1. Haberler
  2. GÜNDEM
  3. Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı, Devrimin Zorunluluğu, Devrimci Atılımlar ve Geriye Düşüşler, Yaşayan ve Savaşan MLM Politika ve Felsefe Üzerine Düşüncelerimiz 

Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı, Devrimin Zorunluluğu, Devrimci Atılımlar ve Geriye Düşüşler, Yaşayan ve Savaşan MLM Politika ve Felsefe Üzerine Düşüncelerimiz 

featured
service


Baskı, adaletsizlik ve sömürünün ilişkiselliği üzerine isimli yazımızda bilimsel bakış açısıyla yüklü analiz, tahlil ve çözümlemenin gerekliliğine dair önemi detaylı bir şekilde açmaya çalışmıştık. Çeyrek asırlık hızla proleterleşme sürecinin dünya nüfusunu nasıl proleterleştirdiğini, nasıl artık nüfuslar yarattığını, kadınları ve çocukları işgücü piyasasına nasıl kazandırdığını, tarımsal alanların ve tarımsal alandaki küçük üreticilerin, tarımdan kopartılıp şehir merkezlerinde lümpen kitlelere ve proleterleşen kitlelere nasıl dönüştürüldüğünü açıklamaya çalışmıştık. İlkel birikimin bugünkü dünyada hâlâ yer kapladığını anlatmaya çalışmıştık. Emperyalizmin rekabetçi yönünün ortadan kalkmadığını, tersine büyüyerek ve devam ederek dünyayı nasıl bir yıkıma zorladığını açıklamaya çalışmıştık.

Bu yazımızda emperyalizmin ulusal emek piyasalarını uluslararası emek piyasasına, ulusal emek gücünü uluslararası işgücü piyasasına dönüştürmesini, emperyalizmin meta ihracı yoluyla serbest rekabetçi döneminden, sermaye ihracı yoluyla üretimi yoğunlaştırarak vardığı finans kapital sürecine yani tekelci kapitalist sürece nasıl dönüştürdüğüne bakacağız. 

Lenin’in 1916’da çözümlemesini yaptığı kapitalizmin en yüksek aşaması dediği emperyalizmi ve onun hızla mülksüzleştirdiği kitlelerdeki, hiçleşmeyi, şeyleşmeyi, metalaşmayı, nihilistleşmeyi, özellikle genç kitlelerdeki faşist örgütlenmelere artan ilgiyi, hithleşmiş sol ve sağ siyasetlerin örgütlenmelerini açıklamaya çalışacağız. Emperyalizmin alternatifsiz kaldığı, Batı Blokunun modern revizyonist sosyal emperyalist Rus devlet kapitalizminin çözülmesiyle ve Çin devriminin yenilgisiyle (17 Ekim devrimi sonrası yarım kalan genişleme ve dünya pazarına tam hakimiyet süreci) son çeyrek asırda proleterleşmenin, güvencesizleşmenin nasıl hızlandığını, kamuculuğun yitirilip, toplumları, toplumsal ve politik dinamiklerin örgütlenme arayışlarını, örgütlenme araçlarını nasıl bir dönüşüm mekanizmasının içerisine sürüklediğini açıklamaya çalışacağız.

Burada parantez acmak gerekirse emperyalizmin genişlemeci yönü, tekelci kapitalizmin dünya pazarına sorunsuz hakimiyet için yarattığı savaş ve yıkımın, 1945 sonrası dünya işçi sınıfı ve halk kitlelerinde karşılık bulan sadece barışı değil, ekonomi-politik hatta müdahale eden ulusal ve uluslararası sorunlarla ilgilenen kısacası devrim isteyen tavrı tekelci kapitalizmi, finans kapitali kârlılıktan ödün vererek kapitalizmin göbeğinde ve sermaye ihracını öteleyen devlet kapitalisti, yarı-sömürgelerde refah devletlerini yani kamuculuğu yaratmıştı. Bu süreç yoksul halk kitlelerinin çocuklarının kısmen nitelikli eğitim hakkına, sağlık ve barınma hakkına kavuşmasına vesile olmuştu. Sovyetler birliğinin ve Çin halk cumhuriyetinin devrimci atılımları ve devrimci mevziler olması çeşitli yarı-sömürge ülkeleri ulusal emek piyasasını nitelikli ve kalifiye emekle oluşturmak için çeşitli yönelimlere itmiş bağımsız ve bilimsel eğitim modellerinin gelişmesini zorunlu hâle getirmistir. Devrimci atılımın canlılığı, bilimsel sosyalizmin varlığı genç kitlelerde böylece çeşitli şekillerde yankı bulmuştur. Görece ilkel birikimin rafa kalktığı bu süreçte, emperyalizmin genişlemeci yönünün kırıldığı bu süreçte kapitalizmin meta yoluyla nüfuz edemediği bağımsız bölgeler ve insan kitlelerinin varlığı hepimizce bilinmektedir. 

Mülksüzleşme genç kitlelerde ve dünya halk kitlelerinde günümüzdeki kadar yoğun değildir. Daha iyi bir gelecek, paylaşımcı dünya, eşitlikçi aşk, paylaşımcı arkadaşlıklar bilimle ilgilenen genç kitleler, kafa emeğine verilen önem bu sürecin öne çıkan özelliğidir. Oysa günümüzde ilkel birikimin varlığı, emperyalizmin genişlemesi, tekelci kapitalizmin asalak burjuvalarının üretim dışında olmasına rağmen birikimlerine birikim katması, dünya halk kitlelerinin hızla mülksüzleşmesi, eğitimin bilimden soyutlanarak, sağlık ve barınma hakkıyla beraber paralı hâle gelmesi daha iyi bir gelecek hissini yok etmiş bulunmakta. Dahası eşitlikçi paylaşımcı arkadaşlıkların, aşkların yerini hızla erozyona uğramış insan ilişkileri etrafında birbirini sömüren, hissiz, mülksüz, geleceksiz, nihilist edilgen gençler almıştır. Ruh ve sinir hastalıkları bu gelişmelere koşut hızla artmıştır. Bu emperyalizmin, tekelci kapitalizmin yıkıcı yönünün ne kadar güçlü olduğunu kanıtlamaktadır. Hızla gelişen kitle iletişim, ulaşım cihazları ve pek çok emek gücü isteyen iş bölümüne dayalı üretim sürecinin basitleşerek genç kitlelerin yetenekli hâle gelmesine vesile olurken yetenek ve kazanılmış statülerin,  itibarlı mesleklerin apoletlerinin sökülüp atılması, ücretlerdeki durgunluk genç kitleleri hissizleştiren, kaygı ve strese sürükleyen en önemli etmenlerdendir.

Sermaye ihracına kısmen direnen T.C; kapitalizmin emperyalizm tarafından geliştirildiği yarı-sömürge ülkelerden bağımsız şekilde emperyalizmin yarı-feodalizmle uzlaşmacı tavrını kendi bulunduğu coğrafyada Sovyetler birliğinin çöküşüne kadar korumuştur. Türkiye’de kapitalizmin gelişimini 24 ocak kararlarına bağlayanlar derin yanılgı içerisinde bulunmaktadır. Böyle okunursa T.C’nin çözülmüş burjuva feodal sınıflı toplumsal hiyerarşik devlet düzeninde kapitalizmin emperyalizme bağlı bir şekilde gelişmesini engelleyen, direnen önemli bürokratik çevrelerin varlığı inkar edilmiş olunur. Ötesi İki binlerin başına kadar komünist hareketimizin ve çeşitli devrimci hareketlerin bilimsel yöntemlerinin halk kitlelerinde karşılık bulmasını farazi açıklamalarla geliştirmeye çalışacaklardır. Onlara önerimiz Rus sosyal emperyalizmin çöküşüyle beraber dünya pazarına ABD öncülüğünde barışık biçimde hakimiyet sağlayan emperyalizmin, tekelci kapitalizmin doksanların sonu ve iki binlerin başında Türkiye’de kapitalizmin her bölge ve ilde gelişimini hızlandırdıklarını iyi okumaları gerektiğidir. Türkiye’de kamuculuğun yitirilmesi ve kapitalizmden bağımsız üretim ve bölüşüm ilişkilerinin doksanların sonunda nasıl seyir değiştirip kapitalist üretim ilişkilerine hapsolduğu gerçeğini iyi okumaları ve okumamız gerektiği açıktır.

Emperyalizmin karakterinin değiştiğini öne süren burjuva şakşakçısı dar kafalı aydın budalalığıyla hemhal devrimci saflardaki çürümüş tiplerin neye yol açtığını anlatmaya çalışacağız. Rus ve Çin emperyalizmin doğal kaynaklara, ucuz iş gücüne yaslanarak sermaye birikimi sağlayarak Batı emperyalizminin karşısına nasıl dikildiğini yazmıştık. Özellikle bu dikilme sürecinin NATO içerisinde çeşitli tekelleri, emperyalist devletleri nasıl kendi çıkarını tekrardan kollamaya ittiğini, NATO içerisinde dağılmanın gündeme geldiğini unutmamalıyız. Bu da demektir ki Batı emperyalizminin ikinci dünya savaşı sonrası barışçıl birlikte büyüme sekansının  kapanma ihtimalinin belirdiği gün gibi ortadayken, bu sekansın kapanmaması için Rus emperyalizmine karşı Ukrayna’yı ABD’nin kışkırtması olgusu önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin NATO içerisindeki parçalı durumdan esefle eksen kaymasına oynamaya çalıştığı kendince bölgede emperyalist kuvvetlerden güç dilenerek rol çalma olgusu yine son sekiz yıllık periyotta önümüzde durmaktadır. Demek ki rekabet olgusu ve ilkel birikim hâla canlı demek tasfiyeci revizyonizm gibi öznel açıklamalar değil nesnel açıklamalar yapmaya çalıştığımızı bize göstermektedir. 

Bedreddin’den, Müntzer’e, Marks ve Engels’den Lenin’e, Mao’ya, Mao’dan Kaypakkaya’ya uzayan dönem, devrimler karşı-devrimler kısacası sınıf mücadelesi etrafında yengi ve yenilgiler tarihidir. Dönüşümün mantığı üzerine düşünecek olursak tarih bağlamında hayat bazı Marksistlerin sandığı gibi hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemedi geriye kaçışlar ve ileri atılımlar dönemi birbirini izledi demek zorundayız. Buradan kasıt bazı Marksistlerin iddia ettiği gibi sosyalist toplum kaçınılmaz değil zorunludur. Kaçınılmaz dersek devrimi tarih çizgisinin ileri bir ucuna ısmarlamış oluruz ve determinist bakış açısını ıskalamış oluruz. Şimdiki nesillere değil en fazla gelecek nesillere borç bırakmış oluruz. Ve kapitalizmin doğal yollarla yıkılacağını vaaz etmiş oluruz. Oysa kapitalizm birbirinden çetin ve zorlu hamleler sonucu tarih ve sınıf bilinçli kitlelerin yönlendirdiği, kendinde bilinçle hareket eden kitlelerin, kitle terörüyle yıkılacaktır. Emperyalist çarkın kırıldığı 17 Ekim devrimi sonrası dünya devrimi için ayağa kalkan enternasyonalin, içten oportünist ve reformist şahsiyetler ve burjuvazinin gönüllü ajanları tarafından yıkılması gerçeği unutulmamalı. Devamında dünya pazarının yıkımına dayanan, pek çok yaşam alanının yaşamsız kalması gündemde dahi olsa kapitalizmin içsel yasalarına yaslanarak hareket eden faşizmin dünya devrimini, dünyadaki devrimci atılımı bozguna uğratarak yeni bir paylaşım sürecini devreye koyması unutulmamalı. Alman devrimini baltalayan Kautsky gibi figürlerin, eşlerinin, ailelerinin dahi faşistler tarafından katledildiği unutulmamalı. Sovyetler birliğinin kahraman devrimcilerinin, emekçilerinin, komünist kurmaylarının faşizmi yenilgiye uğratması sonucu devrimci atılımlar sürecinin Mao Zedung kurmaylığındaki Çin devrimi ve bir dizi ulusal kurtuluş mücadelesinin devrimle sonuçlanması gerçekliği devrimci atılımı tekrar mümkün kılmıştır.

Gezegenin yaşadığı yıkım, ilkel birikim döneminin devamlılığı, rekabetin doğal yasasının zorunlulaştırdığı yıkım, sınıfsal çekişmelerin ve sınıf mücadelesinin seyri bize sınıfsal çözümlemeler yapmayı emrediyor. İşte içinde bulunduğumuz durumun ve yıkım sürecinin emperyalist burjuvazinin, tekelci kapitalizmin, emperyalizmin yarı-sömürgelerde borçlandırma modeli ile ne derece birikim sağladığını hepimiz görüyoruz. Bu borçlandırma  yarı-sömürgelerde çeşitli yıkımları beraberinde getirdi dersek abartmış sayılmayız. Sermaye ihracından çöpün, kanserojen maddelerin ihracına,  IMF ve DB gibi emperyalist kuruluşlarla yarı-sömürgelere verilen kredi destek paketlerinin, emperyalizmin tefecilik karakterini hâlâ koruduğunu gösteriyor. Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelere sağlanan kredi destek fonlarının ve sermaye ihracının, üretimin yoğunlaşması ve buna bağlı uluslararası pazarın sorunsuz ilerlemesi  için altyapı çalışmalarına harcanması zorunlu koşuluyorsa, emperyalist ülkelerin ürettiği silahların, bu kredi destek paketleri ile  yarı-sömürge ülkelere verilen kredi destekleri ile satın alınması da zorunlu kılınıyor. Yarı-sömürgelerde tarımsal alanlar boşaltılıyor, üretimden kopuk kitleler yaratılıyor, tohum ve gübre stokları tekellerin elinde bulunduğu için halihazırda dövize dönüşecek kaynakları olmayan, gübre ve tohumu karşılayamayan, tedarik için akaryakıt sorunuyla karşılaşan, kaynak kıtlığı çeken ve üretimi dar olan komprador burjuvazi; dağları, ovaları, yaşam alanlarını talan eden ve onun patronu tekelci kapitalizm birikim modellerini terk etmemek için devrimci atılımlar dönemini hızlandırıyor. İşte içinde bulunduğumuz bu süreçte; emperyalizmin çanakçısı revizyonist ve reformist hareketlerle, dün sosyalist devrimin zorunluluk yasasına bağlı olduğunu kavrayamayan ve yerel burjuvaziden tekelci kapitalizmle çatışmasını bekleyen ulusal burjuvazinin uluslararası burjuvaziyle çıkar çatışmasına başvurmasını talep eden ve bu çatışmadan devrim çıkmasını bekleyen bazı revizyonist reformist siyasetlerin kafa karışıklığı ve suyu bulandırarak halk kitlelerinde sosyalist devrimin karşılık bulmasını engelleyen tavrı hepimizin malumudur. 

Tüm bu yaşanan gelişmelerin yanında  çürüyen, artık siyasal ve ekonomik reformlar dahi sunamayan sistemin ve tekelci burjuvazinin ve onun arizi çocuğu komprador burjuvazinin dünya halklarına sunacağı hiçbir şey yok demek yine abartılı değildir. Eskinin sökülüp atılamaması, yeninin sancılı doğumu veya dünya toplumlarının yeni olanı simgeleyen devrimci atılımı, düşük olarak dünyaya sunması çürümenin katlanılmaz ve halk kitleleri için ıstıraplarla yüklü hâl almasını beraberinde getiriyor. Reformist ve revizyonist siyasetler İngiltere’de Corbyn, Yunanistan’da Syriza, Amerika’da Sanders, Fransa’da Melenchon, İspanya’da Podemos aracılığıyla emperyalizmden dünya halkları için reform dilenirken emperyalizmin tavrı net saldırganlık ortaya çıkıyor. Marks ve Engels’in (Marksizm’in) Komünist Manifestoda incelediği serbest rekabetçi meta ihracına bağlı kapitalizmin hızla genişleyeceğini, girilmedik, “geri” kalmamış topluluk bırakmayacağını ilan ederken yanılmıyordu. Lenin sanayi ve banka burjuvazisinin iç içe geçerek mali oligarşiyi, tekelci kapitalizmi sermaye ihracı döneminde daha fazla tekelleşmeyi kadın ve çocukları daha fazla proleterleştireceğini incelerken maddeyi aynı yasa ile izliyordu. Uluslararası emek piyasasının tek tipleşmesi bunalımın emperyalizmin tek tek ülkelerde çıkan bunalımı değil dünya çapında ortaya çıkan bunalım olduğunu özetliyor. Kısacası Amerika’da yaşanan kriz, Çin’de vuku buluyor. Çin’deki ucuz emek piyasasına bağlı bürokratik diktatörlük uzun yıllar Avrupa birliğinin sanayisizleşmesini, Avrupalı tekellerin Çin’de üretim yapmasını sağladı. Bu durum Avrupa’da mavi yakalı proleterlerin azalmasını beyaz yakalı proleterlerin sayıca çoğalmasını sağladı. Amerika’da emekçilerin ücretlerinin uzun yıllar yerinde saymasını zorunlu kıldı. Ve emperyalizmin Afganistan’la başlayan orta doğu, Latin Amerika ve Afrika’daki saldırganlığı uzun bir periyotta ücretli emeğin ve tarıma dayalı köylü kitlelerin yerinden göç etmesini Avrupa’nın, Amerika’nın göbeğine taşınmasına vesile oldu. Burada Türkiye’deki gibi beyaz yakalı işçiler, emek piyasasında bu mavi yakalı göçmen işçilerle rekabet etmediği için onlarla kısmen dayanışan, veya saldırgan pozisyon izlemeyen tavırda kalmasına vesile oldu. Dünyada faşizm ve faşist eğilimler, faşist partiler tekelci ve komprador burjuvazi tarafından Batı’da ve yarı-sömürge ülkelerde emekçilerin bölünmesi ve emek rekabetinin artması kendi birikim modellerinin sağlıklı bir şekilde ayakta kalması için örgütlenmelerine olanak kapısı açılan hithleşmiş hareketlerdendir. Benzerini nerede mi gördük? Suriye’nin paylaşımı sürecinde siyasal islamcı, faşist örgütlerde gördük. Bunun sol tezahürü ise saydığımız reform dilenen reformist, revizyonist akımlardır. Bunlar tekelci burjuvazi ve komprador burjuvazi tarafından desteklenmese de kırılmalar yaşayan orta burjuvazi tarafından kısmen desteklenmektedir. Elbette MLM’nin yaşayan ve savaşan felsefesini çarpıtarak, tahrifat ve yıkıma uğratarak.

Dünya nüfusunun çok büyük kesimlerinin işçileşmesine ve emperyalizm tarafından emekçi sınıflara dönüştürülmesine karşı paniğe mi kapılmalı, el mi ovuşturmalı, sevinç çığlıkları mı atmalıyız, bizler emekçi kadınların bir daha asla ev içi emek sömürü sürecine gönderilmesini değil, proleterleşmiş kitlelerin çalışma yaşamından koparılmasını değil, proleterleşmiş, yoksullaşmış, mülksüzleşmiş kitleleri çalışma yaşamında canlı emekleri üzerinden rekabete koşan, onları bölen burjuvaziye karşı, onlarla beraber örgütlenerek sosyalist devrime yürümeliyiz. Proleter ve devrimci örgütlemelerin kırılıp, dağılmasının faşist örgütlenmeleri, Modi, Orban, Bolsanaro, Trump gibi faşist figürleri, teknokratik burjuva figürleri nasıl iktidara taşıdığını unutmamalıyız. Elbette bunda düşüncenin devrimci ve radikal örgütlenmeyişinin, sistemiçileşmenin payını da unutmayacağız.

Devam edecek…

Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı, Devrimin Zorunluluğu, Devrimci Atılımlar ve Geriye Düşüşler, Yaşayan ve Savaşan MLM Politika ve Felsefe Üzerine Düşüncelerimiz 
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin