağdaşmayan bir tavıra bürünüp daha önce yaşanan ama neticelendirilmiş olunan sorunları, karşısındakinin yıllar önceki eksikliklerini sıralamaya başlar. Hatasını derinleştirir, sergilediği tavırın tespit edilen problemin çözümüne hizmet edip etmediğini tartamaz. Çünkü onun için problem çözümünün, kolektif gelişiminin bir önemi yoktur, yalnızca kendi kibrini ayakta tutması, benliğini, kendince saldırı olarak gördüğü eleştiriden koruması yeterlidir. Ve bunları gerçekleştirirken de her yolu mübah görür. Her yolu dener, eleştiriye eleştiri ile yanıt verir, eski defterleri açıp hedef saptırmaya çalışır, sözlü saldırıda bulunur ama samimi bir biçimde hatasını kabul etmez; özeleştirisini vermez. Yaptığı tek şey özeleştiri vermesi gereken konunun üzerinden atlamak, dikkatleri farklı konulara toplamaya çalışmak olur. Komünist perspektifle, devrimci etikle bağdaşmayan bu durumun küçük-burjuva ideolojisiyle sıkı bağı çarpıcı bir biçimde görülür.
Bencil birey karamsardır. Kendisini mücadelenin engin denizinde kulaç atmaktan izole edip beyninin dar labirentlerine hapsettiği için içerisinde yaşadığı ana ve geleceğe umutla bakamaz. Umudun hayat enerjisi, geleceği yaratma aracı olduğunu anlayamadığı için onu çoktan tüketmiştir. Umut emekle, mücadeleyle, üretimle var olur. Yapı içerisinde şekillenip gelişerek, mücadeleyi büyüterek besler insan umudunu. Fakat bencil birey mücadeleyle arasına “ben” setini çektiğinden hissedemez bunu. Ortak çabanın coşkusunu, ilerlemenin enerjisi, yarının umudu uzaktır ondan. Bardağın boş tarafına odaklanıp iç dünyasını karartır. Pratik yaşamı bu düşünceyle şekillendirir. Zamanla büyüyen karamsarlık bir takım geri düşünceleri de besler. Karamsarlığın yılgınlığa, pişmanlığa evrilmesi çok sürmez. İç dünyasını kaplayan karamsarlık onun ilişkilerine, çevresine de yansır. Zorunda kalmadıkça sosyalleşmeyen bencil birey ilişkide olduklarına bu düşüncelerini bazen dolaylı bazen de direkt ifade etmekten geri durmaz. Çünkü “karamsarlık” sahasında tek kalmak istemez. Karamsarlık grubundaki birey sayısının artması onun için zihnindeki hatalı diğer düşüncelere geçmede domino etkisindedir.
Şüphesiz bencil bireyin, narsist, öznelci, kibirli vb. gibi özellikleri de vardır. Küçük burjuvazinin bir prototipi olan bencil birey farkında olsa da olmasa da kolektif yapıya zarar verecektir. Bireyin bencilleşmesi, ben olgusunu ön planda tutması çeşitli nedenlerin bir sonucudur. Nedenleri; ideolojik-teorik gerilikten, yapı içerisinde zamanında yeteri kadar müdahale edememekten yapının istenilen durumda olamamasının yarattığı hayal kırıklığına kadar geniş bir açıda sıralanabilir.
Kişinin kolektife dahil olup “biz” olmadan önce benliğini keşfedip geliştirmesi önemlidir. Ancak birey olarak benliğinin farkında olması ile bencil olması arasındaki ince çizgiyi silikleştirmemelidir. Kişi ancak benliğini kolektife, yapıya adayarak gelişebilir. Unutulmamalıdır ki, sınıf mücadelesi “ben” değil “biz” olgusuyla zafere ulaşacaktır.