9 Eylül 1984 tarihinde yitirdiğimiz komünist fikriyatın şekillendirdiği Türkiye/Kuzey Kürdistan’daki en önemli isimlerden devrimci sanatçı, Komünist erdem sahibi Yılmaz Güney’i saygıyla, sevgiyle ve özlemle anıyoruz!
1 Nisan 1937’de Adana’nın Yüreğir ilçesinin yenice köyünde Kürt köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Güney; maddi imkansızlıklar nedeniyle çocukken simit, su, gazoz, gazete satıcılığı yaparak erken bilinçlenmiş coğrafyamız çocuklarının gerçekliğini kendisinde cisimleştirmiş isimlerden bir tanesidir. Onun komünist siyasal, devrim ve eşitlik isteyen kitlelerin talepleri ile tanışması ise henüz orta okul çağında iken yanında çalıştığı, küçük üretici Kolonya dükkanı sahibi bir devrimci sayesinde olmuştur. Bir dönem Adana’da Kemal ve And film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalışan Güney, Ülkü Tamer’le tanışması sonrası, edebiyat çevrelerinde de yer edinmiştir. Dönemin edebiyat dergilerinden bir tanesinde yazdığı öykü sonucu 1961 yılında komünizm propagandası yapmaktan bir buçuk yıl ceza almıştır. Hapis cezası sonrası süreçte Atıf Yılmaz’la çalışan Güney sinema dünyasını domino eden beyaz, parlak, genç jönlerin aksine, esmer ve kara kavruk ve zorluklarla boğuşan bir jön olarak dikkat çekti. Çirkin kral lakabını edinmesi ise bu sürecin açığa çıkardığı oldukça özel bir gelişmeydi. Güney’in her ne kadar geri bir toplumdan gelmesi nedeni ile çektiği ilk filmlerin çok ajitatif ve ‘kurtarılması gereken’ gençler ve kadınlara eğilen yönleri eleştiri sebebimiz olsa dahi Güney’in Komünist olduğu için itibar suikastine uğraması dün olduğu gibi bugün de aslında oldukça açık ve nettir. O Türkiye sinemasının kapısını kendisi gibi toplumun en alt katmanlarından ve sınıflarından gelen kesimlere açmış, Türkiye sinemasının özel mührü olarak dünyaya ve dünya sinemasına kendisini bir komünist olarak tanıtmayı başarmıştır. Aynı zamanda milli baskı ve esaret altındaki Kürt realitesini de dünyaya tanıtması bugün hâlâ internet kültürünün en büyük taşıyıcısı olan kitleler tarafından iptal kültürüne tabi kılınıp iğdiş edilmeye çalışılmasının en büyük nedenidir. 1971 yılında İsrail başkonsolosu Efraim Elrom eylemi sonrası aranılan THKPC militanlarını sakladığı gerekçesiyle iki yıl hapse mahkum edilen Güney cezaevinde Güney dergisini çıkarmaya başlamış çeşitli sanat eserlerini bu dergi aracılığıyla yayımlamıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra Arkadaş filmini çeken Güney ardından Endişe filminin çekimleri için bulunduğu Adana Yumurtalık ilçesinde bir restoranda arkadaşları ile eğlenirken, aynı restoranda bulunan Yumurtalık savcısının ağır hakaretlerine, küfürlerine, saldırılarına rağmen karşılık vermemişse dahi restoran içerisinde yaşanılanlara kendi öz yeğeni tarafından son verilmiş yumurtalık savcısı yeğeninin tabancasından çıkan kurşunlarla can vermiştir. Olayın görgü tanıklarına ve yeğeninin ifadesine rağmen basında ve faşist cenahta aleyhinde cadı kazanı kaynatılmış tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu tutukluluk sürecinde Yol ve Sürü filmini Yazan Güney filmlerin çekimlerini içeriden yönlendirmiş yakın arkadaşları vasıtasıyla filmleri çekecek yönetmenleri adeta yönetmiştir diyebiliriz. Yol ve Sürü dünyada geniş yankı uyandırmış, çeşitli sinema yazar ve yönetmenlerine çekim yöntemleri, senaryo kurguları ve biçimleri hakkında çığır açıcı yönler göstermiştir. Sürü filmi Kürt realitesini tüm dünyaya tanıtmayı başarmıştır. Yol filminde ise adeta cezaevinde gerçekleştirdiği özgürlük eylemi sonucu Avrupa’ya sürgün gidişinin hikayesini anlatmıştır. Öyle ya henüz cezaevindeyken verdiği bir röportajda ”Benim adım Yılmaz Güney, tevazuya gerek yok istediğim an kaçarım ama kaçıp onları sevindirmek istemiyorum” demiştir. Velhasıl filmleri ve devrime koşullanmış fikirleri için kaçmak zorunda kalmıştır.
Peki bugün sosyal medyanın dehlizlerinde düne göre gelişmiş sosyal çevrelerinin gelişmişliği sonucu bilinçlenmiş kimi sol ve sağ kesimlerin onu linç etmesi neyin nesidir? Bu tam anlamıyla öznelciliktir ve steril tarih ve ortam arama çabasıdır. Bugünün bilinciyle tarihi süreçleri, tarihsel kesitlerdeki ilişkilerle yargılama mantığından soyutlanıp bugünün bilinciyle dünün geri toplumlarını ve kişiliklerini yargılamacı tanrısal bir komplekstir. Bu kesimler bilimden pay almadığı gibi felsefeden ve mantıktan da pay alamamış kesimlerdir.
Dünya sineması bugün Türkiye sineması denildiğinde Yılmaz Güney’i parmakla gösteriyorsa bu onun diyalektiği yaşamında çok erken yaşta keşfetmesinden, zorlukları aşma mücadelesinden, yöntem geliştirme kabiliyetinden ileri gelmektedir. Bugün gerçekten dünyanın neresinde olursa olsun Türkiye sinemasını herhangi bir sinemacıya sorduğumuzda Yılmaz Güney yanıtını verecektir. Nitekim Lars Von Trier, Haneke, Fasbinder, Guillermo Arriaga gibi isimler ondan bahsediyor onu anıyorsa eğer ve Arjantinli yönetmen Solanas onun adına ve onun İçin Güney filmini çekiyorsa eğer Yılmaz Güney kendisini ve Fikirlerini dünyaya ve Türkiye/Kuzey Kürdistan’a tanıtmış demektir.
Yılmaz yoldaş ölümsüzdür. Komünist eylem ve fikir insanı Yılmaz Güney ölümsüzdür! Devrimci sanatçı ve Aydın yılmaz Güney ölümsüzdür!
Yılmaz Güney Türkiye/Kuzey Kürdistan cephesinde yalnızca iki hareketi komünist gördüğünü her defasında üzerine basa basa söylüyordu. Birisi THKPC/ML diğeri ise TKP(ML) idi. Yılmaz Güney TKP(ML) ile özel bağlar kurmuş, ölümsüz önder Süleyman Cihan’la ilişki geliştirmiş bir filmi için Süleyman Cihan kendisine kaynak ayırmış ve bir parti konferansına davet edilmiş, bu konferansa cezaevine girdiği için katılamamıştır. Süleyman Cihan’ın adice ve alçakça faşist diktatörlük tarafından katledilmesi sonrası Paris sokaklarına; Süleyman Cihan’ın adice katledilişiyle ilgili yüz bin afiş yaptırarak faşist diktatörlüğü Fransız halk kitlelerine teşhir etmiş ve TKP(ML)’yi Fransız halk kitlelerine tanıtmıştır. Sınıf hareketimiz için Yılmaz Güney ile kurduğumuz bağ Yılmaz Güney’in sınıf hareketimizle kurduğu doğru devrimci tutarlı ve samimi bağla iç içe geçmiştir.
Yorumlar kapalı.