1. Haberler
  2. KOLEKTİF
  3. TARİHİ KÖKLERİMİZ ÜZERİNDE YEŞERİYORUZ 

TARİHİ KÖKLERİMİZ ÜZERİNDE YEŞERİYORUZ 

featured
service

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da faşizm dışarıda ezilen emekçi halklarımıza her yönüyle yaşamı zindana dönüştürürken, dört bir yanda inşaa ettiği ve günden güne de baskı, tecrit koşullarını arttırarak devreye koyduğu hapishanelerle, tutsaklar üzerindeki uygulamalarla da halklarımıza gözdağı verip, aynı zamanda neler yapabileceğini de en somut biçim de gösteriyor. Faşizmin halka neler yapabileceğinin bir nevi deneysel “mekanlarıdır” hapishaneler.  

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da devrimci mücadelenin ivme kazandığı, getirdiği yarım asırlık tarihi dikkatte alarak hapishaneler gerçekliğini irdelediğimizde topluma korku salma, öncülerinin ezilmesi amacına hizmet eden bu alanların nereden nereye geldiğini, baskı, tecrit, izolasyon politikalarının somutta nasıl geliştirildiğini ve halende bu eksende geliştirilmeye devam edildiğini rahatlıkla görmek, tespit etmek mümkündür. Temelinde baskı, zulüm işkenceyle katliam olan faşizmin beden iradesi, ideolojisi ve siyasi düşüncesi dışında başka hiçbir aracı olamayan tutsaklara neler yaptığı bilinmiyor değildir. Bu gerçeklik devrimci tutsakların can bedeliyle tarihe nakşedildi. Tarih faşizmin neler yaptığını neler yapabileceğini göstermede yeterli veri sunar. 

Hapishaneler faşizm için özellikle devrimci, komünist, ilerici aydın öznelerin iradesini kırma inancından arındırma, yozlaştırma, teslim olma araçlarıdır ve bu alanlardaki bütün politikalar merkezi olarak ve amaca ulaşma üzerinde örülür, şekillenir. Tecrit, izolasyon baskı ve teslim olma, hatta yer yerde imha bu amacın ana başlıklarıdır. Egemen sınıf bu politikalarını hayata geçirmek için de bütün kurumlarıyla el birliğiyle ne gerekiyorsa yapmaktan geri durmazlar. Hapishaneler aynı zamanda bu merkezi politikaların daha etkin uygulana bilmesi acısından ayrıcalığa, bir nevi özerkliğe sahiptir. Baskı, tecrit politikalarının dahası da, faşizmin içinde bulunduğu kriz, saldırganlık, toplumsal itirazların artması mücadelenin ivme kazanması süreçlerine göre şekillenir, belirlenir. Elbette saldırı dozajın da değişkenlik sadece hapishanelerle sınırlı kalmaz, kısacası  faşizmin içinde bulunduğu sürece göre baskı politikası artar, azalır ancak hiçbir zaman sonlanmaz. 

Devrimci mücadelenin yükselişe geçtiği toplumda, bir uyanışın, hareketliliğin ivme kazandığı ve egemen sınıfın kriz için de bulunduğu süreçlerde baskı, saldırı politikaları daha fazla artar ve gözle görülür olur. Çünkü egemen komprador burjuvasının geleceği faşizmin sopasını etkili kullanıp kullanamamasına bağlıdır. Elindeki bütün gücünü seferber ederek koyu faşizmi devreye koyar, koyu faşizm uygulanmasını halkımız her yönüyle hissederken, politik tutsaklar bu uygulamaların ilk hedefleridir. Toplumsal sorunların kaynağını bilip devrimci çözüm yolunu gösteren, her koşulda mücadele etmekten geri durmayan öncü, devrimci, komünistler vardır hapishanede de devrimci tutsaklar üzerinde baskı zulüm koşullarını ağırlaştırıp halka mesaj verilir. Bedeni dışında bir aracı olamayan devrimci öznelerin, zulmün yuvaların da baş eğmemeleri “direnmek yaşamaktır” perspektifine sahip olmaları, ezilen işçi-köylü emekçi halk kitlelerine her daim umut ve cesaret aşılar. Faşizmde bunu çok iyi bildiğinden, yakaladığı ilk fırsatta ve defalarca kez bu cüreti, cesareti anlayıp karanlık içinde bir kıvılcım aydınlığına sahip olanları katletmekte buldu çareyi. Ve geriye kalanları ya da yeni tutuklananları da tecrit izole etme halkıyla, hareketiyle bağlantısını koparmaya dönük yeni adımlar attı. Yeni yeni hapishaneler inşaa etti, baskı politikalarını derinleştirdikçe derinleştirdi. Daha önce yapılanlar dışında yarım asırlık dilimde sistematik olarak işkence tezgahlarında koğuş tipi alanlarla uyguladığı, sürdürdüğü baskı politikalarıyla, katliamlarla istediğini elde edemeyince çareyi F Tipi hücre sisteminden oluşan hapishaneler inşaa etmekte buldu ve “hayata dönüş operasyonu” adını verdikleri yirmi dokuz devrimcinin katledilmesi, yüzlercesinin de yaralanması ile sonuçlanan büyük saldırıyla F Tipi hapishaneler aktifleştirilmiş olundu. Bu olanlar devrimci tutsakların sonuyla ve aynı zamanda psikolojik savaş ordusu basının büyük övgüleri, zafer çığırtkanlığı erliğinde aktifleştirildi. Malum, devlet “babalığını” şefkatini gösteriyor, MKP, DHKP/C, TKİP öncülüğünde hücre sistemli hapislere sistematik saldırılara karşı başlattılan Ölüm Orucuna “müdehale” ediyor, hayat kurtarıyordu. Onlar için ancak ne tesadüf ki o yıllarda hücre sistemlerini yere göğe sığdıramayanlar faşizmin yaptığı katliamı meşrulaştırıp alkışlayanlar, yakın zamanda bu alanlarla doğrudan tanıştılar, gerçek yüzüyle karşılaştılar ve devrimci komünistlerin bu hapislere dair söylediklerinin, anlattıklarının ne kadar gerçek olduğunu anladılar, yaşayarak gördüler. 

Tekrardan kaldığımız yere dönecek olursak, faşizmin hücre tipi hapishanelerle ve devreye koyduğu baskı, tecrit politikası uygulamalarıyla istediğini elde edebileceğini, devrimci tutsakların iradesini kırabileceğini, devrimci düşüncelerinden arıtarak, yozlaştırarak rahatlıkla teslim olabileceğini düşünüyordu. Tarihi yaşanmışlıklara deneyimlere rağmen halen böylesi hayallere kapılabiliyordu faşizm. Askeri 12 Eylül 80 darbesi sonrası yaygınlaştırdıkları işkence tezgahlarıyla, hapishane katliamlarıyla başaramadıklarını hücre tredman sistemli hapishaneler aracılığı ile yapabileceklerini düşündüler, ancak hiçte istedikleri gibi olamadığını görmeleri uzun sürmedi ve F tipilerini aktifleştirilmelerinden yirmi yıl sonra da faşizm bu defa da büyük çoğunluğu tek kişilik hücrelerden oluşan kimini S, kimini Y tipi kimini de Yüksek Güvenlikli diye adlandırdıkları yeni sistemli hapishaneler inşaa ettiler. Aktifleştirdikleri bu “yeni” tip hapishaneler F tipilerin devamı niteliğinde ve daha ağırlaştırılmış tecrit koşullarına sahip tir. Bu “yeni” hapishaneler de ağırlaştırılmış tecrit koşulları uygulanırken, hücre pencerelerine demir parmaklıklar dışında takılan tel kafeslerle tutsakların aydınlanma penceresi, havalandırma hakkı engellenmişken ağırlaştırılmış müebbet tutsakların dışında bulunan infaz yasasına göre gün boyu havalandırmadan yararlanması gereken süreli hapis cezası olan tutsakların havalandırma hakkı da günlük kimi yerde bir, bir buçuk, kimi yerlerde iki saatle sınırlandırılarak gasp edilmiştir. Var olan bir çok hakkın işlevsizleştirilmesi gibi koğuş veya F’ tiplerinde hücrelerin doğrudan bağlantılı havalandırmaları varken bu “yeni” tip hapihaneler doğrudan havalandırma yoktur. Kimi bölümlerde doğrudan olan havalandırmalarda küçük, dar, kutu gibidir. Sınırlı sayıda doğrudan havalandırması olan hücrelerde kalan tutsaklar dışında diğer bölümlerde kalan tutsaklar ayrı yerlerde yapılmış havalandırma alanlarına çıkarılıyor. Tek başına ya da 6’ya kadar ulaşan gruplarla. Ayrıca sohbet uygulanmazken spora da haftalık yine tek veya gruplarla çıkarılıyorlar. Havalandırmaya, spora ve ekstra olan kurslar vb. faaliyetlere çıkarılan grup sayısı da alandan alana farklılık gösterebiliyor. Hücre pencerelerinde tel kafeslerin bulunması hem de üç katlı yapısı nedeniyle gökyüzünü görme imkanı yoktur. Kapalı spor alanı ve dört duvar arasına sıkıştırılmış küçültülmüş “açık” spor sahaları varken diğer hapishanelerde var olan çim (toprak) saha da S, Y tipi ve Yüksek Güvenlikli hapishanelerde yoktur. Yani tutsakların toprakla olan son bağıda kapatılmıştır ve kısaca aktardığımız bu “yeni” tip hapishanelere ağırlaştırılmış müebbet tutsakların dışında, süreli hapis cezası verilmiş hatta daha mahkeme süreçleri dahi tamamlanmamış olan tutsaklarda götürülüyor. Faşizmin hapishaneler uygulamalarına, koğuş tipi hapishanelerden tekli F tipilerine, son olarak yaygınlaşan büyük çoğunluğu tekli ve havalandırma sistemi olmayan ağırlaştırılmış tecrit koşullarının hüküm sürdüğü hücrelerden oluşan “yeni” tip hapishanelere evrilme ve tecrit, izolasyon, baskı politikalarının ağırlaştırarak uygulandığı yönünü göz önünde bulundurduğumuzda da bununla da yetinmeyeceğini tespit etmek zor değildir. Çünkü zulüm, baskı, asimilasyon, yoksulluk, katliamlar, rant, talan, sömürü düzeni olan faşizm, kapitalizm varlığını, egemenliğini sürdürdükçe karşısında da devrimci komünistleri bütün iradeleriyle ideolojik inançları ve devrim ve komünizme dair besledikleri sarsılmayan düşünceleriyle içeride dışarı da varlığını mücadeleyi sürdürecektir. İdeolojik bilinçle pratikle çelikleşmiş devrimci komünist irade, dün olduğu gibi bugünde yarınlarda da sömürücü kan emici düzene karşı mücadeleyi kararlılıkla sürdürmekten geri durmayacaktır. 

Faşizm hapishanelere dair uyguladığı, bütün politikalarını “savcılık, asayiş, disiplin” gerekçesini temel alarak devreye koydu, koyuyor. “Güvenlik, asayiş, disiplin” adı altında tutsaklar katledildi, sürgün yollarına konuldu. Bütün koridorlar her adım başı kameralarla donatılmışken, çatı üstleri, dış cephesi aynı şekilde kameralardan geçilmezken, ayrıca hapishane askeri nöbet kuleleri ile çevriliyken, çatı üstlerine dahi nöbet kulübeleri yapılmışken, bınlarlada yetinmeyip yine “güvenlik gerekçesiyle” hücre havalandırmalarına, hatta “yeni” tip hapishanelerde 3 kişilik hücrelerde kamaraları içeriye kadar taktılar. Buralardaki üçlü hücreler F tiplerindeki gibi alt-üst bölümlü değildir. Tek kattan oluşan üçlü hücreler duvarla oturma ve yatma bölümü diye ayrılmış, oturma bölümüne kamera takılmıştır. Onun dışında, tutsakların en iyi dostu olan, büyük öneme sahip kitapları 10’ar 15’er vb. gibi sayılarla sınırladılar. Yaptıkları “düzenlemelerle” BİK şartı getirerek ifade, haber alma özgürlüğü yok sayılarak, tutsakların ulaşabileceği çoğu gazeteler, özellikle devrimci sosyalist gazeteler tamamen yasaklandı. Ve faşizm gözüne kestirdiği her süreçte, ilk fırsatta tutsakların can bedeli kazandığı haklarına saldırdı, gasp etti. Tecrit koşullarını derinleştirmek, esas amacına ulaşmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmaktan geri durmadı. Ve bu politikaları, hak gasplarını peşi sıra yapabilmesinin bir nedeni de, devrimci komünist hareketlerin, devrimci dayanışma, ortak hareket etme, tavır belirleme kültüründen uzaklaşması, dağınıklığın, kendiliğindenciliğin hüküm sürmesidir. Bu durumda faşizmin elini bi hayli kolaylaştırmıştır.

Buraya kadar özetle faşizm açısından hapishanelerin yerini ve buralarda uyguladığı merkezi politikaları ile ne amaçladığını izah etmeye çalıştık. Elbette her devrimci öznenin bildiği gibi, bu bütünün karanlık yanını oluşturuyor. Yine bildiğimiz gibi bu bütünün birde aydınlık yanını oluşturanlar vardır. Egemenliğini zoraki sürdüren karanlık karşısında her koşulda mücadele etmekten geri durmayan devrimci, komünist hareketler, yoldaşlar, siper yoldaşları bu bütünün aydınlık yüzüdür, yanıdır. Mücadelenin diğer alanlarında olduğu gibi, tecrit duvarları ardında, karanlığın en yoğun hissedildiği alanlarda da ısrarla aydınlığını koruyorlar. İnsani hiç bir yanı olmayan sistem var oldukça, karanlığa ışık olanlar mücadeleyi sürdürecektir. Bu inkar edilemeyecek bir gerçektir. Konu hapishaneler özgülünde olduğu için, gerçekliği bu özgülde açıklamayı sürdürelim. Zifiri karalık koşullara rağmen devrimci öznelerin, onurunu, inancını, iradesini nasıl koruyabildiklerini, bu koşullarda devrimci yaşamı ilmek ilmek nasıl örmeyi başardıklarını, her devrimci insanın incelemesi, içselleştirmesi gerekir. Bu tarihi deneyimler gelecek açısından önemli kılavuz olacak derslerle doludur. Artısı ve eksisi yönleriyle. Bu tarihi zengin deneyimin, mirasın nasıl yaratıldığını, yada nasıl başarıldığını her devrimci özne tarafından bilindiği, bilinmesi gerektiği için, en sona bırakılmadan, baştan açıklamak hiçte yanlış olmaz. 

Tecrit duvarları arasında devrimci yaşamı örmenin, mücadele etmenin, gelişmenin anahtarı; 

1- Kararlılık, ideolojik sağlamlık, sosyalizm, komünizm mücadele bilinci harcı ile yoğrulmuş devrimci iradeyi ortaya koyabilmek.

2- Devrimciler açısından olmazsa olmaz yerde duran, disiplinli, planlı, programlı yaşamı örnek, bu yaşam tarzını içselleştirmektir.

Bu örgütlü olmanın gerekliliğidir. İdeolojik bilinç, inanç, mücadele kararlılığı harcında yoğrulmuş devrimci irade olmadan faşizmin her türlü baskı, saldırılarına, yozlaştırma, teslim alma çabalarına karşı konulamaz, devrimcilik korunamaz. Aynı şekilde disiplinli, programlı devrimciliğin gerekliliği olan bu yaşam tarzı bilince çıkarılıp, içselleştirilmeden koşullara teslim olmaktan kaçınılamaz. Ve önemli olan bir yanda, bunlar olmadan ideolojik gelişme, yetkinleşme, üretim sağlanamaz. Hapishanelerde devrimci yaşam örüldüğü zaman, kişinin kendisini geliştirmesine, kolektife katkı sunmasına elverişli zemini yaratır. Daha derli toplu okuma, araştırma yapma, yoğunlaşma için zaman uygundur. Elbette kaynak olanağını yaratmakta dışarıda bulunan biz yoldaşların görevleri, sorumlulukları arasındadır. Yeterki devrimci bu koşulları değerlendire bilsin. Ondan dolayı bu iki yan devrimci özne tarafından bilince çıkarılması, içselleştirilmesi gereken, devrimciyi çelikleştiren temel rehberdir. Hapishanelerde tutsak yoldaşlarımız, derli toplu kitap okumak, makale, mektup yazmak, şiir, roman, hikaye, resim vb. gibi edebi, sanatsal üretimlerde bulunmak, paylaşmak, düzenli spor yapmayı aksatmamak, etkinlikler yapmak, plansız harcama, tüketim yapmamak, kısacası komün yaşamını tekte olsalar, kalabalıkta olsalar temel haline getirmiş, diğer yönüylede faşizmin baskı uygulamalarına karşı konumlanabilmek, bu rehberin gerekliliği bu örülü yaşam üzerinden şekillenmektedir.

Mücadelenin ivme kazandığı, faşizmin bundan dolayı dahada saldırganlaştığı yarım asırlık tarihe baktığımızda, devrimci mücadelenin faşizmin karanlığı karşısında nasıl durduğunu görmek mümkündür. Sovyetlerin elliler ortasından sonra eksen değiştirmesi, bu eksen değişimine karşı Mao önderliğindeki ÇKP’nin açıktan cephe almasıyla revizyonizm ile komünist çizginin kalın çizgilerle ayrılması, safların belirlenmesi olgusundan Türkiye ve Kuzey Kürdistan hareketlerinin etkilenmemesi düşünülemez. Bu saflaşmada Sovyet revizyonizmine sırtını dayayanlar ve ülke özgülündeki faşizmin saldırılarına göğüs germekten geri kaçanlar revizyonizme, reformizme kapılarını açmışlarken bu saflaşmada devrimci komünist çizgiyi savunanlar faşizm saldırılarına göğüs gerenler 71 çıkışıyla Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci önderlerini ve 71 çıkışı içinde BPKD’ni, Maoizmi (MZD) rehber edinerek 1972 Nisanı’nda proletarya partisiyle kopuş yaratıp kalın belirgin çizgisiyle net yolu gösterip savunanlar, buna göre konumlananlar Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın komünist çizgisini önderliğinde yüzünü geleceğe armağan ettikleri ve o dönemde gençliğinin baharında yirmili yaşlarında olmalarına rağmen revizyonizme, reformizme ve faşizmin karanlığına karşı cesaretle karşı durmaktan, mücadele etmekten çekinmeyen bu uğurda cepheye can suyu olmaktan geri durmayan devrimci komünist önderler bu toprakların devrimci ve komünist mücadele kanallarını açtılar. Ve ardılları da önderlerin açtığı o kanallar dan yürüyerek ilerleyerek mücadeleyi taşıdılar, sürdürdüler. Elbette bunu ne düzeyde başardıklarını ne denli ileriye taşıyabildikleri yada önderlerin ideolojik bilinç rehberliğinde açtığı yolları, ardıllarının ne denli kavradıkları ve bu kavrayışa göre “somut koşulların somut tahlili” düsturunu ne kadar içselleştirip gelişen şartlara göre güncelleyebildiklerini tartışılır yerde durduğu gibi ayrı ayrı başlık konusudur. Ancak inkar edilemeyecek olan gerçek devrimci mücadelenin 71 devrimci ve komünist çıkışı, kopuşu tohumları üzerinden filizlendiği, ilerlediği, sürdüğüdür. 70’lerin sonuna doğru, ölümünden sonra Mao ve komünist çizgiye cephe olan, revizyonizmin bayraktarlığını yapan Hocacı çizgiyi takip edenlerin yada devrimci hareketlerde eksik olmayan bölünmeler, parçalanmalar güncelleme adı altında devrimci mücadeleye elveda diyenlerin olması bu gerçeği değiştirmiyor. Bundan dolayı 71 devrimci komünist tohumu üzerinde olan ideoloji, bilinç, inanç, kararlılık harcında yoğrularak somutlaşan devrimci mücadelede militan duruş bir yanda, bunu sadece lafızda kabul edip maske olarak kullananlar yüzünü çoktan burjuva limanlarına dönmüş olanlar ise diğer yandadır. 

80’lere kadar faşizmin yoğun saldırıları ve devrimci komünist iradelerin kararlılıkla karşı mücadelesi, duruşuyla keskinleşen ve yükselmeye devam eden sınıf mücadelesi 80 askeri faşist darbesi sonrası devrimci hareketlerin hazırlıksızlığı nedeniyle faşizm kıyım arenasına dönüşerek bir üst boyuta evrildi. Ve 80’li süreçlerle birlikte işkence tezgahları, hapishaneler daha fazla görünür oldu. Topluma, mücadele edenlere, sisteme itaat etmeyenlere, hoşnutsuzluğunu açıkça dile getirenlere vs. neler yapabileceğini göstere bilmek için, faşizmin bu deneysel “mekanları” korku salmak için halkın gözüne sokması gerekiyordu. Nitekim 80 AFC darbesi yıllara varan sistematik kıyım süreci başlamış oldu. Hapishanelerde sürdürülen sistemli kıyım süreci gibi, gözaltına alınanlar, faşizmin özel oluşturduğu işkence tezgahlarında aylarca insanlık dışı muameleye, türlü türlü yöntemlerle uygulanan işkencelere maruz kaldılar. Yargısız infazlar, gözaltında kaybedilme olayları da sistematik saldırıların bir parçası oldu. Faşizmin zifiri karanlığının, bir karabasan gibi emekçi halkın ve özelliklede önder, öncü devrimci komünistlerin üzerine çöktüğü kıyım sürecinde dahi ideolojik inancı, bilinci elden bırakmayanlar devrimci iradesini koruyanlar, onurlu duruşla gözaltından, işkence tezgahlarından, hapishanelerden başı dik çıkmasını bildiler. Yada aynı onurlu militan duruşla faşizmi acizleştirerek mirasını devraldığı yoldaşlarının izinden sapmadan gülerek ulaştılar güneşin sıcaklığına. Kendilerinden önce gidenler gibi teslimiyetin ihanete, direnişin ise zafere ulaştıracağını bedellerle tarihe bir kez daha not düştüler, geleceğe miras bıraktılar. Ve faşizmin karabasan gibi çöktüğü yıllarca süren sistematik işkencelerde hapishanelerde inancını, devrimci iradesini koruyarak, başı dik çıkanlar, o ağır koşulları yaşamalarına rağmen mücadelesinde geri durmak değil, tam tersine 90’lardaki devrimci mücadelenin ivme kazanmasına, toparlanmasına öncülük ettiler. Ellerini taşın altına koyarak en önde koştular saflara. Çünkü devrimciliği mesaisi olan bir iş, zaman geçirecek bir uğraş olarak değil, yaşam tarzı olarak bilince çıkarıp içselleştirmişlerdi. Ve devrimciliğin bedel ödemeyi göze almadan yapılamayacağını, başına neler gelebileceğini, bununda mücadelenin kaçınılmaz sonucu olduğunu gayet iyi biliyorlardı. İşte bu koşullarda onları çelikleştirerek güçlü kılan sahip oldukları, içselleştirdikleri bu bilinçti. İnaçlarını besleyen ideolojik bilinci, gıdasının sağlamlığı bunlarla yoğrularak çelikleşen iradeleriydi. Bu inanç, bilinç, irade sayesinde hapishanelerde, dışarıda, işkence tezgahlarında faşizmi acizleştirmesini, her fırsatta suratlarına şiarlarını haykırmasını, karşı koymasını bildiler. Kimi zaman en ağır işkenceye rağmen çıt dahi çıkarmadan sessiz kalarak, kimi zaman kahkahalar atarak, kimi zaman onları çıldırtacak zılgıtları, şiarları suratlarına haykırarak. Ne sistematik olarak günlerce, aylarca süren işkenceler, ne hapishanelerdeki tek tip elbise askeri nizam dayatması, ne karıştır barıştır uygulamaları, ne mahkeme tezgahları, nede gözlerinin önünde hayattan koparılan yoldaşları devrimci inancı kuşanmış, devrimci iradeye geri adım attırmaya yetmedi. Yenilenler, teslimiyet çizgisine sapanlarda oldu ama devrimci komünist irade, inanç teslim olmadı, ihaneti seçmedi. 

Ve 2000’lere gelindiğinde de hapishanelerde, diğer mücadele alanlarında faşizmin saldırılarına karşı aktif duruş sergileyen, korku ve karamsarlık inançsızlık, kasvetli ortamını dağıtan böylesi inanca, bilince, iradeye sahip olan öznelerdi. Maoist parti saflarında 94’te yaşayan bölünme ve peşi sıra saflara sızmış Karşı Devrimci ajan yapılanmasının Kardelen Harekatı ile açığa çıkarılması saflarda epey bir karışıklığa yol açmış, aynı zamanda güvensizlik duyulmasına, moral bozukluğuna yol açmıştı. Proleter kadroların üzerine giderek Karşı Devrimci Hücreyi açığa çıkarması, ifşa etmesi büyük başarıydı ve partinin geleceği için önemliydi. Böylesi büyük ciddi sorunların yaşandığı o meşakkatli süreçte hapishanelerdeki proleter kadrolar ideolojik inancıyla biledikleri iradelerini ortaya koyarak, partiye sahip çıkarak bulundukları alanlarda yapılan bütün direnişlere öğütleyici olarak katılmaktan geri durmamıştır. Bu kaotik süreçte hapishanelerdeki proleter kadroların ortaya koyduğu irade Maoist partide çimento görevi görmüştür. 96 Ölüm Orucu direnişimiz Maoist partiye yönelik tüm saldırılara karşı barikat olmuştur. Dağınıklığın, inançsızlığın güvensizliğin gelişmesinin önüne proleter kadrolar içeride, dışarıda attıkları doğru adımlarla set çekmeyi başarabilmiştir. Bu yaşanan sorunlara, yansımalarına bakıpta bu işin tasfiyeye varacağını, Maoist partinin toparlanamayacağını bekleyenlere Maoist parti soğuk kanlılıkla, bilinçle, inançla, kararlılıkla kökünün sağlamlığından aldığı güçle, attığı adımlarla böylesi beklenti içerisinde olanları şaşırtmayı başarmıştır. Ve o zorlu süreçte yükün ağırlığını sırtında hisseden, sürecin toparlanmasında büyük payı olan hapishanelerde bulunan proleter parti emekçileri, çıktıktan sonra da bütün benlikleriyle taşın altına elini koyarak bıkmadan, yılmadan faşizmin bütün saldırılarına rağmen kararlılıkla Maoist partinin damarlarını tıkayan sorunların üzerine giderek tarihinde bir ilk olan 1. Kongresini yapmaya öncülük ederek, tarihi muhasebesini de yapıp, artıları ve eksileri yönüyle korkmadan ortaya koyup, yüzleşerek halka sunma cesaretinden geri durmayarak, Maoist partiyi kavga mevzisine daha güçlü konumlandırmasını bilmişlerdir. Sorgu ve işkence tezgahlarında faşizme, “Caferleşmeyin” dedirten ideolojik inanç, bilinç ve kararlılık harcında yoğrulmuş irade ile kendisini devrimci mücadeleye adamış proleter kadrolar gerçekliğinin ta kendisidir. 

Zindanda tek başına dahi olsa faşizmin karşısında devrimci, komünist duruşundan taviz vermeyen, o koşullarda dahi faşizmi ihtilalci komünist fikirlerle yargılamaktan geri durmayan Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın komünist iradesi, gücü ve ideolojisi dışında başkası değildir. Devrimci, komünist saflarda mücadele edenlerin rehber edineceği tutum budur. Bu yanı daha fazla bilince çıkarıp, içselleştirmek, böylesi iradeyle şekillenip her şart altında, mücadelenin her alanında bu gerçeklikle hareket etmek, proleter devrimciler için olmazsa olmazdır. Sadece yarım asırlık hapishaneler tarihimiz irdelendiğinde, ideolojik bilinçle, inançla, bağlılıkla yoğrulmuş devrimci iradenin, disiplinli, planlı, programlı çalılmayı yaşam tarzı haline getirmiş devrimci öznelerin neler yapabileceğini, mücadeleye katkılarını, en zor koşullarda yıkılsa bile yeniden daha sağlam ayağa kalkmasını nasıl başardıklarını görebilmek mümkündür. Keza dünya devrim tarihi pratiği de proleter devrimcilerin önüne dersler çıkaracak muazzam deneyimler, yolunu aydınlatacak pratikler koyar. Yeterki doğru tarzda araştırma ve inceleme yapmaktan kaçmayalım. Ve, eksisiyle, artısıyla sırtımızı dayadığımız tarihimizden öğrenelim. Masa başında değil, mücadele saflarında pratikle, bedellerle yaratılan tarihimizden öğrenelim. Elbette sorulabilinir, “hiç mi olumsuzluklar, hatalar olmadı, hep direniş mi tercih edildi, teslimiyeti seçenler olmadı mı, yada iradesini içeride korusa da, çıkınca yorgun demokrat misali “emekliliğe” ayrılanlar, köşesine çekilenler hiç mi olmadı, bu tür pratikler hiç yaşanmadı mı?” diye. Bu sorunların açık ve tereddütsüz cevabı; elbette ki oldu, yaşandı. Ve mücadele sürdükçe de, inanç ve kararlılığını, devrimci iradesini bileyip, çelikleşenler olacağı gibi, inançsızlığa, karamsarlığa kapılıp mücadeleden kopanlar, her sarsıntıda dökülenlerde oldu, olacaktırda. Buda çelişkinin temeli olan zıtların birliği ve mücadelesi gerçekliğinden bağımsız değildir. Buradaki mesele olumsuzlukların, hataların olup olmaması değil, devrimci öznelerin hangisini rehber edineceği, edinmesi gerektiğidir. Umutsuzluğa, inançsızlığa, karamsarlığa kapılıp mücadeleye sırt çevirenler, kendilerini haklı çıkarmak için tarihin hatalı, olumsuz pratiklerine sarılırlar. Ancak ideolojik bilinçle, kararlılıkla, inançla yoğrulmuş, çelikleşmiş devrimci iradeye sahip yoldaşlar tarihini bütünlüklü olarak sahiplense de, rehber edineceği, sırtını dayayacağı olumlu doğru pratiklerdir. Doğrulara, olumluluklara sırtını dayayarak geleceğini inşa ederken, hatalı, olumsuz pratikleri yok sayarak bunu yapmaz. Olumsuz, hatalı pratiklerden de dersler çıkararak, onları aşarak, muhasebe etme cüretini kuşanarak, arınarak geleceğini inşa eder. Körü körüne hatalara sarılmaz yada hatalar sanki tarihinin bir parçası değilmiş gibi davranmaz. Hata ve eksikliklerinin üzerine cesaretle gidenler ideolojik bilincin gereğini yaparak hatalardan arınarak daha sağlam mücadele etme kararlılığını gösterip saflarda konumlanabilirken, hata ve eksikliklerine sarılanlar, hatalarına teslim olanlar da bataklığa saplanmaktan kaçıp kurtulamazlar. Lenin yoldaşın “hata yapmak felaket değildir, asıl felaket hataları görüpte onda ısrar etmektir” tespiti tamda bu gerçekliğin ifadesidir. Devrimcilerin yaklaşımı, referansı ilk seçecekteki gerçeklikten başkası değildir, olamaz. Ne hata yaparım diye adım atmaktan korkmak, geri durmak nede hataları gördükten sonra körü körüne hatalarda ısrar etmek, hataların esiri olmak. Bu bilince çıkarılıp içselleştirildikçe, o zaman yaralar açılsa dahi, doğru müdahalelerle kangrenleşmeden iyileştirilir, geleceğe açılan bu yaralardan dersler çıkarılarak yürünür.

Geçmiş tarihi deneyimlerle, özellikle 2000 sonrasını kıyasladığımız da mücadele ivmesinin tersi yönde genişlediğini görmek mümkündür. 2000’li yılları irdelediğimizde, geçmişe nazaran devrimci hareketlerde, öznelerde ideolojinin, kararlılığın, mücadele ve sınıf iktidarı bilincinin ne denli aşınmaya başladığını tespit etmekle haksızlık yapmış olmayız. Türkiye devrimci hareketinde baş gösteren, etkisini artıran sağ tasfiyecilik eğilimi devrimci tarihine, pratiğine sırt çevirmekten başka bir anlama gelmez. Devrimci, komünist hareketler ideolojik, siyasi bilinç ve kararlılık harcında yoğrulan devrimci irade ile deneyimlerle, bedellerle ilmek ilmek örülen tarihlerine rağmen 2000’ler sonrası savrulmalara kapılmıştır. Faşizmin azgın saldırılarına rağmen geçmişte canla başla korunan, pekiştirilen devrimci komünist militan duruş günden güne aşındırılmaktadır. Bu aşınmanın ne boyutta olduğunu görmek için 2000 sonrası hareketlerin savrulduklarına, pratik yönelimlerine ve nereden nereye geldiklerine bakmak yeterlidir. Mesela, tutuklanan, yargılanmaya tabi tutulan, gözaltına alınan öznelerin çoğunlukla sonrasında ne yaptıklarına bakmak bu tersi yönde ivmenin savrulma haliyle oluşan şekillenişin bir göstergesidir. Geçmiş süreçlerde devrimci ideoloji ile pekiştirilen mücadele kararlılığı bilincine sahip çelikleşmiş proleter devrimcilerin yetişmesi ihtiyacının karşılanamadığı görülmektedir. Mücadele saflarından uzaklaşma, yurtdışı devrimciliği peşinde soluğu yurtdışında alma, her sarsıntıda umutsuzluğa, karamsarlığa kapılarak dökülme pratiği zayıflığı yeterince göstermektedir. İkinci yöndeki tasfiyeci aşınma pratiğinin tek sorumlusu mücadele eden, mücadeleye atılan öznelerin ideolojik zayıflığı, devrimci iradeye uzak, mücadele bilincini içselleştirmemesi midir? Elbette bununda payı vardır, ancak esas bu pratiğin sorumlusu devrimci hareketlerin yaşadığı ideolojik kırılma ve bunun etkili olduğu şekilleniştir. Bu şekillenişe zemin sunan ise devrimci hareketlerin ideolojik kırılma hattına savrularak, militan devrimci duruştan uzaklaşmalarıdır. Gerçekliğini unutan, bu süreçte attığı adımlarla legal olanaklarda faaliyet yürütmenin çekiciliği ve parlamentarizm hastalığına kapılan devrimci hareketler, illegal esas örgütlenmelere günden güne uzaklaşarak daha kolay, denetlenebileceği, tamda istenilen alana yönelerek kendilerini faşizm karşısında açık, savunmasız hale getirdiler. Durdurulamayan sağ savrulma, militan devrimciliğe vurulmuş en büyük darbe oldu. Halbuki ikincil olarak yararlanılan araçlar devrimci ideolojinin kumandasında, mücadele gerçekliğine göre şekillendirilip kullanıldığında esas yola hizmet eder. Aksi durumda esasın altını boşaltmaktan, darbe vurmaktan başka bir şeye hizmet etmez. Sonuçta 2000’ler başından itibaren faşizmin uysallığına kananların, faşizmin gerçek yüzüyle karşılaşmaları uzun bir sürece kalmadı. Faşizm bu topraklarda yeni filizlenmedi ve yoğun saldırı dalgası da ilk olmadığı gibi, sonda olmayacak. Yani sadece bu süreçte hortladığını düşünen yada faşizmin devamlılığına gözlerini, bilincini kapatanlara, faşizmin dönemsel, geçici olmadığını hatırlatmak, ısrarla anlatmak, devrimcilere, özellikle de Maoist partiye düşüyor. Faşizmin koyu saldırı furyasının sürdüğü süreçler devrimciliğin, devrimci iradenin sınandığı zamanlardır. Böylesi dalgalarda devrimci iradeyi, ideolojik inancı, mücadele kararlılığını koruyabilenler, mücadele gerçekliğine göre konumlanabilenler süreçten daha sağlam, çelikleşmiş şekilde çıkabilirken, aksi pratiğe savrulanlar da soluğu revizyonizmin, reformizmin limanlarına demirleyerek alırlar. Bu gerçekliği görebilmek için tarihe bakmak yeterlidir. 2000’lerde şekillenen pratik maalesef ikinci yönelimdir. Bundan dolayı TDH korkmadan bu gerçeklikle yüzleşmekten geri durmamalı, cesaretle kendilerini bataklığa çeken bu aşınmanın üzerine gitmeli, yüzünü devrimci geçmişine dönmelidir. 

Buradan tekrardan faşizmin hapishanelerde tecrit uygulamalarına dönecek olursak, faşizmin bu politikalarının yada ağırlaştırılmış koşulların hüküm sürdüğü hapishaneleri yapmasının bir yönü de, devrimci özneleri ayırarak, parçalayarak, tek başına tutarak onu örgütlü bir yaşamdan koparmaya, bencil bir yaşama sevk etmeye, sonuç olarakta ideolojik bilincinden, devrim inancından arındırıp yozlaştırmayı ve iradesini kırıp daha kolay teslim almayı amaçlamasıdır. Ve gerek kopuş, gerek tekli, gerek üçlü, gerekse de  “yeni” aktifleştirilen tekli hücre sisteminde olsun uygulamaların hepsinde bu amaç yatar. Tecrit, izolasyon ve sistematik baskı politikaları bu amaca ulaşmanın sonuçlarıdır. 

Devrimciler açısından biz olgusu fiziki olarak yan yana bulunma halinden ibaret değildir. Biz olma olgusunun temelinde aynı amaç, ideolojik bilinç, inanç ve irade birliğinin yön verdiği mücadele düşünce dünyası vardır. Bundan dolayı devrimciler tek başına da kalsa devrimci iradelerini, inancını, bilincini koruduğu sürece ben değil biz olgusu yön verir yaşamına. Yani planlı, programlı, disiplinli devrimci yaşam bu olgu üzerinden vuku bulur. Tek başına olsa da biz, kolektif çalışma yaşamı varlığını sürdürür. Çünkü bu yaşam tarzı olarak bir kez bilince çıkarılıp içselleştirilmiş ise, her şart altında devrimci özne yaşamını bu bilinç, inanç rehberliğinde örgütler. Ve ağır tecrit koşullarında biz olgusu, kolektif çalışma olgusunu güçlendirecek paylaşımlar, üretimler kaleme dökülür ve sayfalarda dile getirilir. Kısacası, üretim, fikir paylaşımı sürer. Yani tarihi pratiklerde de doğrulandığı gibi, ağır tecrit koşullarında da üretimin, paylaşımın devrimci bilinci geliştirmenin kolektif bir çalışma tarzını yaratmanın önündeki engeller aşılır. Eğer engel olacak bir etken varsa oda devrimci öznenin kendisinden başkası değildir, olamaz. Faşizmin baskı, tecrit, izolasyon, teslim alma politikaları (içeride ve dışarıda) devrimci öznenin yaşam biçimi haline getirdiği biz anlayışını asla öldüremez. Zaten kolektif biz bilincinin yozlaşmaya, ölmeye başladığı yerde devrimcilik, devrimci bilinçte yozlaşmaya, ölmeye başlamış demektir. Tercih devrimcinindir. Her şart altında devrimci ideolojik bilincin yön verdiği yaşamı, mücadeleyi ısrarla sürdürmek, karanlık içerisinde bir kıvılcımın yarattığı aydınlık olmak yada şartlara, koşullara boyun eğmek. Biliyoruz ki, bu koşulları yaratan, bu koşullarda kalmayı tercih eden devrimciler değildir. Aynı şekilde devrimciler mücadeleyi kendi lehlerine olan koşullarda, şartlarda yürütme gibi şanslarının olmadığını iyi bilirler. Zaten uygun koşullarda, şartlarda, eşit araçlarla çarpışma imkanı olsaydı, o zaman devrimcilik daha kolay yapılır, devrimcilerin işi daha kolay olurdu. Ancak bu ütopyadan başka bir şey değildir. Devrimcilik ve mücadele gerçekliğini bilince çıkaran, ütopik anlayışlara kapılmayan devrimci özne, her sarsıntıdan daha sağlam, çelikleşerek çıkmasını bilir. “Devrimcilik yapayım ama hapse düşmeyeyim, devrimci olayım ama polisle karşılaşmayayım, işkence görmeyeyim, öldürülmeyeyim, kısacası bedel ödemeyeyim” düşüncesine sahip olanların yapmak istedikleri devrimci mücadele konusunda zerrece bilincinde olmadıkları açıktır. Bedel ödemeden “devrimcilik” hayalleri pazarlayanlar yada devrimciliği “aşırılıklarından” arındırma çabasında olanlar az değildir. Revizyonizm, reformizim gerçekliğinde Marksizm, Leninizm, Maoizmi yada Marksizmi maske olarak yüzüne takmaya devam ederek bunu yapar. Bü tür hayal perest “devrim” pazarlamacılığı yapanlarla, devrim gayesi olanların işi olmaz, olmamalıdır. Bundan dolayı mücadele gerçekliğini, mücadele yürütülen egemen sınıfın taktiksel gücünü iyi bilince çıkarmak, kendi stratejik gücünü kavramak ve bu gerçekliğe göre konumlanmak gereklidir. Yoksa, ya dogmatizm bataklığında çırpınıp durulur, yada revizyonizm, reformizim limanlarında demirlenilir. Bu gerçeklik bilince çıkarıldıktan sonra, MLM rehberliğinde somut koşulların somut tahlili düsturu doğru kavrandıktan, bu düstura direnmeden uyguladıktan sonra elbette koşullara teslim olmak, gözünde büyütmek değil, koşulları lehine çevirme, devrimci yaşamı örme, mücadele etme, karanlık içinde bir kıvılcım olma iradesini ortaya koyar devrimci. İşkence tezgahları, hapishaneler tamda bu iradenin en iyi sınandığı karanlıktır. Çünkü bu karanlıkta öznenin, inancı, bilinci, devrimci iradesi dışında başka aracı yoktur. Aynı zamanda uzun soluklu sınanmaya tabi tutulma yerleridir buralar. Bu sınanmadan çelikleşerek, yetkinleşerek, bilinçlenerek çıkmak yada inancını, devrimci iradesini, bilincini yitirerek, baş eğerek çıkmak. Devrimci öznenin iç mücadelesi, muhasebesi bu kapsamda sınanmada gelişir yada geriler. 

Sonuç olarak faşizm tarih boyunca amacına daha kolay ulaşabilmek için elindeki en önemli araçlardan birisi olan hapishaneleri tecrit, baskı sistemini geliştirdi. Koğuş tipinden F tipi üçlü+tekli hücre sistemine, son olarakta F tipi sisteminin devamı olan ve daha ağırlaştırılmış tecrit koşullarına sahip olan S, Y, Yüksek Güvenlikli, büyük çoğunluğu tekli hücrelerden oluşan hapishaneler devreye konuldu. Bundan dolayı devrimcilerin parça parça bu “yeni” tip hapishanelere aktarılacağı açıktır. Ancak biliyoruz ki, faşizmin çabası nafiledir. Geçmişte başaramadığını bugünde, bundan sonra da başaramayacaktır. Devrimci özne karşılaştığı her türlü zorluğu aşma cüretine, iradesine sahiptir. Bunun yolu da, pratiğin harcı olan ideolojik inanç, mücadele bilinci, kararlılık hamurunda yoğrulan, çelikleşen devrimci iradeye sıkı sıkı sarılmaktan geçiyor. Bu harca sırt çevirenler değil, geleceğimize ışık tutan, yolumuzu aydınlatan, miras edindiğimiz, edinmemiz gereken harcımız olan tarihimizin şanlı sayfalarını yaratanların yoldaşları olmayı daima başarmalıyız…

TARİHİ KÖKLERİMİZ ÜZERİNDE YEŞERİYORUZ 
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Devrimci Demokrasi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin