Aldatan Kim, Aldatılmak İstenen Kim? 

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Seçim sürecine girildikçe yıllar önce ortaya atılan ve zaman zaman tartışılan kimi kavram, tespit ve politikalar yeniden gündeme gelebiliyor. Örneğin, “Çözüm süreci”, “Türkiyelileşme” vb. HDP’yi de ilgilendiren kavram ve politikalar bunlardan bazıları.

Tartışmak istediğimiz konu CHP’nin halkın önemli bir kesimini aldatan ve ideolojik yanılsamalar yaratan görüş ve siyaseti iken; bu bağlamda Cumhuriyet gazetesinin kimi köşe yazarlarının tutumlarıdır. Bu yazarlar kendilerini “Laik, cumhuriyetçi”, “anti-emperyalist”, “ilerici, devletçi”, “sınıfsal temelde mücadele yürütenler” olarak görüyor-gösteriyorlar. Tabii kendini nasıl gördüğünden ziyade, objektif olarak neye ve kime hizmet ettiğin önemli bir yerde durmaktadır. Cumhuriyet gazetesinin bu kesiminin, sol cenahtan bazı kesimleri de etkilediğini söyleyebiliriz.

Cumhuriyet’in 13 Temmuz 2022 tarihli sayısında yazarı Barış Doster’in “Etnik temelli parti olur mu?” başlıklı bir yazısı çıktı. Bu yazıdan kimi alıntılar yaparak yorumlamaya çalışalım. Bakalım gerçekten de kendilerini tanımladıkları noktadalar mı, değiller mi?

“Siyasal partiler; üzerinde tartışma yapılabilen düşünceler üzerine kurulurlar. İdeolojik temelli yapılardır. Sınıf temelli örgütlerdir. Sağlık, eğitim, ekonomi, sanayi, istihdam, tarım, hayvancılık, bayındırlık, dış politika, savunma gibi konularda öneriler getirirler.”, “Demokraside, terör ve şiddet içermeyen, terör ve şiddet önermeyen düşünceler tartışılabilir. Terör ve şiddetle arasına mesafe koymayan…kınamayan partiler, anayasa ve yasalar çerçevesinde çeşitli cezalar alırlar. Devlette kendini savunur, demokrasi de. Doğaldır. Meşrudur. Yasaldır. Zorunludur. Kaçınılmazdır.”

Alıntılanan bu kısım hakim Türk ulus devletinin o veya bu kliğinin üzerinde ortaklaştıkları görüşlerdir. Yani AKP’sinden CHP’sine burjuva komprador partiler kendi aralarında hangi mücadeleyi verirlerse versinler, hakim Türk ulus şovenizminin bu ideolojik duruşunda birleşirler. Özünde Türk milliyetçiliğine dayanırlar. Ne diyorlar; Türk devletinin bekası tehlikeye girerse yapılır, yapılacaktır. Ve genel olarak demokrasi anlayışlarını bu temele oturtuyorlar. Barış Doster ve bu görüşte olanlar her ne kadar bunu “halkın (yurttaşların) demokrasisi” olarak gösterse de, elbette öyle değildir. Bu demokrasi anlayışı Türk halkının demokrasi anlayışı değil, Türk komprador burjuvazisinin ırkçı-faşist demokrasi anlayışıdır. Türk işçi ve emekçi sınıfların ve dolayısıyla Türk halkının rehber alması gereken ve rehber alacakları işçi sınıfının demokrasi anlayışıdır. Devlet eliyle üstten aşağıya dayatılan ırkçı-faşist siyaset gerçek demokrasi değildir. Türk halkı, işçi sınıfının siyasetine ve ulusların tam hak eşitliği ve UKKTH ilkesine dayanır/dayanmalıdır. Gerçek kurtuluşları yalnızca buna bağlıdır. Bunları vurguladıktan sonra Barış Doster’den alıntılamaya ve yorumlamaya devam edelim.

“Üzerinde durulması gereken diğer nokta, demokrasinin azınlık partisiyle, etnik, dinsel, mezhepsel partiyle, bölge partisiyle ilgisinin olmadığıdır. Çünkü alt kimlikler, tartışılabilen veya değiştirilebilen kimlikler değildir. Sünnilik, Şiilik, Kürtlük, Alevilik, Çerkezlik gibi kimlikler üzerinden siyaset yapılınca, bu kimlikler siyasallaşınca, sorun, kaçınılmaz olarak hangi kimlik daha iyidir, hangisinin mensubu daha çoktur noktasına varır. Bunun da demokrasiyle ilgisi yoktur.” “…kimlik temelli siyasal partiler, ne vaat ederler? Yurttaşların eğitim, sağlık, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlarını kimlik temelinde nasıl çözebilirler?…sorunları çözerken, önceliği alt kimliğe göre mi sıralarlar? Savundukları alt kimliğin mensuplarından vergi almazlar mı? Suç işlerlerse mahkemeye çıkarmazlar mı?”, “Yineleyelim, demokrasi inanç değil bilinç işidir. Alt kimliklerin kavgasına değil, sınıf mücadelesine dayanır. Sınıfsal kimlik yerine, mezhepsel, dinsel, etnik kimlik koymak gericiliktir, ırkçılıktır, çağdışılıktır. Emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine hizmet etmektir. Esas olan, ulusal ölçekte yurttaş, sınıfsal ölçekte ise yoldaş kimliğidir.”

Biraz uzun bir alıntı da olsa Doster gibilerinin kibirli görüşlerinin bütünlüğü açısından gerekliydi. Bu görüş sahipleri, “tek vatan, tek millet, tek bayrak” siyasetinden hareket ederler. Doster gibilerinin ayrıştıkları nokta ise, “Laik cumhuriyet” savunusu temelinde biçimlenen görüşlerdir. Madem öyle soralım, Doster ve düşündaşları kimin ve hangi sınıfların çıkarını savunuyorlar? Kimin demokrasisini savunuyorlar? İşçi sınıfının mı, burjuvazinin mi? Öyle ya bir sınıfın çıkarını savunuyorsan, diğerininkine karşı mücadele etmen gerekiyor.

Kuşkusuz B. Doster gibi burjuva kalemşörlerin küçümseyici, üsttenci ve hakim ulus şovenizminin görüşlerine yabancı değiliz. Onun “ulusal ölçekte yurttaş, sınıfsal ölçekte yoldaş kimliği” altında saklamaya çalıştığı nedir? Elbette saklamaya çalıştığı, Kürt ulusu ve azınlık milliyetler üzerindeki baskı ve emperyalizmin uşağı işbirlikçi burjuvazinin sömürüsüdür. Sözde halkın sorunlarını esas alıyor gözüken bu görüşler bir çok ideolojik yanılsama yaratıyor. Ekonomik krizin olduğu ve halkın yaşamının gittikçe zorlaştığı bir dönemde CHP vb. komprador partiler muhalif kesimlere adeta kurtarıcı gibi davranıyorlar. AKP karşıtlığı üzerinden yaşanan klik çatışmasında halkı kendi siyasetlerine payanda yapmak istiyorlar. Halkın öfkesini yeniden düzen içine çekmek ve devleti şirin gösterme gayretiyle politika üretiyor ve bu politikaya göre hareket ediyorlar. Dolayısıyla bu kesimlerin ideolojik saldırılarına karşı mücadele edilmelidir.

“Türkiyelileşme” tespiti üzerinden devam edecek olursak, “Türkiyelileşme” kavram ve siyaseti “çözüm süreci” döneminde “bölgecilik” anlayışını aşma olarak ortaya çıktı, diyebiliriz. HDP-HDK oluşumu Kuzey Kürdistan dışındaki illerde kendisine alan açacak, başta Türk halkı olmak üzere halkın sorunlarına yönelik politikalar üretilecekti. Siyasetin doğruluğu-yanlışlığı veya sürdürebilirliği tartışması bir yana, HDP, Türkiye illerinde önemli ölçüde bir taban yarattı. Bu, Haziran 2015 seçimlerinde oy olarak yansıdı. 

B. Doster’in iddia ettiği gibi gerçekten “etnik, mezhepsel, dinsel” temelde partiler olamaz mı? Olmamalı mı? Olması durumunda bu “gericilik, ırkçılık, çağdışılık, işbirlikçilik” mi olur?

Böyle bir tartışma yapmak ama Türk devletinin Kürt ulusu ve azınlık milliyetler, inançlar üzerindeki baskısını görmemek! Bunun tartışmasını yürütmemek! Bunlar elbette Doster’in duruşuna uygundur. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da parti veya dernek temelinde örgütlenmeler varsa bunun haklı zemini vardır. Geçmişten günümüze uygulanan baskı ve asimilasyon politikaları “etnik, mezhepsel” vb. temelinde parti kurulmasına zemin oluşturur. Ayrıca Kürtlerin üzerinde yaşadığı topraklar bir ve toprağıdır. Dolayısıyla azınlık değil, ulusal bölgede değil ve (dolayısıyla ülke) topraklarıdır. Ayrıca “alt kimlik, üst kimlik” tartışması yürütmek; eşitsizliği hoş gören, doğal karşılayan gerici bir tutumdur. İddia edildiği gibi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da öyle “etnik ve inanç” temelinde kurulan partilerin sayısı da çok değildir. Aleviler genelde dernekler çatısı altında mücadele yürütüyorlar. Ve kendilerine yakın gördükleri yasal partilerde hareket ediyorlar. Genelde CHP ve türevleri, HDP, Sol Parti, EMEP vb. partilerde çalışma yürütüyorlar. Sünniler ise, “Laik cumhuriyet”in Mart 1924’te kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı camilerde inançlarını görüyorlar. Ayrıca o veya bu komprador partisinde, HDP vb. partilerde de bulunuyorlar.

HDP azınlık değil, bir ulusun yasal alandaki reformist temsilcisidir. Mesela biz bir Çerkez partisine rastlamadık. Öyleyse Doster’in savunusu kime yöneliktir. Elbette HDP ve HDP içindeki kimi Alevi derneklerine yöneliktir. AKP’yi “cemaatler koalisyonu, siyasal islamcı” olarak niteleyen bu devletçi şovenist cumhuriyetçiler AKP’ye açıktan ırkçı diyebiliyorlar mı? Gerici diyorlar ama açıktan ırkçı diyemiyorlar. Çünkü ırkçı demeleri durumunda Kürt ulusuna ve azınlık milliyetlere ve inançlara yönelik devletin faşist siyasetini açığa çıkarmış olacaklar. Ama baskı gören milliyetler ve inançların parti veya dernek altında haklarını savunmalarına ise “gerici, ırkçı, işbirlikçi, çağdışılık” yaftasını yapıştırabiliyorlar. Yapılan ve savunulan ise; ırkçı-şovenist görüşleri kimi “demokratik” (gerici) söylemlerle perdelemiştir. 

“Türkiyelileşme” polemiğinde, hükümet ortaklarından muhalefetteki komprador partilere kadar geniş bir kesim esasta aynı görüşleri savunuyorlar. Bunların anladığı “Türkiyelileşme” HDP’nin Kürt ulusunun kazanımlarını savunmaması, saldırılara sessiz kalmasıdır. Kürtlerin hak mücadelesini hor görmesi, ötelemesi, savunmamasıdır. Yani devletin yaptığı her bir tutuma, saldırıya düzen partileri gibi tavır koymalıdır, anladıkları, aradıkları budur. Legal reformist anlamda da olsa hiç bir şekilde ne Rojava’da, ne Güney Kürdistan’da, ne de Kuzey Kürdistan’da Kürtlerin haklı mücadelesini dile getirmemelidir. Dolayısıyla “Türkiye yurttaşlığı”nın ana teması, Türk devletinin ve ezen Türk ulus şovenizminin kayıtsız şartsız savunucusu olmaktır. Dolayısıyla B. Doster’in “sınıf perspektifli mücadele etme” görüşünün altında yatan işin kılıfı, devletin niteliğini saklama amacı taşıyor.

Peki “sınıf mücadelesi” temelinde görüşler savunduğunu iddia eden bu şovenist cumhuriyetçilerin “yurttaşlık kimliği” nedir? Sınıf mücadelesine nasıl bakıyorlar? Açıktır ki, sınıf temelli mücadele anlayışları; işçi ve emekçi sınıfların sınıf çıkarlarına hizmet etmiyor. Keza komprador burjuvazinin hakimiyetinde ve emperyalizmin sınıf üzerinden sömürüsünü sürdürdüğü bir devlet yapılanması var. Ve bu devlet yapılanmasına toz kondurmayan bu şovenist cumhuriyetçiler emekçilerin çıkarlarını savunabilir mi? Ki bunların “ulusal ölçekte yurttaş” görüşleri “milli” dedikleri kompradorlarında dahil olduğu ve sömürülerini bu “yurttaş bilinciyle” yaptıkları anlaşılıyor. İşçilere ve emekçilere reva gördükleri “yurttaşlık bilinci” de sömürüye razı olmaktır. Türk devlet yapılanmasına zarar vermemektir. Yanı sıra diğer milliyetlere mensup olanlara da bu “yurttaşlık bilinci”ni aşılamaktır.

Bu çakma anti-emperyalistler, sözde ABD ve AB emperyalist devletlerine karşılar. Anti-emperyalizm anlayışlarını şöyle özetleyebiliriz: “Kürtlerin desteklenmesi, siyasal islama destek, anti-ABD’cilik.” Yanı sıra Kıbrıs sorununda Rumların ve Eğe’de de Yunanlıların desteklenmesi” şeklinde genişletebilinir. Yoksa CHP ve kalemşörleri hiçbir zaman anti-emperyalist değillerdir. Anti-emperyalizm kapitalizm karşıtlığı üzerinden şekillenir, milli olanı ve bağımsızlığı savunur.

Peki başta ABD ve AB emperyalist devletlerinin tam bir ekonomik sömürge koşulları oluşturduğu durumda bunlar hangi anti-emperyalist mücadeleyi verdiler-vermekteler? Bankalardan fabrikalara, enerji santrallerinden maden ocaklarına, tarıma kadar bütün alanlarda emperyalizmin sermayesi hakimdir. Bunların “milli” dedikleri komprador burjuvazi emperyalizmin işbirliğini yapıyor. Ki bırakalım karşı çıktıklarını, yabancı sermayenin artık yatırım yapmadığından, piyasaya giriş yapmadığından yakınan CHP merkezli siyasettir. Bunlara göre işbirlikçiler AKP’nin “5’li çete”sidir. Varsa yoksa, bütün günahlar “5’li çete”ye yüklenir. Ama köklü işbirlikçi aile şirketlerine söz etmezler, onları “milli” ilan ederler. Mesela; Sabancıları, Koçları, Eczacıbaşılarının vd’lerinin işbirlikçiliklerini ve sömürüsünü görmezler! Otomobilden tekstile, beyaz eşya fabrikalarına kadar tüm işletmelerde emperyalizmin işbirlikçisi burjuvalar üzerinden işçi sınıfını acımasızca sömürüyor. Yine tarım alanında da tüm girdiler tekelci emperyalist sermayededir ve işbirliğini yapanların esası TÜSİAD’nin içinde kurulmuş kompradorlar aracılığıyla TÜSİAD’ ı meydana getirenler de “yurttaş”tırlar değil mi? 

“Türkiyelileşme (me)”, “Türkiye partisi” olma yolundaki girişimlere dönecek olursak; görüşümüze göre, bu siyasetin ana teması sınıf işbirliğidir, uzlaşmacılıktır. Kürt ulusunun haklı mücadelesinin bazı kırıntılara feda edilmesi, hakim Türk ulus şovenizminin farklı koşullar altında sürdürülmesidir. Dolayısıyla kulağa hoş gelen “Türkiyelileşme”, “Türkiye partisi” olma kavram ve politikalarının sınıfsal içeriği işbirlikçi, uzlaşmacı siyasettir. Faşizmin hüküm sürdüğü bir toplumsal sistemde hiçbir kazanımın garantisi yoktur. Ki olası kimi hakların verilmesi esasta hakim Türk ulus burjuvazisinin işine yarayacaktır. Ve ulusal sorun çözülmek bir yana daha çetrefilli bir hal alacaktır. Bu durum ise Kürt ve Türk işçilerinin, köylülerinin ve emekçilerinin burjuva milliyetçi akımlarının politik etkisi altında kalmasını getirecektir. İşçi sınıfının ulusal sorundaki çözüm perspektifi anayasal temeldeki reformlar değildir. Tam hak eşitliği temelinde UKKTH’ın sınıf tavrıdır. Bu da sistem içileşerek savunulacak bir politik tutum değildir. Şövenist cumhuriyetçilerin de diğerleri gibi istedikleri şey, ulusal hareketin mücadele dinamiklerini tasfiye etmek ve düzen içinde eritmektir. Barış Doster gibilerinin “yurttaşlık, demokrasi, sınıf mücadelesi”nden anladıkları da budur. 

Şovenist cumhuriyetçilerin diğer bir savunusu da, Türk devletinin “Laik cumhuriyet” olduğudur. Türk devletinin bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’na verdiği bütçenin birçok bakanlığın bütçesinden fazla olduğu hatırlatması karşısında hemen 1925’te çıkarılan “Tekke ve Zaviyeler Yasası”na sarılırlar. Ayrıca emperyalizmin “yeşil kuşak projesi”, “AKP’nin siyasal islam” anlayışının “laik demokratik cumhuriyetin” laiklik temelini yok ettiğini savunurlar. 

Peki, Türk devleti gerçekten laik miydi? Dönem itibarıyla tarikat ve cemaatlerin yasaklanmasının amacı neydi ve ne kadar etkili oldu? Halbuki 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluyor. Yani sunnilik merkezileştirilerek devletin resmi dini haline getiriliyor. Diyanete verilen bütçeyle camilerde çalışanların ücreti ödeniyor, diğer dini giderler karşılanıyor. Barış Doster gibilerine sormak lazım: Bu nasıl bir laiklik anlayışıdır?! Devlet dini haline getirilen sunnilik dışındaki diğer inançlar baskı altına alınıyor. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi. Tarikat ve cemaatlerin yasaklanması bir yana, bunlar camilere yönlendiriliyorlar. Denetim altına alınıyorlar. Çünkü bazı tarikat ve cemaatler Kürt ulusunun kimi önderlerinin, şeyhlerinin etkisi altındadırlar. Tekke ve zaviyeler yasasının Şeyh Sait ayaklanması dönemine denk gelmesi de önemli bir ayrıntıdır. Yanı sıra kimi komprador burjuva ve toprak ağaları sınıflarının muhalefeti ve klik çatışması da var. Yani laiklik değildir, pekiştirilen, Diyanet’in üzerinden sunnilik devlet dini haline getiriliyor. Dolayısıyla şovenist cumhuriyetçilerin parlattıkları 1920-30’lu yılların bugünden farklı olduğu yanılsaması aldatmacadır. Bugünkü gelişmeler o dönemin yapısal politikaları üzerinden şekilleniyor, şekillenmektedir.

Kısaca değinilmeye çalışıldı. AKP ekonomik krizle ciddi şekilde teşhir oldu, oy kaybı yaşıyor. Artık eskisi gibi halkı kandıramıyor. CHP ve ittifak ortakları bu durumu kullanarak oy kapmaya çalışıyor. Klik çatışmasında halkın haklı öfkesini seçime kanalize etmeye ve kendilerine yedeklemeye çalışıyorlar. CHP ve onun ideologları klik çatışmasında savunularını “laik demokratik cumhuriyet” üzerine oturtuyorlar. Bu savununun temelsiz olduğu açık iken komprador burjuvazinin ve emperyalistlerin çıkarlarının bekçiliğine aday olduklarını belirtelim. Dolayısıyla 1920-30’lu yılları parlatarak halkı aldatıyorlar. CHP ve ortakları hükümette olsalar halkın çıkarını savunmazlar. Ezilen halkların gerçek çıkarını savunacak yegane sınıf, işçi sınıfıdır. Onun dünya görüşüdür. (…)

Yorumlar kapalı.