1. Haberler
  2. KADIN
  3. HALK HAREKETLERİNDE KADIN DİNAMİKLERİNİN ETKİNLİĞİNİN TEMELİNE KISA BİR DEĞİNİŞ

HALK HAREKETLERİNDE KADIN DİNAMİKLERİNİN ETKİNLİĞİNİN TEMELİNE KISA BİR DEĞİNİŞ

featured
service

Sınıflı özel mülkiyet toplumunda kadınların yaşadıkları koşullar her gün daha da ağırlaşmaktadır. Kapitalist sistemde kadına biçilen rolle yarı sömürge yarı feodal ülkelerde kadına biçilen rol bir birinden farklılıklar gözetse de özü sömürüye, mülkiyete ve her anlamda kadın kıyımına dayalıdır. Türkiye Kuzey Kürdistan gibi ülkelerde yarı feodal üretim ilişkilerinin kadına biçtiği rol ve şekillendirmenin özü farklılık gözetmez. Ancak özel kılan yanı feodal ataerkil disturudur. Bu baskı çeşidi namus ve benzeri üzerine şekillenen biçimdir.

Kadınların yaşadığı sorunlar bin yıllara dayalı olsa da, erkek egemen sistemin kendi varlık gerekçesi olan sömürü, baskı, zulüm kotlarını en barbar haliyle günümüze kadar kullana gelmiştir. Ülkede kadına dönük zulüm cenderesi doksan yıldır sürmekle beraber, son on yıldır bu zulüm daha çok yıkıcı bir hal almış durumdadır. İmparatorluğun mirasını her açıdan devralan Türk Devleti kadına da devralınan üretim ilişkileri ve araçlarıyla yönetilmeyi uygun buldu.. kaçınılmazdı.

Kuşkusuz ki bundan böyle gelmiş geçmiş tüm hükümetler kendi işbirlikçi egemen ve özel mülkiyet sistemine dayalı sınıflarının erkek egemen zihniyetini kadının yaşamına yansıtmıştır. Kadının tek bir şeye hakkı var oda köle olma ve hizmet ettiği sınıfın ihtiyaçlarında sınır tanımama.

90 yıllık işbirlikçi Türk egemen sınıflarının geleneğinde de kadına yaklaşımda özü yukarıda koyduğumuz gibidir. Ezilenin her türlü araçla zaptu rap altına alınması ve taşıdığı devrimci çelişkinin açığa çıkmaması için zalimliğin en koyusuyla terbiye etme. Kimi çevrelerin ‘’Türkiye orta doğunun diğer yerleri gibi değil, kadının yaşaya bileceği koşullar var ‘’ gibi anlayışlara rağmen Türk Devleti tarihi boyunca kadına dönük her türden sömürü ve feodal kültürün ataerki sopası ellerinden hiç düşmemiş. Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyerek köleliğin beterini yaşatmış olduğu gerçeği duruyor önümüzde. Köylerde şehirlerde (özelde tekstil ev temizleme hizmetleri vb) emekleri en ucuz şekilde sömürülmüş. Ama ne yapılmış (bu durumda kimi çevrelerce övünçle lanse edilir) seçme hakkı tanınmıştır.

Dikkat ederseniz seçme ve seçilme hakkı yıllarca fiiliyatta seçme üzerine bina edilmiş aslında zihniyetin pratiğe yansıyan halinden başka bir şey değildir. Kaldı ki seçilme olayı kadın nezlinde tamamen tesadüfüdür. İlk yıllara baktığımızda gördüğümüz budur. Ezen ve ezilen orda kendi yerini bilecek şekilde konumlandırılıyor!. Kaldı ki seçilen kadın tipi de erkek egemenliğine biat etmiş, kendi sınıfına olabildikçe yabancı vb. dir. Görüldüğü gibi politik manevra zevali kurtaramıyor. Kadının her şeyinden, emeği, cinselliği, kimliği vs faydalanan faşist egemen sistemin göstermelik oy hakkı tanıması kadın açısından pek bir şey değiştirmiyor.

Zira burjuvazinin çıkarcı oy hakkı kadının kaderinde hiçbir değişime sebebiyet vermediği, bilakis sistemin bekasına hizmet ettiği aşikardır. Ve halk hareketinin yaşadığı çoğu yerlerde de kadınlar kendi geleceklerinin burjuva parlamenter seçiş ve seçilmeden geçmediğinin ayırtına vardılar. Yaşadığımız Türkiye ve Türkiye-Kuzey Kürdistan da durum budur. Ve kadının sınıfsal, cinsel, ulusal sömürüsü doksan yıldır en katmerli haliyle sürüyor. Yani özünde kadına dönük kısmi reformlar dahi yokken, hangi iyi yaşayıştan söz ediliyor?!

Dünden bugüne egemenler cephesinde kadının kaderinde değişen bir şey yok. Zira sınıflı toplum gerçeğinde kadına biçilen ‘’kaderin‘’ acımasızlığı her feodal sistemde aynı işlemi görür. Alın terleri, bedenleri haraç mezat satılır.. Cinsellikleri Pazar görevi görür, dilleri, ulusları yok sayılır. Kısacası kadınlar sınıflı toplum da asimilasyon, inkar imhaya uğramaya devam ediliyorlar.

Kendi kaderleri tayin edecekleri sınıfsız toplum için çabaları küçükten büyüğe iyi görülmeli. Ve onların günümüzde etkin katıldıkları eylemlere gelince, kadınlar artık eskisi gibi yönetilmek istememektedir. Kapitalist sisteme, onların yerli işbirlikçilerine karşı militan duruşları şöyle okunmalı: dünya ve ülkedeki kadın kitleleri vahşetin her çeşidini yaşadıkça ve kavradıkça mevcut durumdan kurtulmanın yollarını zorluyorlar .. Kuzey Afrika, Orta Doğudaki kadınlar kendilerini ezen tiranlara karşı Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Mezopotamya ve Türkiye’ de sadece direnişlerde yer almadılar aynı zamanda en radikal araçlara da yöneldiler. Sokaklarda erkek egemenliğinin her türden gerici dayatmalarına karşı direndiler, boyun eğmeyerek çarpıştılar. Biriktirdikleri öfke büyük ve onun yarattığı doğal, kendiliğinden gelen kadın dayanışması anlamlı büyüyor. Diğer ezilen kesimler gibi kadında kader tayininde devrimci çığırlar açma gücüyle dolup taşıyor. Evet günümüzde yaratılan bu doğal dayanışma sınıf özünden kopuk olsa da, bu başlangıcın özünü sınıf özüyle buluşturmak en büyük görev. Zira ezilenin ezileni kader tayininde giderek daha fazla aktifleşecek bu çok açık.

Dikkat edilirse Mısır‘ daki Tahrir meydanın da kadınlar süreklilik arz edecek şekilde en önde yerlerini aldılar.Talepleri çok açık; özgürlük , adalet, insanca yaşam, eşitlik, onurlu ve tiransız bir gelecek sloganlarını kararlı ve coşkuyla haykırdılar. Kadınlar beraberliklerinden ve yapabilirlikle zorlukların üstesinden, zor olanı başararak geldiler. Ki zor olanı önemli oranda başardıkları bir gerçek. Önlerine kazılan hendekleri büyük bir kararlılıkla aştıklarını düşünürsek eğer, gelecek açısından biriken mevcut devrimci kadın potansiyeli gözümüzü dikeceğimiz en önemli halkayı gösterir. Zira sömürge, yarı sömürge –yarı feodal ülkelerdeki kadınlar çifte baskıya, sömürüye uğrar. Dolayısıyla örgütlenmenin maddi zemini güçlüdür.

Yarattığı birikim çok önemlidir. Pratikte görüldüğü gibi sürükleyicidir. Çünkü yarı feodal ülkelerde göstermelikte olsa kadının yaşamında bir rahatlama, nefes alma vb vs gibi olanaklar dahi yaratılmıyor. O katı erk anlayışla yönetiliyor hiçleştiriliyor. Lakin görmek gerek ki son isyanlar kadınlarında kaderini değiştiriyor. Bir yerde ezme ve ezilme ilişkisi sorgulanıyorsa orda çığır açıcı gelişmelerin olmaması imkansızdır.

Burada kadın örgütlerin emeğini unutmak istemeyiz. Çeşitli kadın örgütlerinin son yıllarda yürüttüğü kadın mücadelelerinin yarattığı farkındalık değerlidir. Yarattıkları bu farkındalık kadın mücadelesinde derin bir değişim yaratmasa da, mevcuttaki ata erkinin kadına dönük tüm saldırgan yönelimleri teşir edilmekte ve görünür kılınmakta.

Ezilen cinsin egemenlerce kendisine dönük gerçekleşen her şeye tepki göstermesi sessizliği seçmemesi, devletin polisi karşısında boyun eğmemesi…vb. bütün bu saydıklarımız bir şekilde genel kadın kitlelerine yansır. Yansıdı da nihayetinde. Kuşkusuz çeşitli kadın örgütleri ezilen cinsin sorunlarını görünür kılıp farkındalık yaratırken ne kadar değerli görevlere imza atıyorsa, aynı şekilde kadını sınıf özünden kopararak ve politikalarını ona karşıt tezler üzerine geliştirip kadınlara sunmaları ve onları sınıf körü eylemleri bi o kadar zarar vericidir. Bu yönleri eleştiriyi hak ederken, kadın sorunu kapsamında ata erkinin ezilen cinse dönük devlet korumalı saldırganlığı görülüyor-gördürülüyor. Bu iyi bir gelişmedir.

Keza Kürt Ulusal Devrimci Demokratik Kadın Hareketinin yakaladığı mücadele ivmesi deneyimleri asla yabana atılamaz. Kadın sorununun yakıcılığını gerek Kürdistan‘ da gerekse de Türkiye‘ de daha yoğun görünür kılmanın anlamı büyüktür. Elbette Kürdistan‘ da açığa çıkan devrimci kadın hareketinin gerçeği çelişkilerin yoğunluğu vb ‘yi göz önünde bulundurursak bu dinamik hızla gelişen pek çok şeye itici güç oldu. Bir kıvılcım bir ordu yarattı. Kürdistan da gelişen kadın hareketi her şeyden önce kadının her türlü gericilikle savaşmadan kurtuluşun hayalden öteye geçmeyeceğini çok iyi gösterdi. Evet bu devrimci dinamik kendi geniş kadın kitlesini örgütledi ve savaş sanatıyla büyüttü. Eşit, özgür kadın kişiliğinin gelişmesini sağladı. Hayalleri büyüdü kadınların büyüyen hayaller geleceğin duruşu vb. açısından da savaş alanlarını güçlü bir çekim merkezi haline çevirdiler.

Kaldı ki kadın konulu politikalarda görünür veya ‘’görünmez‘’ etkilerini görmekteyiz.. Zira bu çok doğaldır da, her şeyin bir birine olan etkisini düşündüğümüzde, mevcut kadın politikalarını etkilemeleri normaldir. Diğer yandan proleter kadın hareketinin yetersiz olduğu yerde bu çekimin gücü daha fazla olur.

Kabul etmek gerekir ki Gezi ‘de boy gösteren yüzde elli ikilik kadın payı mücadele etmeden, zalimle savaşmadan kazanılmayacağını Kürt Kadın Hareketinden de öğrendi. Kürdistan daki kadın hareketi yansıması bu iken, muazzam sınıf mücadelesi deneyimlerinden büyük dersler çıkardıkları da bir başka gerçektir. Ve bu deneyimleri şablonlardan doğmalardan arındırarak pratiklerine uyguladıkları ve doğru sonuçlar elde ettikleri açıktır.

Sınıf mücadelesinin muazzam kadın hareketi deneyimlerini mücadele pratiğine uygulamayan , ülkemiz kadın hareketinin durumuna da kısa bir değinelim. Yetersizliklerin pek çok nedeni var. Türkiye ve Kuzey Kürdistan ‘da ki kadın sınıf hareketi geniş kadın kitlelerine ulaşmada ve örgütlemede dar pratikçi bir tarzla yetindi. Dar pratikle yetinen kadın hareketi politik karşılığında da yetersiz oldu. Diğer yandan sınıf hareketindeki kadınlar pek çok eşsiz pratiğe imza attılar. Savaş mevzilerinde , Ölüm Oruçlarında vb.. Politik örgütlenme sahasına yeter siz bir yansıma olsa da, pratik saha da yaratılanlar, yetersizliğine rağmen teorik niteliğe erişip geniş kadın kitlelerinde yankısını buldu. Kaldı ki pratik sahası kısmen de Gezi de açığa çıkan kadın potansiyeldir. Sınıf hareketinin etkilemediğini düşünmek doğru olmayacaktır. Lakin burada karşımıza çıkan en büyük sorun kadını savaşa, mücadeleye kan alize etme noktasında politika yetersizliğidir.

Proleter Kadın Hareketi kadın sorunu noktasın da kendini örgütlemeden kadın kitlelerini harekete geçirmede elbette yetersiz kalırdı. Kaldı ki uzun yıllar konu özgülünde yaşanan açmazlar biliniyor. Kendi açmazımızı onarmadan kadına dönük doğru proleter politika sunulamaz. Sınıf mücadelesinde proleter kadın hareketinin tarihsel deneyimlerini yeniden incelenmeli ve bu deneyimler geleceğin kapısını açacak kilit görevini görecektir. Dolayısıyla bu deneyimden yararlanarak proleter kadın hareketi kendi yolunu somut koşullara paralel şekillendirip geniş kadın kitleleriyle bütünleşecektir. Gezi bunun en somut hali olabilir. Yeter ki gidelim ve öğrenelim.

Bilmeliyiz ki kadın politikasının olmayışını fırsat bilen parti ve örgütlerdeki erkek egemen anlayış kendini yaşatmanın yollarını en iyi şekilde ördü. Böylece proleter kadın hareketinin kadın eksenli politik hedefi başlamadan, ilerleyemeden köreldi. Erkek egemenliği yükseldikçe kadın gölgeleşti, gölgeleşen kadın kendine politika sunmazken geniş kadın kitlelerine nasıl sunsun..

Kuşkusuz bu durum son yıllarda epeyce aşılsa da hala çok yetersizdir. Kendi ekseni etrafında dönüp duruyor yada yanlış ve hatalı yerlere savruluyor. Bütün yetersizliklere rağmen TDH içerisindeki kadınlar ileriye dönük önlerini açacak büyük direnişlerde , savaş alanlarında kararlılık ve cüretle yerlerini aldılar , gericiliğe karşı boyun eğmediler. Boyun eğmeme geleneği an itibariyle geniş kadın kitlelerinin sloganı ve pratiği haline geldi.

Boyun eğmeme geleneğinin kadın cephesinde de yükselmesi kendi geleceğinin yükseleceği sağlam yapı taşı olacak. Türkiye‘de gelişen çeşitli ulus ve milliyetlerden kadınlar, emekçi kadınların içinde aktif yer aldığı halk hareketinde sokakta, barikat arkasında, kolektif yaşamı örgütlemede, cinsiyetçi her türden yönelime karşı ortak karşı duruşta vb de karşılıklı öğrenme, öğretme süreci içine girildiği ve sınıf hareketinde ki kadınlarında bu pratiksel süreçten doğru dersler çıkaracağı açıktır.

Bir örnek sunalım. Bu örnek halk hareketindeki kadının nitelik açısından geldiği noktayı gösterir. Dönemin İstanbul valisi H.Avni Mutlu annelere bir çağrıda bulundu çocuklarına sahip çıkmaları için. Avni Mutlu çocuklarını götürmeleri için analara çağrı yaparken, anneler polisle Gezi parkındaki çocukları arasında zincir oluşturdular ve ‘’Anneler burada vali nerede’’ dediler. Oysaki daha önce gelişen demokratik eylemlere dahi aynı anneler çocuklarını göndermezdi. Şimdi ise kendiside militanlaşarak çocuklarıyla yeni bir hayatın kapısını aralıyorlar. Egemenlerin ezilen sınıfa karşı savaşımında kadınlar karşı duruşu sınıf cinsleriyle öğreniyor ve ezenlere karşı ortak pratik geliştiriyorlar. Kadınların kendine güvenmesi ve geliştirdikleri karşı duruşla sistemin (devletin) valisine tiye alışları, hiçe sayışları asla sıradan değildir. Ben zaten hayatımı direnerek geçiriyorum, her gün erkek egemen anlayışa karşı adı konulmamış bir savaşım içindeyim, senin copun, gazın, tankın, topun neyleye… Kuşkusuz bütün bunlar biranda olmadı. Sınıf hareketindeki kadınlar yetersizliğe rağmen, kendi hem cinslerine ceberut devletle mücadelenin güçlü ahengini pratikleriyle sunmuşlardır. Diğer yandan şu bir gerçek Gezi Direnişi Türkiye ‘deki kadını uyandırmakla kalmadı aynı zamanda radikalleştirdi.

Evet halk hareketindeki kadınlar radikal araçlar olmadan gerçek bir özgürlüğe, eşitliğe, adalete, onurlu yaşama kavuşamayacaklarını gördüler. Abartmak istemeyiz ancak Devrimci Komünist Hareketin kadınların bugüne değin gerçekleştirdiği radikal araçsal eylem biçimlerinden esinlenme, örneklik teşkil edecek pratiklerinde görüldüğü çok açıktır. Zira bir dönemin furyası haline gelen pasif eylemcilik günleri tarih oldu. Devlet zulmüne karşı omlet (yumurtalı eylemler) günleri rafa kalkmış ve ezen sınıfın zalimliğine karşı kader tayinde alternatif silahlar kullanıldı. Her türden pasifize edişe karşı gelişen alternatif direnişler bu ülkenin ve kadının geleceği açısından önem taşır.

Bilindiği gibi son on bir yıllık süreçte mevcut neo liberal ekonomik politikaların en fazla vurduğu kesimin başında kadınlar geliyor. Ucuz iş gücü ekseninde ele alınan kadının SSGS, torba yasa saldırılarıyla beraber yarı zamanlı (parça başı) güvencesiz çalışma ile kadın dört duvara tutsak edildi.

Kadınların uzun yıllardır verdiği mücadele sonucunda küçükte olsa kazandığı cüzzi haklar teker, teker ellerinden alındı. Çıkan her yeni yasa ile kadının büyük çabalarla kazandığı haklar ya kırpıldı, yada tamamen ellerinden alındı. Ki son ‘’üç çocuk‘’ projesi de kadını tamamen iş sahasının dışına itme amaçlıdır. Yavaş yavaş pratiğe de geçiriliyor. Feodal devlet Türk İslam sentezini kendinde yeniden yapılandırıp ete kemiğe büründüren muhafazakar zihniyet kadına tek bir hak tanıyor köle doğma ve köle ölme hakkı. Ara sıra cenneti ayak altına serse de gerçekte bu söylem demagojiden ibarettir.

Kadının toplumsallaşmamış emeğini göz önünde bulundurursak bu mevcut yasalarla neler olabileceğini kestirmek hiçte zor değildir. Nihayetinde çıkan faşist yasalardan sonra kadına karşı gerici saldırılar sınır tanımıyor. Yarı feodal ata erki despotluğuyla egemenlik yarışına giren köle erkek, kadına dönük saldırılar, cinayet, taciz, tecavüz, namus, töre vb gibi pek çok insanlık dışı yönelime girmektedir. Yarı feodal üretim ilişkilerinin şekillendirdiği insan gerçeğidir bu. Son on bir yılda kadın katliamları yüzde bin dört yüz artış gösterdi. Zira mülkiyetin temel koruyucusu devlet, adalet, hukuk vb’ sini onun hizmetine sunmuştur. Nihayetinde kadın kıyımı yapan erkekler adeta ödüllendiriliyor. Yasalarda buna uygun düzenleniyor.

Kaldı ki devletin mülkiyet esasına dayalı yasaları çerçevesinde kendilerini koruduklarından eminler, yönelimleri de bu minvalde pervasız ve çeşitli. Bu kıyımlar özel mülkiyet olarak ele alınan kadına dönük mesajlar birlikte olası başkaldırmasına karşı gösterilecek tavrın en açık halidir. Devlet mülk yasalarının küçük koruma altına aldırarak zulme daha fazla teşvik ettiriyor.

Kadının özgürlük alanı mülkiyet yasalarına göre mezar!. Son on bir yılda hükümetin teşvik edici, kışkırtıcı yaklaşımları biliniyor. Kadına dönük gelişen neredeyse tüm söylemleri aşağılamaya, hiçe saymaya dönük. Bir özneye nesne muamelesi ya- parak politika geliştirmek, kadının tüm yaşamına müdahale etmek faşist devlete ve hükümete pahalıya patladı. Yani ezilenin öfkesi biriktikçe, kabardıkça yıkıcı etkisi de o derece büyük olur.

Gezi direnişinde yer alan emekçi bir kadının ‘’Kızıl Bayrak‘’ gazetesinde yayınlanan röportajında şöyle demektedir, ’’Kadının hayatı direnmekle geçiyor. Gezi direnişi de buna uzak değil. Gezi direnişinin çıkış noktası yaşamıma, özgürlüğüme dokunma‘’ idi. Kadında hayatı boyunca geçim derdi ve birde bu savaşı verir. Evde, sokakta, iş yerinde hayatı tırnaklarıyla inşa eden kadın birde varlığını, varlığına saygıyı kazanmakla uğraşıyordu. Bunun dışında gelecek güzel ve özgür günleri çocuklarına kazanmak için oradaydılar. Gezi direnişinin kadınlara ne kattığından çok, kadınların direnişe ne kattığı daha önemli. Direnişte kadınlar var olan güçlerini sergilediler. Diğer kadınlara örnek oldular, onları yüreklendirdiler. Artık kaybetmek istemiyorlardı. Çünkü her özgür ortam kadının özgürleştiği kadardır. (Kızıl Bayrak 30. 08 2013)

Evet özgürlüğü, yaşamı kısıtlanan, kaç çocuk yapacağını dahi efendi belirlerken yaşamından ve özgürlüğünden başka kaybedecek bir şeyi yok. Söz söyleme hakkı yokken, birde bedeni üzerindeki söz hakkını da tamamen yitiriyor olmanın düşüncesi ve kürtaj yasaklama olayında kadın öfkesine, isyanına dönüştü. Egemenler geri adım atmak zorunluluğunda kaldılar. Ancak erkek egemen sistem yengiyi hazmetmeyerek ‘’ertesi gün hapı‘’ denen doğum kontrol ilacını yasakladı. Kadın bedenine tahakküm kurma ceberutluğunu her fırsatta tekrarlıyorlar. Kadınlar Gezi direnişinde ironik bir karikatürle yanıt vermiş ve hamile kadınlar karınlarına şöyle yazmışlardı ‘’emin misin bizim gibi üç çocuk daha ister misin‘’, ‘’üç çocuk yapacağım üstüne salacağım‘’ vb. Görüldüğü gibi erk sisteme yanıtları çok yalın ve net!

Emeği de hayatı gibi ucuzlaştırılan kadın gelinen noktada sisteme dönük yapacağı eylem vb gayet meşru görüyor, pratikte de bunu görüyoruz. Bu meşruiyetin kafalarda ve giderek gelecek adına anlam kazanmasının önemi değeri büyüktür. Zira günümüzde iktidar sahipleri kadını da (diğer ezilen sınıf kardeşini de elbette) yönetemez duruma düşmüşlerdir.

Bu yönüyle daha da saldırganlaşmaktalar. Son dönemde TRT ‘de yapılan bir programda bu hazımsızlığın boyutunu görüyoruz. Sürekli kadına dönük bir saldırganlık ‘’dilin kemiği yok‘’ özdeyişindeki gibi kemiksiz dilleriyle kadını aşağılamaya devam ediyorlar. Hamile kadınları eve hapsetmenin (siz makine görevi gördürme diye okuyun) teorisi, estetik olmayan erk dilleriyle kadınları hedef almaya devam ediyorlar.

Egemenler yönetemediği kadına ya tencere tavayı alıp mutfağa yönelmesi yönünde telkinde bulunuyorlar ya da hamile iken estetik değilsiniz evlerde kalın vb. ile. Lakin sokağın ve özgürlüğün tadını tadan kadın artık evin duvarlarıyla yetinmez. Bilakis keşfettiği güzelliği kovalayacak esin onu iter daima.

Dikkat edilirse Taksim direnişinde kadınlar çok çeşitli ama ortak bir noktada birleşerek karşı duruş sergilediler. Kadınlar özgürlük, eşitlik için ayaktalar. Şimdi Devrimci Proleter Kadınlara düşen kıvılcımı diri tutmak ve kadınların özgürlük, eşitlik özlemlerini Halk Savaşında gerçekleştirmektir. Forumlar Halk Savaşının canlı propaganda alanları olmalıdır. Unutmayalım savaşan güç hayatın nabzına yön verendir!

Bu makale ilk olarak Devrimci Halkın Günlüğü dergisinin 4’üncü sayısında (2015 – HAZİRAN/TEMMUZ) yayınlanmıştır.

HALK HAREKETLERİNDE KADIN DİNAMİKLERİNİN ETKİNLİĞİNİN TEMELİNE KISA BİR DEĞİNİŞ
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin