İnsanın hayatta yüzüne tükürmeye imtina edeceği kişiler vardır, yüzüne tükürmekten sakınırsınız; çünkü tükürüğünüz kirlenir.
Bu tip kirli tiplerin yüzüne tükürmek tercihim değil, ama kızım üzerinden beni tehdit ederek bu yazıları yazmaya zorladılar.
Bir çoğunuzun maruz kaldığı ama anlamlandıramadığı bir karanlığın perdesini açacağım. Lavraların beslendiği her türlü irinle kaplı olan derin, iğrenç ve pis bir çukuru ifşa edeceğim. Bir çoğunuz şu ya da bu şekilde kurbansınız, siz değilseniz de yakınlarınız kurbandır.
Beni tanıyanlar asla belgesiz, bilgisiz ve tanıksız konuşmayacağımı iyi bilir. Bir de zamanı geldiği gün konuşurum.
BU SADECE BİR DUYURU YAZISIDIR
Yakında Karşı-devrimci hücre elemanlarının taciz, tecavüz, cinayet, ihanet, şantaj, dosyalandırma vb. karşı-devrimci faaliyetlerini açıklayacağım. Sosyal medya örgütlenmelerini, dezenformasyon, manipülasyon, algı tetikçiliği, dijital ihbarcılık, birbiriyle olan ilişkilerini ve oynadıkları rollerle ilgili yazacağım.
FOTOĞRAFIN DİLİ VE TAŞIDIĞI ANLAM
Bu duyuruda iki fotoğraf kullanacağım. İlkini 1996 Buca Hapishanesinde çektirmiştik, fakat bu fotoğraftan haberim yoktu. Fotoğraftakiler Ölüm Orucu direnişinin birinci ve ikinci ekibi, yerde oturanlar ise koğuş yoldaşlarımız. Nuri, ikinci ekipte idi. Kuzeni Aygün Uğur bu direnişte ilk ölümsüzleşenimizdi. Ölüm Orucu direnişçilerinin çektirdiği ve ölümsüzleştirdiği bir an.
Nuri’yle yıllar sonra tekrar yollarımız kesişti. Geçen ay bulunduğum kente geldi ve yaşamında yeni bir sayfa açtı. Kendisini derinleşmiş ve durulmuş görmek mutlu etti beni. Zaten duru, sade ve dürüst bir yoldaşım ve de aynı zamanda dostumdur. İnsan yıllar sonra birbirini görünce ister istemez sohbet geriye uzanır gider.
Sizlere sadece konuyu ilgilendiren boyutunu söylemek istiyorum:
“Kavga ettiğin herkes ajan ya da işbirlikçi çıktı” söylemiydi. Bunu birçok arkadaşım, yoldaşım ve dostum da söyledi. Kiminle kavgam olduysa altından bu lanet olası Türk devleti ya da bağlantıları çıktı. Sizlere çok tuhaf gelecek ama böyle.
Buradan her kavga ettiğin öyledir gibi bir söylemi elbette savunmuyorum. Benim haksızlık yaptığım insanlar da oldu. Fakat hatamı fark ettiğim an hiçbir kibre kapılmadan özeleştirisini verir ve kırgınlığı gideririm.
İşte Nuri’nin yıllardır koruduğu ve bana hediye ettiği fotoğrafın hikayesi de ağır bedeller ödediğimiz geçmişimizin sadece bir karesi.
İkinci fotoğraf ise ava gelen bir tetikçi, ama kendisi av oldu. Bu tarla faresinin pis suratını sayfama taşımak istemezdim, fakat bunu benim kapıma getiren sizden görünen fakat düşmanla çalışanların teşviki ve kışkırtmasıyla oldu. Onlardan cesaret aldılar. Hepinizi tek tek teşhir edip tarihin çöplüğüne göndereceğim. Devrimci mücadelenin ödediği bedelin, dökülen onca kana ve ödenen onca ağır bedellere zerrece saygınız varsa bu tablodan utanmalısınız, sadece bu kadarını söylüyorum. Kim kendisine ne pay çıkarıyorsa da çıkarsın!
Bu mevzuya ve çocuk kaçırma girişimine, bulunduğum ülkenin ilgili makamları el koyduğundan dolayı fazla detaya girmeyeceğim.
DEVLETİN AJANLARINA VERDİĞİ GÖREV VE ÇALIŞMA TARZLARI
Karşı-devrimci hücre elemanlarına devletin verdiği görev, teslim alamadığı kişileri “örgütün eliyle harcama” stratejisiydi. Bunun Hapishanedeki hedefleri ben ve Cafer Cangöz’dük. Dışarıda başlayan ihanet ve alçaklık içeride de yakamızı bırakmadı. Meğerse bir örümcek ağı gibi her tarafı işgal etmişlerdi. Ve hatta Cafer bir dönem neredeyse partiden atılacak duruma getirilmiştir. Varın hapishanede bize neler çektirdiklerini siz hesaplayınız artık. Ne var ki kazanan biz olduk, hakikat oldu, devrimci dürüstlük ve kararlılık oldu. Bize ihanet eden ve yıllarca postumuza saman dolduran bu hainler, hayatlarını bağışlamamızı istediler.
“Sizin çalışma yöntemleriniz nasıl ve içimizde nasıl çalışıyorsunuz? Bunu açıklayınız, söz size zarar vermeyeceğiz,”
Dediklerini yapınca sözümüzde durduk. Evet sadece afetmedim; ısrarlı ricalarım sonucu yoldaşlarım beni kırmadılar, bunların canlarını bağışladılar ve kazanan hepimiz olduk. Devletin çalışma tarzıyla ilgili muazzam bir bilgi ve deneyim elde ettik. Bu bilgi ve belgeler bende. Bunlar sadece yazılarla sınırlı kalmayacak; bu yazının devamında yazdıklarım da dahil olmak üzere gelecek kitaplarımdaki roman tiplemeleri olacaktır. Yazılarımı topluca okuduğunuzu biliyorum. Şimdiden hazır olunuz, benden söylemesi.
DEVLETTE SÜREKLİLİK ESASTIR
Devlet için dün, dünde kalmadı, onda süreklilik esastır. Her dönem istediği alanda sürüme sunacağı elemanları vardır. İşte dünle bugün onun için birbiriyle bağlantılıdır. Biz de ise hafıza yoktur, kişilerle yaşar ve kişilerle ölür. Bana karşı devletle birleşip her şeyi yaptılar ama sonuç alamadılar. Bunlar sadece iftira atmıyorlar devletin kendisi de iftira atıyor. Devlet, beni bir örgütün ideoloğu ve para işlerini kontrol eden kişi olarak sunuyor. Tabi ben de anlamadım bu durumu, çünkü böyle bir şeyin zerre kadar bir gerçekliği yok ne böyle bir kapasitem ne böyle bir durumum ve ne de böyle bir isteğim vardır.
DÜŞMANINIZI SİZE GETİREN ONDAN DAHA DÜŞMANDIR
Bu karşı-devrimci hücre elemanları, sosyal medyada kılıktan kılığa giren ve onlarca sahte hesabı olan, kadın düşmanı ve tecavüzcü biri sahte bir hesaptan, bana hakaretler ederek, “kızımın okulunu bildiğini ve kızımı kaçıracağını,” söyledi. Bu karanlık kurtçuk, gizli hesabının arkasına saklanarak, açığa çıkamayacağını sandı. Tecavüzcü, kızımı kaçıracağını ilan ettiği zaman kızımla ve annemle ilgili yazdığı iğrenç şeyleri buraya taşımaya uygun görmüyorum. Tecavüz ettiği kadınların ahı bir gün onun boynuna geçecek kement olacağını düşünemedi, gelip elini elektrik prizine soktu.
Çocuk üzerinden beni sindirmeye çalışmalarını, kişisel bir kinle açıklayabilir misiniz? Bu bir devlet aklıdır, bazen bir operasyonel güçle bazen de böyle hain bir dilenciyle yapar.
Savaşlarda kadın ve çocuğa dokunulmazdı. Ta kadim zamanlardan günümüze kadar bu değişmez bir savaş etiğidir. Fakat bu namussuzlarda onur, şeref, etik ve ölçü olmadığı için her türlü çirkefliği yaparlar. Devletin siyasi hareketler içinde devşirdiği unsurlar, devletin akademisinde yetiştirilenlerden daha onursuz, ölçüsüz ve alçaktırlar, bunu lütfen unutmayınız.
Eğer yazmasaydım ve de yazar olmasaydım, ne devlet bunlara böyle bir görev verirdi ne de ismimi duyardınız. Yazım faaliyetini baltalamak, moral bozmak ve psikolojik savaş yürütmek için dikilen “nöbetçiler” birer özel savaş elemanı ve görevli olanlardır. Devlet ve devlet kaynaklı ne girişim olduysa boşa çıkarttım, kitapların etkisini kıramayınca toplatma ve yasaklama kararı verdiler.
Hedeflerine ulaşamayınca da bu kez suikast ve kızımla beni tehdit etme yolunu seçtiler. Sakın bunların birbirinden bağımsız göründüğüne aldanmayın, hepsi bir merkezden yönetiliyorlar. Kimisi Alevici, kimisi keskin Kaypakkayacı, kimisi Kürtçü, kimisi Zazacı geçinir.
Bu namussuz, siyasi bir hareketin verdiği bilgiye göre ta 1990 yılında altı kişiyle birlikte hareketle ilişkilendirilir. Kontrgerilla merkezli olan İndymedia sitesi döneminde bir politik çevreyi “Namık Dursun’un çocukları” diye aşağılayan ve kara propaganda yapan yine bu alçaktı. FDG, Dersim Meclisi vb. Apocuların ve devletin kontrolünde olmayan kurumları bu ekip dağıttı. Bu da bir devlet aklıdır, iftira atar ve sen kendini savunmak zorunda kalırsın.
O günden bugüne kadar on yılı aşkın onlarca saldırı, yalan ve dezenformasyon faaliyeti oldu. Hepsinin altında bu ırz düşmanı ajan vardır. Devlet ve Apocular’ın etki alanında olmayan herkes bu alçağın hedefindedir. İtibar suikastıyla ve çocukları kaçırılmakla tehdit edilen bir yazarın açığa çıkardığı ve ileriye götürmediği 30 kişilik troll hesabı yönlendirenin bu hain olduğu, İsviçre’deki resmi kurum aracılığıyla tespit edildi. İki siyasi hareketin içindeki devlet ajanını ve işbirlikçilerini sosyal medya üzerinden bu haysiyetten yoksun şahıs yönlendiriyor. Ağına düşürdüğü kadınların çekimlerini yapıp, şantajla hedef aldığı kişiler aleyhine yazı yazdırıyor.
Nietzsche’nin de dediği gibi “Suskunlukla geçiştirilmiş tüm hakikatler zehirlenir.”
Yürütülen hiçbir karşı-devrimci faaliyete ne sessizim ne de kayıtsızım, sadece zamanı geldiğinde konuşurum. Konuştuğum zaman kanıtlamam gerekiyor, kanıtlanmayan hiçbir şeyi yazmam.
Kubbenin üstünde toz durmaz lavracıklar. Hayatta yapılan hiçbir ihanet ne gizli kalır ne de karşılıksız kalır!
Demek kızımı kaçıracak ve Apocularla birlikte beni arkadan vuracaksınız öyle mi?
Hımmm…
Adınıza üzgünüm, sizlere sürprizlerim bitmeyecektir. Bu kaleme alayınız yenildi, bunu ben demiyorum, bu sizin itirafınızdır. Ve yenilmeye devam edeceksiniz. Bu ifadeler ne bir böbürlenme ne masal ne de martavaldır, sadece kararlılıktır; devletle birleşip ne yaparsınız yapın kitap ve yazı yazmama engel olamayacaksınız!
GERİ ÇEKİLECEK KADAR GÜÇLÜ, KARŞI KOYACAK KADAR İRADELİYİM
Kitap ve yazılarımın devlet tarafından yasaklanmasına neden olan saldırılar dizisi, kardeşim Abidin ve kuzenim Özgür’ün üzerine verilen ifadelerin geri alınmaması için yürütülen karşı-devrimci faaliyet, iki gencin üzerinden yalan ifade veren aileyi tahrik etmek, devlete asılsız ihbarlarda bulunarak hakkımda dava açtırmak, PKK’yi bana karşı kışkırtmak, “kitaplar yazılmasaydı Özgür ve Abidin içerde olmazdı” söylemiyle bilgi kirliliği yaratmak vs. vs… Ve hatta Paris Dersim Kültür Merkezinin organize ettiği ve benim de katıldığım geceye saldırı hazırlığı da bunlar tarafından örgütlendi. Fakat bu bilgiyi önceden haber alan ve bana bir şey söylemeden önlem alan, benim için 600 km gelen değerli yoldaşlarım vardı. R yoldaş, gecede kulağıma eğilerek “Fransa devlet başkanından daha fazla korunuyorsun,” demesini, önce anlamaya çalıştım, meğerse devlet istihbaratıyla çalışan güçlerin, gençlerin “yurtsever duygularını” harekete geçirme çalışması varmış…
Kısacası bu alçak ihanetin aralanması işi gelip omuzlarımıza bindi. Bu görevi yerine getirirken hayatlarını devrimci mücadelede kaybeden, ihanete uğrayanlar, hapishanede ve sürgünde bedel ödeyenlere borcumuzu yerine getireceğiz.
Askeri reolara binenler bugünün “keskin devrimcileri” olan dünün itirafçıları, devlet işbirlikçileri, kendisi her gece yüzbaşı ile gönül macerası yaşayan (seninle ve haminle özel ilgileneceğim), yoldaş, devrimci katili ve halk düşmanı hepiniz bunu istiyordunuz değil mi?
Ben korkmaktan hoşlanmam, sıkılırım korkudan. Gücümü haklılığımdan, halkımdan, ölümsüzleşenlerimizin anılarından ve ödenen ağır bedellerin saygısından alıyorum. Özgür Gelecek ’ten Xelo’nun “Murat, Kaypakkaya mirasının ortak yoldaşıdır, onun kılına dokunursanız size dünyayı dar ederiz” diyenler yoldaşımdır. Tırı vırı, dilenci, laga lugacı ve sokaktaki uyuz bir köpekten bile dayak yiyenlere ihtiyacım/ihtiyacımız yoktur. İbrahimler’in, Cihanlar’ın, Kazımlar’ın, Savaşlar’ın, Demirdağlar’ın ve Caferler’in gerçek yoldaşlarına (Apocularla ideolojisiz, çizgisiz, al gülüm ver gülüm için flörtleşenler, bir vekillik alamayınca veya istenilen performans sergilenmeyince kavga edenler hariç) ne kimse boyun eğdirebilir ne de geri adım attırabilir.
“Sen uluslararası bir yazarsın, siyaseten uzak dur,” diyenlere cevabım şudur:
Ben Kaypakkaya fikriyatının sıradan ve mütevazi bir kültür emekçisiyim. Gerisi lafı güzaf. Kelebek uçurtan, böcek seven ve sahte barış ninnilerini söyleyenlerden olmayacağım. Devrimci sanat, kalemiyle, yağlı namlusu ve bilenen kılıcıyla birlikte anlamını bulur.
Şimdi alayınıza meydan okuyorum:
İster teke tek, isterse topluca geliniz. Teslim olduğunuz ve kıçını yaladığınız devletinizi de getirmezseniz alçak oğlu alçaksınız diyeceğim, ama gerçekten alçak, korkak, hain, haysiyetsiz ve onursuzsunuz!
Tecavüzcü bir ajanı “kalemşör” yapmak, korumak ve ihaneti “ödüllendirmek” neymiş dünya âlem her şeye tanık olacaktır!…
30 Eylül 2023
Murat KAHRAMAN
