Kasım Koç
Bu öykü yaşanmış bir gerçek olayın öyküsüdür. Öyküdeki yer, mekan, zaman ve karekterler de gerçektir.
4. Bölüm
Gölgelere ışık düşmeyen Elazığ’ın yer altında oksijensiz kalmıştı Garip.
Yaşama dair kuralların Babasının analığı Xecenin kurallarından da katı olduğunu, bu karanlık hücrede öğrenmişti. Bir insanın, ismi bu kadarda önem arz etmemesi gerekir diye düşünüyordu.
Hücredeki soğukluk, iliklerine işlemişti, tir tir titriyordu. Garip, kendisinden geçmiş, çıplak haliyle acılarına ağladı da ağladı. Hücresine doğru yaklaşan ayak seslerinden fark edince hıçkırıklarını yuttu, ağlamayı kesti.
İki asker, Garip’in kolluna girdi, kaşla göz arasında yeniden sorgu odasında kendisini gördü.
“Evladım Garip, aklın başına geldi değil mi?”
“Aklım başımda komutanım” dedi Garip, kendinde gelişen iç güvenle.
“Ha işte böyle. Şimdi söyle evladım, sen hangi okulda öğretmensin?”
İç güven uçup gitti onun yerine yalnızlık Garip’i boğazladı, ıstırap içinde kıvranmaya başladı. Bitmeyen bu durgun gidişatının dehşetini göre biliyordu, Garip.
“Ben, bir kış günü davardayken, sadece kara keçilerim vardı. Kurt saldırısına uğradım, ben on diyeyim sen yirmi de komutanım. Kurt sürüsüyle dişe diş kapıştım ama bir keçimi aldılar. Sadece almakla kalsalar, hemen orada havada param parça ettiler. Eve geldim, babamın analığı Xece, kurt saldırısına inanmadı, günlerce beni önüne koydu o koca dağlarda kara keçiyi aramaya götürdü.”
Sorgu şefi, hırçın bir pumanın gücüyle yerinden sıçradı, Garip’in suratına tükürdü. Garip öyle incindi, öyle kırıldı ki; boş bir mezar orada olmuş olsaydı, girer üzerini de toprağı örtmesini istiyecekti. Kendi içindeki yangın onu ağlamaya sürükledi, yeniden ses kaldırdı ağladı.
“Ağla evladım…”
“Zırlayıp durma…”
“Bırakın ağlasın…”
“Ağlaması bittiğinde de masalını anlatmaya devam edecek ne de olsa.” dedi Sorgucu.
“Güzel bir hikaye ama” dedi bir başkası.
Sorgu ekibi açısında büyük bir eğlenceye dönüşmüştü, bu söylenenleri Garip, duymadı.
“Yeter. Kes bu zırlamayı da anlat. Anlat lannnn…sen kimsin?” dedi sorgucu, ani bir çıkışla.
“Ben yetim büyüdüm. Şimdi, beni bıraksanız da kim bilir babamın analığı Xece’de, bana inanmayacağı gibi kim bilir ne eziyetler çektirir bana.”
“Xece de kimdir?” dedi sorgu odasına en son gelen.
“Babamın analığı, ailemizin reisidir. O bizi yönetir.”
“Not alma evladım bize ne onun babasının analığından” dedi Sorgucu. Hırçın bir pumanın, öfkesi Sorgucunun gözlerinden ateş saçıyordu.
“Garip, sorularıma cevap ver. Masal anlatma bana. Beni başka yöntemlere yönlendirme. Bak iki gün oldu sen halen bizimle oyun oynuyorsun” dedi Sorgucu.
“Size söyledim anemin o feryadında adımın Garip koyduğunu düşünür bütün köylü. Her kes beni Garip diye çağırır ama Xece, yani babamın analığı, babama tembih eder. Garip değil, Hayri olsun bunu ismi. Xece, bana bazen de hayırsız Hayri diye çağırırdı.” Sözü bitmeden, bir bıçak gibi kesti, “Kes lennn, bıktım senin bu analığın hikayesinden”
“Komutanım bence, Xece’ye bu yüce makamda bir görev verelim. Xece, burada olmuş olsaydı bunun sorununu ve de o slogan atanları iplik söküğü misali çözerdi.” dedi Sorgu Yardımcısı. Sorgucu bütün bunlara kendisini kapatmış, burnunda sıcak buharlar salıyordu.
“Garip, Hozat’ta falakaya yatırdılar seni değil mi?” dedi sorgucu.
“Evet komutanım. Tekerin içine de koydular. Aralarına alıp meydan dayağını da attılar. Bu dişlerimi onlar kırdı. Neden böyle yaptıklarına bende anlam veremedim.”
“Ulan bunu çabuk çırılçıplak yapın askıya alın. Filistin askısına alın ben bunu Filistin’e kadar götürüp getireyim.” dedi Sorgucu.
Garip, gardını aldı, askıda sallanmaması uğruna ayak direniyordu. Direnirken, “Benim söylediklerimin tümü doğru ve de gerçek. Benim adım Garip ama nüfuz cüzdanımdaki ismimde Hayri’dir”
Garip, cümlesini ancak askıda üryan halindeyken bitire bildi.
“Konuşmadan bunu buradan indirmeyin” dedi ve sorgu odasından çıktı Şef.
Bir saat kadar sonra sorgu odasına geldiğinde Garip, beton zemin üzerinde çırılçıplak titriyordu.
“Bunu tazyikli suya tuttunuz mu?”
“Tuttuk komutanım”
“Elektrik verdiniz mi?”
“Yok komutanım.”
“Bunu hücreye götürün, buna elektriği kendi ellerimle vereceğim. Bunu kömürleştireceğim. Hücresine götürün ama elbiselerini vermeyin” dedi Sorgucu.
Garibi, iki askerin omuzunda hücreler bölümüne götürdüklerinde, kapıların mazgalından Garip’e destekler çoğaldı.
Direndiği için alkışlar, sloganlar hücreler arası sel gibi çoğaldı.
Ahmet Hoca’nın hücresinin önünden geçtiklerinde, “Garip Gulum, gerçekleri söylemeye devam et” dedi.
Omuz üstü hücreye bakarak, “Hocam, gerçekleri söylediğim için beni bu hale getirdiler.”
“Gulum, sen gerçeklerde ısrar et. Aman Gulum ne bizi ne de kendini yakmayasın” diye bağırdı mazgaldan Ahmet Hoca.
Akşama kadar ateşler içerisinde yandı Garip. Sorgucu, akşam Garip’i getirtti. Hiç konuşmadan, askıya aldırdı. Garip ne direndi onlara karşı ne de sorulan sorulara cevap verdi. Elektrik kablolarını birini meme ucuna diğerini Erken organın ucuna bağladılar…Elektrik akımı meme ucuna temas ettiğinde Garip, vücudunda depremi yaşadı. Sarsıldı, dişlerini kilitledi, bir “Ah” dahi çekmedi.
Bitti.
Yorumlar kapalı.