CEMİL KARAAĞAÇ
Bir siyasal, devrimci gelenekte vuku bulmuş olaylar etik ve etik dışı diye nitelendirilen kavram ve terim torbalarına doluşturularak çözümlenemez. Özcesi geleneğin siyasi yapısında ve tarihinde yaşanmış olayların, meselelerin, kişilerin vesile olduğu yaşanmışlıkların payı ‘ihanet’ ‘devrim’ ‘devrimcilik’ ‘kaçkınlık’ torbasına doluşturularak asla çözülemez.
Türkiye ve Kuzey Kürdistanda devrimci mücadele sultan dönemi başlayan sosyal-demokrat, komünist avının ittihat terakki’nin küçük burjuva sınıf yapısı, Türk büyük burjuvazinin ve emperyalist tekellerin, Alman emperyalizminin çıkarlarının kollayıcısı olarak bu topraklarda büyük bir ulusal baskı, komünist, sosyalist örgüt, kitle katliam ve kırımına doğru genişlediği 1915 yılından sonra 1971 ve 1972 silahlı eleştiri çıkışına kadar uzun bir sessizlik sürecinden geçmişti. Türkiye ve Kuzey Kürdistan ağırlıklı köylü bir toplumdu. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimcileri ağırlıklı olarak kır kökenli kentli küçük burjuva, kentsoylu küçük burjuvazi ve kır kökenli küçük burjuvazi, kır ve kent yoksullarından oluşmaktaydı. Proleter devrimcilik oldukça küçük bir kesimi tarif etmekteydi. 71 ve 72 yenilgisi, 12 Eylül yenilgisi, esasen bu sınıfsal paradigmadan doğru okunmalıdır. Elbette devrim ve devrimcilik, ihanet ve kaçkınlık, sekterlik ve yasakçılık, ülkemiz bütün devrimci siyasal geleneklerinde iktisadi şekillenişin parçası olan bir sınıfın ve sınıfların dünyasından açıklanmak zorundadır.
Geleneğimizin kitlesi kent-soylu proleterler ve kent-soylu küçük burjuvalarmış gibi bir kültürel mayalanma meselesi olan, kadına ve kadın sorununa kısmen de olsa bugünün iktisadi yapısında demokrat bakışı muştulayacak göz açısı bakışı donuklaştıran, eylem ve söz ‘özgür aşk’tı. Köy kökenli kente taşınmış kitleleri dejenere edecek bu momenti gelenek kitlesine adapte eden ‘aydın’ kişilikleri bizler kaçkın ilan etmediğimiz gibi asla geçmişin anılarına bağlı mistik devrimcilikle devrimci de ilan etmedik. Dejenere olmuş bu kişiler ve dejenere ettikleri kişileri asla devrimci ilan etmiyoruz. Sınıfsal durumlarından dolayı zorluklarla başbaşa kalınca ‘herkes başının çaresine baksın’ diyen bu kişileri yine hain olarak da görmüyoruz. Bunların sınıfsal durumları asla bir proleter partiyle uyumayacağı için, proleterya partisinin bir döneminde yer alsalar da asla o partinin tarihinin bir köşesi olarak görmüyoruz. Göremeyiz.
Bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk içerisine doğduğu toprak parçasına hakim ulusun dilini ilk çevreyle yakın ilişkinin sağladığı dil becerisi sayesinde kısmen konuşuyor olabilir. Ancak, onun hemen o dilde yazı yazmaya baslayamayacağını da öğrenilmiş durumlar ve bilim sayesinde bizler biliyoruz. O hâlde bu çocuk bir eğitmen ve öğretmene ihtiyaç duyacaktır demek bugün bilinen en saf gerçeklerdendir. Bir eğitmen olarak çocuğa alfabede bulunan bütün harfleri tersten öğretirsek, bahsini ettiğimiz çocuk o ulusun dilinde yazı yazmayı yanlış öğrendiği gibi, çocuğun yetişkinliğini de belirleyecek zaman çalınmış olacaktır. Köylü kitlelere karşı dillendirilen ‘özgür aşk’ anlatısına bakışımız çocuğun ait olduğu ulusun dilinde yazı yazma çabasının çarpıtılmasına yani çocuğun dil bilgisinin dejenere edilmesine karşı bakışımızla aynıdır.
Proleterya partisi ‘aydınları’ asla kafasının üstünde taşımaz. Proletarya partisi ait olduğu proleter sınıfın aydınlarının ve ileri kesimlerinin partisidir. Kitlesi ve yönetsel aygıtı arasında politik bilinç düzeyi farkı onun bu konumunu asla yanlışlamaz. Birileri kendilerine komünist partisi ve proleter parti demekte ısrar edip, aydınları hâlâ bu çağda burjuvazi ve proleteryadan bağımsız kişilikler olarak görüyorsa eğer onlara geçmiş olsun demekten başka çaremiz yok. ‘Özgür aşk’ klişesinin verdiği zarar dejenerasyon ve dejenere ettiği kişiliklerin devrim mücadelesinden de soyutlanmasıyla açıklanmalıdır.
Geleneğimizin bir zamanlar yanında yöresinde yer almış bugün köşesine çekilmiş kır kökenli küçük burjuvaları ve tersi kutupta bugün gelenek hattını elinde tuttuğunu ilan edenlerin gerici ‘Papaz Gapon’ tartışmaları ise bir devrimde ihanet ve devrimciliği sürekli birbirilerine karşı koz olarak kullanmalarından kaynaklanıyor. Biz bu tartışmanın tarafı olmamakla beraber bütün devrim tarihini açıp sayfa sayfa ihanet ve devrimcilik arayan bu gerici tartışma, bir zaman sonra devrimci komünist örgütü arayan saf, temiz kitlelerde kabuğuna çekilmeye, devrim ve devrimcilikten uzaklaşmaya sebep oluyor. Oysa bütün devrimler tarihi açılıp bir atlas gibi incelendiğinde devrim ve ihanetin kimlerin hanesine hangi sınıfın bileşeni olarak yazıldığını gösterir niteliktedir. Bu bağlamda ihanetin tarafı olmadığını düşünenler küçük burjuva değilim diyebiliyorsa ve sınırsız sınıfsız topluma yürümenin aracı olan devrimci örgütlü mücadeleyi hedef almadığını bütün açık sözlülüğüyle ilan edebiliyorsa tarih ve kitleler tarafından ihanetin tarafı olarak kodlanmayacaktır.
Papaz Gapon ve Malinovski yetmiş yıllık çarlık Rusya devrim tarihinde küçük bir sapmadan başka bir şey değildir. Devrimin bu sapmayı ve sapmaları yoluna nasıl koyduğu devrim tarihinin objektif sınıfsal taraflılığında yazılıdır. Bir kitleye sürekli Gapon hikayesi anlatmak üstelik bunu mistik bir havaya büründürüp sanki bütün devrimci kitlenin tek başına yönlendiricisi ve katliamının sebebiymiş gibi lanse etmek devrimcilik değildir. Bütün sahteliklerin hele de şimdiki gibi yoğun bir devinimsel üretim ilişkileri içerisinden geçtiğimiz süreçte yırtılıp atılacağı iyi bilinmeli.
Yorumlar kapalı.