SATOĞLİ || Fetih Doğan Koç

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Bir baba, bir baba çocuklarını terörist yetiştirir mi?” “Yetiştirmez” dedi Satoğli. 

“Yetiştirmez ama sen yetiştirdin” dedi Tim şefi. 

“Çocuklarım beni dinlemediler” dedi Stoğli. 

“Ne dedin ki dinlemediler?” 

“Üç tarlam var, otuza çıkaralım, köyde bir konak yapalım, hepimize yetecek bir konak olsun” dedi Satoğli.

Sözünü sürdürmesine izin vermedi, Tim Şefi. 

“Eeee neden koca bir konağı istemediler! Dünya konaklar üzerinde kurulu ve kavgalarda bundan ötürüdür. Senin çocukların neden bu konakları reddediyorlar? Söyle neden?” dedi Tim Şefi.

“Onlar, mülksüz bir yaşamı seçtiler” dedi Satoğli. 

Yaşama dair bütün direkleri kırılmış Satoğli’nin, hücrenin içinde boğulmak üzereydi. Yüreği hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Yan hücrede Muhtarın öksürme sesi duyuldu sonra, “Sabır. Sabırlı ol Satoğli” diye seslendi. Oğlu Tekinin, yaşadığına dair olan umutları kabardı. Hücrenin kapısına dayanan bu özel harekâtçının konuşmasında vardığı sonuçtu. 

Emin değildi, yaralı bir yürek bu durumlarda param parçadır. Darmadağın olan duygu deryası umutlu bakar her daim, Satoğli’de verimsiz kış mevsiminde umut sırtlamış öyle girmişti beton hücreye. Karakolun girişinde üzerindeki eşyasını almışlardı. Sigarasına da el koymuşlardı. “Sigaramdan en az bir cigara getirir misiniz?” dedi. “olmaz” anlamında kafa salladılar. Çocukları onun için tek umutlarıydı ama oğlu Tekin’in yeri bir başkaydı. Satoğli, Cehennemin baş ucunda umuda sarılmıştı. Umut, insan oğlunu böyle durumlarda düş deryasına savururdu. Satoğli’ninde tek dayanağı olan oğlu Tekin idi. Boğulacak gibi oldu, son kez, haykırmak ve sonra bu dünyadan göç etmek istediği an, yine oğlu Tekin aklına düştü. Amacına ulaşmak uğruna sabırlı olması gerektiğine karar kıldı.

“Her kes mal mülk sahibi olmak istiyor ama senin çocukların neden mülksüzülüğü seçtiler?” dedi tekrardan.

Satoğli, bu çiğ sözlere aynı sorulara aynı cevabı vermek istemedi. 

“Bak yetmiş yaşına girmiş, hücreye atılmışsın evladın yüzünden” diye sürdürdü Tim Şefi. Acı vermek için elinden geleni yaptığının farkına vardı Satoğli.

Kapısına dayanan bu şer yuvalı adama cevaplamak istiyordu. Çorak topraklara dönüşen dudaklarını pala bıyıkların altındaki ağzını bir şapırdattı, “Çocuklarımın yürüdüğü toprağı öperim ben. Onlar için yaşıyoruz. Olur bazen böyle şeyler” deyi verdi.

“Bu karakola da birkaç kez teröristlerin saldırısına uğradı. Senin çocuklarında içinde vardı. Devletle uğraşılmaz, devlet büyüktür. Hepsini tek tek öldüreceğiz, buna inanmalısın” dedi Tim Şefi.

Satoğli susmuş cevap vermek istemiyordu. Munzur dağın üzerindeki dumana dönüşmüştü kafası. Meraklanma, senin oğlunun intikamını alacak mecel vermeyeceğiz onun eşkıya arkadaşlarına. Onların kış üstlenme alanını cehenneme çevireceğiz” diye sürdürdü konuşmasını Tim Şefi.

Ölmek ve öldürmek üzerine yaşamını kurmuş bu köksüz Time karşı hırsı kabarmış, boğazında düğümlenmişti. Tüyleri de diken diken olmuştu. “Ya sabır diye” inledi.

“Gençliğine doymadan, vatan haini olarak öldü! Daha mı iyi oldu şimdi” dedi Tim Şefi. 

Satoğli, 1938’de beyaz dağın zirvesindeki Hopıkı da Türk süvarisinden aldığı süngü darbesinin acısını hissetti. Annesi onu koynuna almış ve üzerine kapanmıştı. Ölümü çocukluk döneminde tatmış biriydi. “Vatansızdır benim çocuklarım. Soyuna da ihanet etmezler” deyi verdi farkında olmadan.

“Ne istiyorsunuz o garibandan, yazıktır, günahtır. Adamın acısı kendisine yeterde artar. Tek suçu oğlunun cansız bedenini almak” diyen Muhtarın sesi hücreler arasında dolandı. Muhtarın hücre kapısına doluştular. Muhtar sustu.

Sorgu sual sonrasında, “Yarın saat tam sekizde karakola gelin, kimsesizler mezarına gider, mezarları açarız. Çocuğunuzu teşhis edersiniz” deyip hücrelerin kapılarını açtılar. Karakol binasından dışarı çıktıklarında, zifiri karanlıktı. Munzur dağları sis ve karanlık içerisinde kaybolmuştular. Ovacık’ta, gelenlere kapılarını açacak kimseler ortada yoktu, karanlık içerisinde yürüdüler. Onları takip eden polislerin hayaletlerini enselerinde hissediyordular. Işıkları yanan binaya doğru gittiklerinde, otel olduğunu gördüler. Bir şeyler söyleyecek gibi oldularsa ağızlarına bıçak vursalar tek bir ses çıkmayacağını anlayan otel resepsiyonu kalacakları odanın anahtarını uzattı. Satoğli el attı cüzdanına, otelci elini kaldırdı istemez anlamında işaret etti. Konuşan olmadı. Yataklarına elbiselerini çıkarmadan olduğu gibi uzandılar. 

Munzur dağların silsilesinin gölgesinde Gece, durgun bir nehre dönüşmüştü…

Yorumlar kapalı.